Vahiy, sözlükte “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, ilham ve işaret etmek” anlamına gelir. Terimsel olarak “Allah’ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberine gizli olarak bildirmesi” anlamına gelir. Etimolojik olarak en çok kullanılan “bildirim” anlamı olduğu görülmektedir. Kur’an’da 78 yerde geçmektedir.
Vahiy Kur’an-ı Kerim’de; Allah ile peygamberler arasında olan bir iletişim şekli olmasının yanında Allah’ın başka varlıklarla ve diğer varlıkların kendi aralarındaki haberleşmeler olarak da geçer. Allah’ın kelâmını peygamberlerine hususi şekilde iletir. Vahyin genel olarak iki öğesi vardır. İlk olarak insanın iradesi dışı bir geliş olması yani Yüce Allah’tan gelmesi, diğeri ise herhangi bir faktörden bağımsız olmasıdır. Hiçbir dış etki ve müdahale olmadan vahiy gelir. İlk çıkış kaynağı Allah’ın yüce ilmidir. Ulaşım noktası ise resullerin aklı, zihnidir. Kur’an’da Allah’ın insanlara emirlerini tebliğ etme araçları üçe ayrılır bunlar; vahyetme, perde arkasından hitap etme ve elçi aracılığıyla söz söylemedir. Nitekim Şura Suresi 51. Ayette açıklanmıştır ‘’Allah, bir insanla ilham yoluyla, perde arkasından veya tercih ettiği şeyi kendi izniyle içine fısıldasın diye elçi gönderme dışında bir yolla konuşmaz. Yüce olan ve doğru kararlar veren O’dur.’’
Üç yönteme de örnek verirsek ilham yoluyla gelen vahiy; kalbe doğmak ve bazı rüyaları görmek olarak yorumlanabilir. Bu vahiy sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere ve cansız varlıklara da gelebilir. Allah’ın arıya vahyetmesi, gökyüzüne, yere, suya vahyedilmesi, Hz. Musa’nın annesine vahyedilmesi, Hz. Meryem’e vahyedilmesi, Hz. İsa’nın havarilerine vahyedilmesi, Hz. Yusuf ve Hz. İbrahim’in gördüğü rüyaları yazabiliriz.
Perde arkasından vahiy ise örnek olarak Allah’ın Hz. Musa ile konuşması Kasas Suresi 30. Ayet ‘’Musa oraya varınca vadinin sağ yamacından, o bereketli yerdeki ağaçtan şöyle seslenildi: “Bak Musa! Ben Allah’ım, bütün varlıkların sahibiyim.” Elçi gönderip tebliğde bulunma yoluyla vahiy ise Allah’ın melek vasıtasıyla peygamberlerine dilediğini bildirmesidir. Buna örnek olarak Hz. Muhammed’e Cebrail’in vahiy getirmesi verilebilir. Tekvir Suresi 19-21. Ayetlerinde bu açıklanır. ‘’ Ki o, çok değerli bir elçinin sözüdür. Çok güçlüdür o elçi, Arş sahibinin katında saygındır. İtaat edilir orada kendisine, emindir.’’
KUR’AN DIŞI VAHİY (VAHY-İ GAYR-İ METLUV) SORUNSALI
Gelenekte vahiy 2 kısma ayrılır. İlk olarak Vahy-i metluv: Tilavet edilen ve namazda okunan vahiy anlamlarına gelir. Kur’an ayetlerinin tümü buna örnektir.
İkinci olarak Gayr-i Vahy-i Metluv: Tilavet edilmeyen ve namazda okunmayan vahiy anlamlarına gelir. Hadislerle günümüze gelmiş ve lafzı Peygambere ait olan vahiydir. Örnek olarak Kudsi Hadisler verilir.
Vahy-i Gayr-i Metluv Açısından Kur’an Ayetlerinin Hatalı Yorumlanması
3 Örnek;
- Kıblenin Mescid-i Haram’a Çevrilmesi Durumu
Bakara Suresi 143 ve 144. Ayette ‘’İşte böyle! Biz sizi, insanlar üstüne tanık olasınız, Resul de sizin üstünüze tanık olsun diye, orta yolu izleyen bir ümmet yaptık. Biz, eskiden üzerinde olduğunu kıble haline getirdik ki Resule uyanı, ökçesi üstüne gerisin geri dönenden ayıralım. Bu, Allah’ın kılavuzluk ettikleri dışındakilere gerçekten zor gelecektir. Ama Allah imanınızı işe yaramaz hale getirmeyecektir. Şu da bir gerçek ki, Allah öncelikle insanlara karşı çok acıyıcı, çok merhametlidir. Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i Haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.’’
Gelenekçiler bu ayetten hareketle Muhammed Peygamber’in, Mescid-i Haram’ dan önceki kıble Kur’an da yer almayıp bahsedilmediği için önceki kıble hakkında ayrıca vahiy geldiği ve gelen vahyi Kur’an dışı vahye örnek olduğunu söylerler. Burada bahsedilen kıble aslında Kudüs’tür. Açıklamasına gelirsek Al-i İmran Suresi 96. Ayette ilk kıblenin Kâbe olduğu anlatılır. ‘’Şu bir gerçek ki, âlemlere bir bereket kaynağı ve yol gösterici halinde insanlar için kurulan ilk ev Mekke’dekidir.’’ Bakara Suresi 125. Ayette de Hz. İbrahim için Yüce Allah vahyemiştir: ‘’Hatırla o zamanı ki, biz o evi insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim’in makamından bir dua/namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şu sözü ulaştırmıştık: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû-secde edenler için evimi temizleyin!’’ Kâbe, yeryüzünde inşa edilen ilk mabet ve dolayısıyla ilk kıble olma özelliğine sahiptir.
İlk kıblenin Kâbe olmasından sonra ikinci olarak kıblenin Kudüs olduğu görülür. İsrail’in merkezi haline gelen bu şehir, Kral Hz.Davud tarafından fethedilişinden (II. Samuel, 24/16-25) ve daha sonra oğlu Süleyman tarafından M.Ö. 950’lerde Beyt-i Makdis’in orada inşa edilişinden sonra İsrail dininin merkezi olmuştur. Dini bir merkez haline gelen ve Hz. İsa’nın da doğum yeri olan (Matta, 2/1; Luka, 2/4) Kudüs’ü Yahudiler ve Hıristiyanlar kutsal bir şehir olarak görmüşlerdir. Kudüs, Romalılar tarafından ele geçirilişinden ve Beyt-i Makdis’in yıkımından sonra bile Yahudiler için dini bir merkez ve kıble olma özelliğine devam etmiştir. Beyt-i Makdis’in yıkılışından sonra inşa edilen sinagogların yönü de Kudüs’e doğru idi. Ayrıca, sinagogların, İslam’daki mihraba karşılık gelen bölmeleri de Kudüs’e yönünde yapılmıştır. Böylece Yahudilikte, evlerde, sinagoglarda, her ibadet esnasında Kudüs’e dönülmektedir. Buna “mizrah’’ (doğu yönü) denilir. Hristiyanlar’da bu şekil devam etmişlerdir. Ehl-i Kitap olan Yahudilerin döndüğü kıbleye gayet tabii Hz. Muhammed ve müminlerde dönmüştür. Hatta kıblenin Kâbe olarak vahyedilmesinden sonra bu emire karşı tepki gösteren Ehl-i Kitap’a, Yüce Allah, Bakara Suresi 142. Ayette ‘’İnsanlar içinden bazı beyinsizler: “Onları, yönelmekte oldukları kıbleden ne çevirdi?” diyecekler. De ki: “Doğu da Allah’ın, batı da. O, dilediğini dosdoğru yola kılavuzlar.” Vahyetmiştir. Yine Bakara Suresi 145. Ayette de Yahudilerin bu imtihana karşı geldikleri ve gelecekleri de anlatılır. ‘’Yemin olsun, Ehli Kitap’a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.’’ Kıble ve yönü insanlar için – ‘’Allah oradadır’’ anlamına gelmemelidir. Nereye dönülürse dönülsün, Allah’ın zatı oradadır; zamandan ve mekândan münezzehtir. Nitekim Bakara Suresi 115. Ayette ‘’Doğu da batı da yalnız Allah’ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah’ın yüzü vardır. Allah Vâsi’dir, varlığı sürekli genişletip büyütür; Alîm’dir, her şeyi en iyi biçimde bilir.’’ Vahyedilmiştir. Yine Bakara Suresi 177. Ayetinin ilk cümlesi de ‘’Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz hayırda erginlik/dürüstlük değildir.’’ dir. Kıble’nin değiştirilme nedeni ise Bakara Suresi 143. Ayette net olarak açıklanmıştır. ‘’İşte böyle! Biz sizi, insanlar üstüne tanık olasınız, resul de sizin üstünüze tanık olsun diye, orta yolu izleyen bir ümmet yaptık. Biz, eskiden üzerinde olduğunu kıble haline getirdik ki resule uyanı, ökçesi üstüne gerisin geri dönenden ayıralım. Bu, Allah’ın kılavuzluk ettikleri dışındakilere gerçekten zor gelecektir. Ama Allah imanınızı işe yaramaz hale getirmeyecektir. Şu da bir gerçek ki, Allah öncelikle insanlara karşı çok acıyıcı, çok merhametlidir.’’
- Sırrın İfşası Durumu
Tahrim Suresi 3. Ayette ‘’Hani, Peygamber, eşlerinden birine bir sözü gizlice söylemişti. Sonra eşi bu sözü duyurup Allah da onu Peygamber’e bildirince, Peygamber sözün bir kısmını açıklamış, bir kısmından vazgeçmişti. Peygamber, sözü eşine bildirdiğinde o: “Bunu sana kim haber verdi?” demişti. Peygamber de: “O her şeyi bilen, her şeyden haberi olan bana bildirdi.” diye cevaplamıştı.’’ Bu ayette geçen ve Peygamberin hanımının ifşa ettiği haberle ilgili bu haberin Kur’an da açıklanmamış, Peygamber’e şahsi söylenmiş dolayısıyla Kur’an dışı vahiy örneği olduğu dile getirilmiştir. İlgili ayeti başından incelediğimizde Peygamber ile eşleri arasında bir sıkıntı olduğundan, Peygamberin helal olan şeyleri kendisine haram yapıp yasaklamasından ve bunun hata olduğundan bahsedilir. Kişiler arasında laf taşımanın yanlış olduğu da açıklanır. Bu ayetlerden Peygamber’e Kur’an dışı vahiy geldiği söylentileri çıkarmak safsatadır. Burada Peygamberin dediği “O her şeyi bilen, her şeyden haberi olan bana bildirdi.” Cümlesindeki kastedilen Her şeyin Allah’ın bilgisi dahilinde olduğu ve ondan habersiz hiçbir şeyin olamayacağıdır. Bir şekilde her insana yol gösterici işaretler ve ilhamlar gelebilir. Zaten Kur’an dışı vahiy diye bir şey olsa Peygamberin eşi ona “Bunu sana kim haber verdi?” demezdi. Bu bile Kur’an dışı vahyin olmadığına delildir. Eğer Kur’an dışı bir iletişim olsaydı bu soru sorulmazdı.
3-İki Taifeden Biri Vaadi
Enfal Suresi 7. Ayette ‘’O sırada Allah, iki gruptan birinin kesinlikle sizin olacağını vaat ediyordu. Ve siz, güçsüz ve silahsız olanın size düşmesini arzu ediyordunuz. Allah ise hakkı kendi kelimeleriyle tam bir biçimde ortaya koymayı ve küfre batmışların ardını-arkasını kesmeyi istiyordu.’’ Bu ayete istinaden iki durumdan birini kazanma durumunun önceden Kur’an dışı vahiyle söylenmiş olduğu iddia edilir. Ancak durum böyle değildir. Rum Suresi 2-5. Ayetlerinde ‘’Yenilgiye uğratıldı Rûm. Yeryüzünün en yakın/en alçak bir yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından galip duruma geçecekler, Birkaç yıl içinde. İş/oluş/hüküm, önünde de sonunda da Allah’ındır. Onların galibiyet gününde müminler ferahlayacaklar, Allah’ın yardımıyla. Dilediğine yardım eder O! Azîz’dir, Rahîm’dir O.’’ Bu ayetlerde geçen vaat Enfal Suresi 7. Ayeti zamanlarına denk gelmektedir. 614 yılında Bizans Sasani Savaşları (Rum-Pers) sırasında kısa bir kuşatmanın ardından Sasani İmparatorluğu Kudüs’ü fethetmiştir. Buna karşı Bizanslılar yeniden toparlanma sürecine girerek Herakleios’un seferi (622) Bizans-Sasani Savaşları sırasında İmparator Herakleios tarafından Anadolu’da gerçekleştirilen ezici Bizans zaferiyle sonuçlanan büyük bir seferle savaşı kazanmışlardır.
Kur’an dışı vahiy neden olamaz?
Öncelikle tüm bu nitelendirmeler Muhammed Peygamber’i insanüstü yapma çabasıdır. Ancak o Kur’an da defalarca bahsedildiği gibi bir beşerdir. Kur’an dışı vahyin sürekli geldiğini söylemek ontolojik olarak yanlıştır. Yüce Allah ve insanoğlu sürekli bir konuşma içerisinde bulunamaz. Bu durum zaten olağanüstü olan bir durumu Peygamber için sıradanlaştırma haline getirmektir. Peygamberin zorda kaldığı zaman sürekli dilekte bulunup karşılık olarak vahyedilip cevabını da alması durumu vahiy kavramının niteliğini küçültür. Yüce Allah’la bu şekil konuşmaya kimsenin gücü yetmez.
Eğer ki Kudsi Hadisler gerçek olsaydı, Kur’an ayetlerine verilen önem tabi ki Kudsi Hadislere de verilirdi. Onlar da Kur’an la birlikte yazılıp, insanlar Kur’an la birlikte öğrenirdi. Resul, Yüce Allah’la konuşmasını önemine göre kategorize edip bazılarından hiç bahsetmeyecek miydi? Sahabeler ve Peygamber bu vahiyleri yazmayı hiç düşünmeyecekler miydi? Yüce Allah bu vahiylerini korumayacak mıydı? Bu büyük bir iftiradır. Kudsi Hadisler onlarca hatta yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmışlardır. Kur’an da bu durumun olamayacağıyla ilgili onlarca ayet vardır. Tebliğin içeriği yalnızca Kur’an la sınırlıdır. Muhammed Peygamber Kur’an la tebliğ eder.
Nahl Suresi 35. Ayette ‘’Ortak koşanlar dediler ki: “Eğer Allah isteseydi biz de atalarımız da Allah dışında bir şeye kulluk/ibadet etmez, O’na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.’’ Hud Suresi 57. Ayette “Eğer yüz çevirirseniz ben, bana gönderilen şeyi size tebliğ etmiş bulunuyorum. Rabbim, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O’na hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Kuşkusuz benim Rabbim her şey üzerinde bir Hafîz’dir; kollar, gözetir.”
Kur’an da başka türlü vahye bırakılacak bir noksanlık yoktur. En’am Suresi 38. Ayette’’ Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir kuş istisna olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir. Biz bu Kitap’ta, herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. Onlar, sonunda Rableri önünde haşredilirler.’’ Nahl Suresi 89. Ayette ‘’Gün olur, her ümmet için kendi aleyhlerine kendi içlerinden bir tanık çıkarırız. Seni de şu insanlar hakkında tanık olarak getireceğiz. Sana bu Kitap’ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde ol’’
Bu durum geleneğin, Kur’an’ı değiştiremeyip ya da yerine başka istedikleri bir kutsal kitap getiremeyecekleri için geliştirmiş oldukları bir Kur’an’ı devre dışı bırakma yöntemidir. Yunus Suresi 15- 17. Ayetlerde bu durumun çok benzeri işlenmiştir. ‘’Ayetlerimiz onlara açık-seçik parçalar halinde okunduğu zaman, bize ulaşmayı ummayanlar şöyle dediler: “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir.” De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkuya düşerim.” De ki: “Allah dileseydi, onu size okumazdım, onu size bildirmezdi de. Ondan önce içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” Yalan düzerek Allah’a iftira eden yahut O’nun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim var? Şu bir gerçek ki, suçlular iflah etmezler.
İnananlar gibi görünenlerin de inkâr ettiği şeyler içerisinde bizzat Kur’an ayetleri de vardır. Al-i İmran Suresi 72. Ayette ‘’Ehlikitap’tan bir zümre şöyle dedi: “Şu iman edenlere indirilene günün başlangıcında inanın, günün sonunda karşı çıkın. Belki bu sayede geriye/eskiye dönerler.’’
Ayrıca Kur’an ayetlerinde gaybın bilgisinin ayetler dışında kapalı olduğu vahyedilirken Kur’an dışı vahiyler gayb bilgisiyle doludur. Örneğin; Muslim‘de şöyle bir hadis yer almaktadır: “Allah Teâlâ kıyamet günü buyurur: ‘Ey Âdemoğlu! Hastalandım beni ziyaret etmedin.’ Âdemoğlu ‘Ya rab! Seni nasıl ziyaret edebilirim. Sen âlemlerin rabbisin.’ diyecek. Allah ona ‘Bilmiyor muydun, filan kulum hasta oldu, sen ise onu ziyaret etmedin. Bilmiyor muydun, onu ziyaret etmiş olsaydın, beni onun yanında bulurdun. Ey Âdemoğlu! Senden yiyecek istedim ama beni doyurmadın.’ buyuracak. Âdemoğlu ise ‘Ya rabbi! Seni nasıl doyurabilirdim ki? Sen âlemlerin rabbisin?’ diyecek. Allah şöyle buyuracak: ‘Bilmiyor musun, falan kulum senden yiyecek istedi de onu doyurmadın. Bilmiyor muydun ki, onu doyurmuş olsaydın, onu benim nezdimde bulacaktın. Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, bana su ikram etmedin?’ Âdemoğlu ‘Ya rabbi! Sana nasıl su ikram edebilirdim ki? Sen âlemlerin rabbisin?’ cevabını verir. Allah da ona şöyle buyurur: ‘Falan kulum senden su istedi. Ancak sen ona su vermedin. Ona su ikram etmiş olsaydın, bunu benim nezdimde bulacaktın.” Bu durum tamamen bir gaybi konuşmadır ve uydurulmuştur. Kimse kıyamet günü olacakları Kur’an dışı bilemez. Örneğin Neml Suresi 65.Ayette De ki: “Göklerde ve yerde, Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler.” denir. Yine En’am Suresi 59. Ayette de Gaybın anahtarları O’nun yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olanı da bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. Toprağın karanlıklarındaki bir dâne, yaş ve kuru her şey apaçık bir Kitap’ın içindedir. Açıkça vahyedilmiştir.