Bil diye söylüyorum, ömrüme misafir ettiğin o paslı bıçaklardan nasıl kurtulduğumu. Seni beynimde un ufak etmek için düzenli olarak günde üç saat Dostoyevski okudum. Umut vadeden küçük cehennemlerle yaşadım uzun süre. Adı kötüye çıkmış kelimeler bir halk otobüsüyle her gün kapıma taşındılar. Ne sonsuz enkaz yarabbi! Bütün orospu çocuklarını karşıma aldım, devlet bunun farkındaydı ve adım literatüre maskeli bir sebep olarak geçti. Bütün geç kalmış trenler kıyıya vurmuş yengeç sürüsü gibi aynı peronda öldüler, zaten biletimi kaybetmiştim. İki kaşımın arasında Oscar ödüllü bir sonbahar taşıyordum. O günden sonra kalbim, ah o rezil kalbim, tebessüm süsü verilmiş bir intiharın üvey oğlu olarak çarpım tablosundaki yerini aldı. Bilmeni istiyorum; tasa-rım harikası cevizden bir tabutun içinde harikalar yaratıyordum.
Uygarlığın ihanetine uğramış birinin öfkesiyle ordan oraya taşıyorum geceyi şimdi. Her yerinden aşk, ihanet, şüheda, şiir ve kimliğini arayan kemikler fışkıran bu azgın topraklarda ruhu kanayan bir hiçdenizim, kendime dökülüyorum ve tarihe kapısını kapatmış mağaraları araştırıyorum. Deneyimli bir mağlubiyet tutuyor elimden. Körlerin tanıklığında göğsümdeki ağaçlara birkaç soğuk mevsim ve acıkmış maviyi alıştırıyorum, kimsenin dikkatini çekmiyor dilimdeki kül alfabesi. Sanırım Tanrı demokrasiyi sevmiyor!
Ekinleri mahveden ayakların gürültüsü çürütürken bellek tarlasını, kirlenmediğine ikna olmuş sözler uzaklaşmak için sırasını bekleyen imlayı uğurluyor. Suyun ikizi, sana kurulan tuzaklara kaç kez düştüğümü hatırlatıyor bana. Ne sonsuz bir çamur kraliyeti! Asansörle çıktığım aşktan merdivenle indim yuvarlana yuvarlana.
Beni bağışla ey incitilmiş bilinçaltım, dünya kendini tekrar ediyor. Şairler kendini tekrar ediyor, uyutulmuş güzel sanatlar ve MiT’oloji ve bütün sınıfına inanmamış işçiler hala sevgili hükümetlerinin kapısında sürünüyor. Plastik kılıçlarıyla uydurulmuş kahramanlara yenilmekten yapılıyor şiir bu günlerde. Öyleyse;
“Ey dünyanın bütün tinercileri, birleşin ve komünistleşin”
Beni bağışla ey “seni ne çok yalnız bırakmışlar” diye seslenilen kalbim. Şimdi birkaç gözden çıkarılmış duyguyla aynı odayı paylaşıyorum, rüzgârla dans eden kadınlar geçiyor dibimden. Seni ölü buluyorum her yeni başlayan rüyada.
Boşluklarıyla beslenen bir toplumun gözünde yakılan birkaç acemi düşün ne önemi var ki. Evrenin sofrasında hızla yükselen tabut sektörü ve yetenekli yaşam mühendisleri düşünceyi öldürmekle meşgul devletin bahçesinde. Ödül üstüne ödül alıyor çenesini kapatmış çiçekler. Tanrım bu şehir beni kaç kez tükürdü, yatak odama kendimi özenle atabileceğim bataklıklar yağıyor. Bil diye söylüyorum, ben senden sonra dünyanın bütün rezillikleriyle bir bir tanıştım. Beni aralarına kabul edip törenle rozet taktılar.
Uğrunda sel gibi kan akıtılmış ideolojilerden ve yüzüne yapışmış kutsal cücelerden gerçek kaybolmuş şeylere dönmek… Sensiz yaşamayı insanlaşarak öğrendim sevgili, suyun ikizi tuttu elimden ve sana ilk kez aldanmamayı öğrendim. Şimdi bu sözcükler, bu yapı söküm, bu logos son sözünü düşüyor yaşamın ağırlık merkezine;
“Metnin dışında hiçbir şey yoktur”*
Metin Akdeniz
12 Şubat 2012
*Jacques Derrida





