Dünyadan el etek çektiğim, hedefe kilitlendiğim bir sırada, bu ülkenin müslümanlarının, galibi yalnızca “şeytan/lar” olacak kirli bir “iktidar savaşı”nda, sorumsuzca hareket ettiklerini görünce, sarsıldım.
Bu ülkenin en âkil insanları bile, hem “fitne” uyarısında bulunuyor, hem de “madem külfetler paylaşıldı, nimetler de paylaşılsın!” çağrıları yapabiliyorlar! Dahası, tarafların, bizimle alay edercesine pozisyonlarını terk etmemekte ısrar etmeleri, kimseyi dinlemeye niyetli olmamaları, ürkütücüdür.
***
Düşünebiliyor musunuz? Daha doğru düzgün nefes alabilecek durumda bile değiliz ama “iktidar kavgası”na tutuşuyoruz! Kavurucu “kış mevsimi”nde başımıza gelebilecek -helâket sebebi olmaya yetecek- en büyük felâket bu!
Oysa “iktidar”ın kendisi fitnedir / imtihandır. Akil adamların, insanlara, “aman gözünüzü iktidar hırsı bürümesin!” diye çağrıda bulunmaları gerekirken, “madem külfetler paylaşıldı, iktidar da paylaşılsın” çağrısında bulunmaları, farkında olmadan daha büyük “fitne”lere davetiye çıkarmaktır ve bu, nerelere savrulabileceğimizin ürpertici bir habercisidir.
Felâket tellallığı mı yapıyorum? Ne münasebet! Asıl felâkete dikkat çekiyorum. Mesele, görünüşte, “MİT-Yargı-Emniyet” kavgasıdır; ama gerçekte, Müslümanların, her tür iktidar biçimiyle, sekülerizmle, dünyevîleşme hırsıyla ve ihtirasıyla imtihanıdır; dahası, küresel düzenbazların tuzağına düşmeleridir. Üstelik de hiçbir mesele, İslâmî bir çerçevede halledilmemişken; bizim bu ülkeye ve bu dünyaya Müslümanlar olarak ne/ler sunabileceğimiz meselesi, hatta temel varoluş sorunlarımız üzerinde dikkate değer hiçbir -zihnî- çaba ortaya konul/a/mamışken.
Makalenin Devamı İçin Tıklayınız:
Yenişafak





