Hediye Levent
Bölgede Türkiye’nin de dahil olduğu çok sert bir diplomasi savaşı devam ediyor. Kapalı kapılar ardında devam eden bu savaş Suriye’yi, Lübnan’ı, Gazze’yi ve Batı Şeria’yı da kapsıyor. Sürece taraf olan ülkelerin başında İsrail geliyor. Keza Türkiye, Mısır, Katar gibi bölge ülkelerinden Azerbaycan ve Endonezya’ya kadar birçok ülke de dahil bu baş döndürücü trafiğe. Elbette sürecin belirleyicisi Amerika. Ancak Amerikalılar hâlâ detaylarla pek ilgilenmiyor gibi görünüyor. Trump’ın Gazze-Lübnan ve Suriye’yi hâlâ Nobel Barış Ödülü’nü kendisine getirecek olan ‘her şey dahil barış paketi’ olarak gördüğü söylenebilir, ancak Amerikan tutumunun genel olarak İsrail’i arkaladığı da açık.
Trump liderliğindeki Amerikan tavrı “Elimizden geleni yaptık, ortaya bir barış(!) planı da koyduk. Artık anlaşın, nasıl anlaştığınız bizi ilgilendirmez” şeklinde özetlenebilir. Sahada ise İsrail başta olmak üzere her bir ülkenin hedefi, korkuları, hesabı, yöntemi farklı.
İsrail’den ve Gazze’den başlayalım!
Trump 20 maddelik bir Gazze planı hazırladı hazırlamasına, ancak planda Filistinliler için mayınlı bölge çok. Aslında Gazze meselesini komplike hale getiren temel sorunlara ilişkin herhangi bir çözüm sunmuyor bu plan. Bu da sahada birçok tarafın ve ülkenin birbirine girmesinin en önemli sebeplerinden biri.
Mesela, plana göre HAMAS’ın elindeki rehineleri ve rehine cesetlerini planın yürürlüğe girmesinden sonraki 72 saat içinde teslim etmesi gerekiyordu. Ancak HAMAS ilk günden itibaren rehinelerin bir kısmının hava saldırılarında öldüklerini ve enkaz altında kaldıklarını söylemeye başladı. Aslında ateşkesten çok önce HAMAS’tan benzer açıklamalar geliyordu.
Nihayetinde HAMAS hayatta olan 20 rehineyi teslim etti ancak ölen 28 rehinenin 13’ünün cesedinin yerini bilmediğini duyurdu. Örgüt uluslararası toplumdan bu cesetlerin yerlerinin belirlenmesi ve çıkarılması için yardım istiyor ancak harap haldeki Gazze’de rehinelerin yerini bulmak elbette imkansıza yakın bir iş. İsrail ve ABD cephesi HAMAS’ı rehinelerin cesetlerini vermemekle, oyalama taktiğine başvurarak zaman kazanmaya çalışmakla suçluyor. Uluslararası bir arama-kurtarma ekibi oluşturulması fikrine sıcak bakmayan İsrail, cesetlerin teslimi işlemleri sırasında çıkan bir arbedenin çatışmaya dönüştüğünü ve HAMAS’ın İsrail askerlerine saldırdığını öne sürerek Gazze’yi yine vurmaya başladı. 12 saatten kısa bir sürede 46’sı çocuk olmak üzere 100’den fazla Filistinlinin öldürüldüğü bu saldırılar, Trump’a göre ateşkes ihlali değil! HAMAS ise, İsrail askerlerine yönelik saldırı yapmadığını söylüyor. Hangi tarafın doğru söylediğini belirlemek çok zor, ancak Gazze’deki ateşkes sürecine ilişkin İsrail’in Trump’ın yol haritasındaki boşlukları kendi çıkarına göre doldurmak istediği aşikar.
Mesela Sarı Hat! Trump’ın ateşkes planına göre İsrail’in Gazze’den aşamalı olarak çekilmesi gerekiyor. Ancak nereye kadar çekileceğini elbette İsrail belirliyor. İsrail’in belirlediği çekilme planı ise Sarı Hat denilen bölgede bitiyormuş gibi görünüyor. Böylece İsrail, Gazze’nin yüzde 50’sinden fazlasını kontrol edebilecek. Mısır ile Gazze arasındaki bağın da koparıldığı bu Sarı Hat, İsrail’in Gazze’deki tarım arazilerini ve su kaynaklarını da ele geçirmesini sağlayacak. Gazzelilere tarıma elverişsiz ve tatlı su kaynağının çok sınırlı olduğu kumluk sahil kesim kalırken, 2 milyondan fazla insanın bu bölgeye nasıl sığacağı, ne yiyip içeceği de meçhul. İsrail basınında yer alan haberlerde de İsrail ordusunun Sarı Hat üstünde ve gerisinde karakollar ve elektrik altyapısı gibi inşaatlara başladığı belirtiliyor.
İsrail, Gazze’nin tamamı olmasa da en azından yarısını ele geçirmeye kararlı görünüyor. Diğer taraftan Gazze’de kurulması planlanan uluslararası barış gücüne dair tartışmalar giderek büyüyor. İsrail barış gücünün uluslararası niteliği olmayan, HAMAS’ın silahsızlandırılması ve tünel arama/imha gibi faaliyetlerden sorumlu olmasını istiyor. İsrail’in bu talebi kulağa İsrail ordusunun işini devredebileceği uluslararası taşeron isteği gibi geliyor. Bölge ülkeleri ise, barış gücünün uluslararası bir güç olmasını, iç çatışmalara karışmamasını, İsrail saldırılarını engellemesini, Gazze’deki polis teşkilatını eğitmek gibi faaliyetler üstlenmesini talep ediyor.
Bu arada barış gücüne hangi ülkelerin katılacağı da hâlâ muamma. Mesela İsrail kesinlikle Türkiye’nin katılmasını istemezken, bölge ülkeleri de Tony Blair’in hem Irak’taki kanlı ve kirli sicilinden dolayı tedirgin olduklarını hem de niyetinden endişe duyduklarını söylüyor. Blair’in niyetinin Gazze’ye barış getirmek olmadığı herkesin malumu!
Yine HAMAS’ın bekası, silahsızlandırılması gibi tartışmalarla ilgili de netleşmiş bir şey yok. Zaten HAMAS silahsızlandırılsa bile örgütün üyeleri nereye gidecek? Önemli isimlerin açıklamalarının satır aralarına bakılırsa, Gazze önce Israil ve HAMAS bölgeleri olarak ikiye bölünecek; İsrail bölgesinde imar ve inşa çalışmaları başlarken HAMAS bölgesine yönelik baskı, kuşatma sürecek gibi görünüyor. İsrail açısından Gazzelilerin ‘gönüllü’ olarak sürgüne zorlanması çalışmaları da zamana yayılacak böylece!
Bütün bu süreçlerde bölge ülkelerinden Mısır’a çok iş düşecek gibi görünüyor. Bu nedenle Mısırlı yetkililer olası riskleri anlamaya çalışıyor. Son olarak Mısır İstihbarat Şefi Hasan Reşad Tel Aviv’e gitmişti. Bu ziyarette hem Mısır-İsrail arasındaki gerilimin yatıştırılması hem de Gazze’de Mısır’a kalacakmış gibi görünen sorumlulukların konuşulduğu söyleniyor.
Ancak bölgedeki gerilim Gazze ile sınırlı değil!
İsrail son haftalarda “Hizbullah’a silah sağlayanları vurduk ya da örgütü yeniden toparlamaya çalışanları hedef aldık” gibi gerekçelerle Güney Lübnan’a yönelik saldırılarını artırdı. İsrail Lübnan’da yerleştiği yerlerden çıkmak istemiyor ve aynı zamanda Hizbullah’ın hem silahlı hem de siyasi kanadının tamamen silinmesi için baskılarına hız vermiş gibi görünüyor.
Yeni bir savaş riski sebebiyle tedirginliğin iyice arttığı Beyrut’a son birkaç haftadır çok sayıda Arap ve yabancı önemli isim ve heyet gitti. ABD Özel Temsilcisi Morgan Ortagus, Mısır İstihbarat Başkanı Hasan Reşad, Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Geyt gibi isimlerin kritik görüşmeler yaptığı Lübnan ile İsrail arasında ara bulucu rolü için zemin hazırlığı yapıldığına dair iddialar var. Bu iddialara göre Mısır’ın öne çıktığı bu ara buluculuk sürecinde, Lübnan’ın İsrail karşısındaki pazarlık gücü de ayrı bir endişe kaynağı.
Bu gelişmelere paralel olarak Suriye sahasını da boş bırakmayan İsrail ile Suriye arasında, yıl sonuna kadar bir güvenlik anlaşması yapılacağına dair epeydir iddialar zaten vardı. Sık sık İsrail basınında Tel Aviv’in şartlarına dair çıkan haberler bu anlaşmanın kesinlikle Suriye’nin lehine olmayacağını gösteriyor. Amerika bu anlaşma için baskı yaparken Şam-Tel Aviv hattındaki görüşmelerin de sıklaştığına dair Arapça basına sızan haberler var.
Son iddialara göre, anlaşmanın içeriğine dair ilerleme sağlandığı söyleniyor ancak İsrail’in Şam-Golan arasındaki bölgenin silahsızlandırılması, bu bölgede yer alan Dürzi kenti Süveyda’ya koridor açılması gibi şartlardan geri adım atmadığı belirtiliyor. Her ne kadar İsrail tarafı “Suriye’deki Dürzilere yönelik talebimiz tamamen insani amaçlarla” dese de, Süveyda’nın da içinde olduğu çok geniş bir bölgenin hava sahasının İsrail’in kontrolüne girmesi niyetinin hâlâ geçerli olduğu söylenebilir. Bu arada İsrail 8 Aralık’tan sonra Golan Tepelerinin Suriye tarafındaki Kuneytra kentinde çok sayıda köyü işgal etmişti. Bu köylere karakollar kuran İsrail’in, Kuneytra kent merkezine daha da yaklaştığı ve bazı bölgeleri mayınlamaya başladığına dair yerel kaynakların aktardığı haberler oldukça dikkat çekici.
Velhasıl önümüzdeki günlerde İsrail’in hem sahada hem de masada elde ettiği kazanımları garanti altına almak için daha yoğun ve muhtemelen daha agresif hareket etmesi beklenebilir. Elbette bu durum ve diplomasi savaşı Suriye sahasında Türkiye ile İsrail arasındaki nüfuz mücadelesini tırmandırabileceği gibi yeni fay hatlarının kırılmasına da sebep olabilir!




