Turan Dursun yine aynı serisinde yaptığı yorumlardan birinde ‘’nesih mensuh’’ durumuna değinmiştir. Bunu bir çelişki olarak niteleyen Dursun; “Çelişki”, burada hangi anlamda kullanılıyor? Önce onu belirteyim: “Aykırılık”, “birbirine uymama”, “birbirini tutmama”, “çatışma”…, doğruluğunun, öbürünün yanlışlığını -bir ölçüde- gerektirir olması… Mantık taki “tenâkuz”dan daha geniş anlamda.’ Usûlü’l-fıkh (İslam hukuku) uzmanlarının kullandıkları “tenâkuz” ve “teâruz”la eşanlamda.Nisâ Suresi’nin 82. ayetinde geçen ve Diyanet’in resmî çevirisinde “aykırılık” diye dilimize çevrilen “ihtilaf anlamında. Bu çeviride ayetin tümünün anlamı şöyle:“Kur’an’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (Nisâ Suresi, 82. ayet.) Şimdi bakalım, Kur’an’da “aykırılık”lar var mı, yok mu? İslam dünyasında işlenegelen “NESH” diye bir şey var. Kur’an’daki “nesh”den söz edilir. Bakara Suresi’nin 106. ayetinde de, Kur’an’ın “Tanrı”sınca, “Biz, bir ayeti nesh ettiğimiz zaman…” diye başlanır, kimi ayetlerin “nesh” edildiği anlatılır.”NESH” nedir? Sözlük anlamıyla, “Bir şeyi bir başka şeyle gidermek” Örneğin, “ışık” getirilince “karanlık” giderilir. “Güneş gelince gölgeyi giderir.” Bakara Suresi’nin 106. ayetinde de bu anlamdadır. Çünkü “bir ayeti getirip, bir başka ayetin hükmünün giderildiği” anlatılmak istenir. ’’Bir başka anlamı da, “bir şeyin bir başka şeye aktarılması, göçürülmesi”dir. İslam hukukundaki anlamı, “Daha sonraki bir hükümle, daha önce var olan bir hükmün (yürürlükten) kaldırılması (bunun, ayet ve hadisle sağlanması)”. Ya da “bir şeriat hükmünün gelmesiyle, bir önceki şeriat hükmünün sona ermesi”. İkinci tanım şöyle de dile getirilir: “Bir önceki şeriat hükmünün TERSİNİ sonuçlandıracak biçimde, sonradan bir şeriat hükmünün gelmesidir.”
Öncelikle Bakara Suresi 106. Ayette ‘’Biz bir ayeti siler, unutturur veya ertelersek ondan daha iyisini veya onun bir benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi?’’ sözü edilen nesih kavramını doğru anlayabilmek için diğer ayetleri de okumalıyız. Örneğin Maide Suresi 15.Ayette ‘’ Ey Ehlikitap! Resulümüz size geldi. Kitap’tan saklamış olduklarınızın çoğunu size ayan-beyan açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Burada bahsedilen önceki ilahi kitapların nesih durumudur. Bütün ilahi kitaplar doğal olarak aynı yerden geldikleri için bir önceki ilahi kitapları tasdik eder. Neshin anlamlarından biride iki şeyi yan yana getirmek anlamındadır. Aktarma anlamında olarak bir yazıyı başka yazıya geçirmek şeklinde kullanılır. Bir uygulamayı başka bir uygulama ile kaldırma anlamında da gelir. Bu kısımlar kitabın küçük bir kısmında olur. Nitekim Araf Suresi 157. Ayette ‘’ Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları ümmî peygambere uyarlar; o onlara iyiliği emreder, kötü ve çirkinden onları alıkoyar. Güzel şeyleri onlara helal kılar, pis şeyleri onlara yasaklar. Sırtlarından ağırlıklarını indirir, üzerlerindeki zincirleri, bağları söküp atar. Ona inanan, onu destekleyen, ona yardım eden, onunla indirilen ışığa uyan kişiler, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.’’ Ayetinde de bahsedildiği gibi Kuran ile birlikte önceki ümmetlere inen kutsal kitaplardaki bazı hükümlerde bir iyileştirme bir cezanın sona ermesi ya da hafifletilmesi gibi durumlar oluşmuştur. Bunlar Kuran’ın önceki kitapları tasdik etmediği ve bir çelişki yaşandığı anlamına gelmez. Yine Bakara 106 da kastedilen önceki kitap inmiş ümmetlerin inen kitaplardaki Örneğin (Tevrat, İncil ) den bazı ayetleri zamanla gizlediği, anlamında da bazı ayetlerde eğip bükmeler yaptığı kastedilmiştir.
Yine Dursun bir başka yazısında ; İslam’da “Hoşgörü” Var mı? Bir kesim ayetlere bakılırsa, “İslam’da hoşgörü var” demek gerekiyor. Anlamları yukarıda sunulan, Kâfirûn Suresi’nin 6. ayetiyle Bakara Suresi’nin 62. ayeti de bunlardan. Şu ayetler de: “Öğüt ver, çünkü sen, yalnızca bir öğütçüsün; onların üzerinde bir ZORBA değilsin.” (Gaşiye Suresi, 22-23. ayetler.) Bu anlam ve doğrultuda başka ayetler de var. (Bkz. Âl-i İmrân Suresi, 20. ayet; Mâide Suresi, 92, 99. ayetler; Ra’d Suresi, 40. ayet; Nahi Suresi, 35 ve 82. ayetler; Nûr Suresi, 54. ayet; Ankebût Suresi, 18. ayet; Fâtır Suresi, 23. ayet; Yâsin Suresi, 17. ayet; Teğâbün Suresi, 12. ayet.) “Dinde ZORLAMA yoktur.” (Bakara Suresi, 256. ayet.) İslam propagandasını yapan ve “hoşgörü dini” olduğunu savunanlar, bu ayetleri, özellikle de Kâfirûn Suresi’nin 6. ayetini ve bu son ayeti sık sık kullanırlar. Oysa İslam hukukunda bu ayetler “mensuh (hükmü yürürlükten kaldırılmış)” ayetlerdendir. Bunlar, “Kılıç Ayeti” (Âyetü’s-Seyf) diye adlandırılan ayetle (Tevbe Suresi, 5. ayet) “Öldürüşme Ayeti” (Âyetü’l-Kıtâl) diye adlandırılan ayetle (Tevbe Suresi, 29. ayet) ve “cihad ayetleri”yle “yürürlükten kaldırılmış” sayılmışlardır. “Kılıç Ayeti”yle yürürlükten kaldırılan ayet hükmü sayısı: 114. “Öldürüşme (kıtâl) Ayeti”yle yürürlükten kaldırılan ayet hükmü sayısı: 8. İslam dünyasında, İslam hukukundaki uygulamalar da buna göre olagelmiştir. Şöyle ya da böyle, “hoşgörü” yansıtan ayetlerden başka kesim ayetlere bakıldığında tam ters bir doğrultuyla karşılaşılır. İslamın katı bir “HOŞGÖRMEZLÎĞİ” görülür bu ayetlerde. “Yürürlükte sayılan”lar da belirtildiği gibi bunlardır: “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları, bulduğunuz yerde öldürün. Onlan yakalayıp hapsedin. Her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse peşlerini bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Tevbe Suresi, 5. ayet, Diyanet’in çevirisi.) “Onları, nerede bulursanız orada öldürün…” (Bakara Suresi, 191. ayet; Nisâ Suresi, 89, 91. ayetler.) Nisâ Suresi’ndeki “öldürün!” buyruğu “münafıklar içindir. “Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Ve onlara katı-sert davran! Varacakları yer, cehennemdir. Orası ne kötü bir varış yeridir.” (Bu ayet, iki ayrı surede aynen yer almıştır; Tevbe Suresi, 73. ayet; Tahrîm Suresi, 9. ayet.) Aynı doğrultuda pek çok ayet var. (Bir kesimi için bkz. Mâide Suresi, 35. ayet; Tevbe Suresi, 41, 79. ayetler; Hacc Suresi, 78. ayet; Furkan Suresi, 52. ayet.) “Kitap verilenlerden Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, HAK DİNİ din edinmeyenlerle; boyunlarını büküp kendi elleriyle CİZYE verene kadar savaşın!” (Tevbe Suresi, 29. ayet, Diyanet’in çevirisi.) İslamda geçerli olan bir şey var: “Mümaşat.” Anlamı; “Birlikte yürüme”. İslam, “güçleninceye dek barış içinde birlikte yürüme”yi ilke edinmiştir. Biraz “hoşgörü” yansıtan ayetler, “mümaşat dönemleri”nin ürünüdür. “Mümaşat” ilkesi, Muhammed’in “savaş hiledir” sözünden kaynağını alır daha çok. İslam, tüm insanlar Müslüman olana dek, yeryüzünü bir SAVAŞ ALANI sayar. “Barış” ve “hoşgörü” de, eğer gerekiyorsa, “savaş”ın gereği olan “hile” içindir.
Her zaman olduğu gibi bu yazısında da Dursun ayetleri cımbızla seçerek anlam bütünlüklerini kurmadan istediği gibi anlamlar yüklemeye çalışmıştır. Tevbe Suresi 5. Ayette kastedilen durum anlaşmayı bozup müminlere saldıran müşriklerle ilgilidir. Kanıt olarak Söz konusu Surenin 7. Ayetinde ‘’Müşriklerin Allah katında, onun resulü katında ahitleri nasıl olabilir! Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız müstesna. Bu şekilde antlaşması olanlara, onlar size doğru-dürüst davrandıkça, siz de doğru-dürüst davranın. Allah, sakınanları sever.’’ Bakara ve Nisa suresindeki cımbızladığı sözcükleri tam halleriyle okursak Bakara 190.Ayette ‘’ Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın/çarpışmada zulme sapmayın. Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmiyor.’’ Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Müslümanların yaptığı savaşlar ancak savunma savaşıdır ve sadece karşılık gördüklerinde nefsi müdafaa olarak uygulayabilirler. Yine bir sonraki ayette de Müşrikler Müslümanlarla savaşmadan Müslümanların bir hamle yapmaması emrolunur. Bakara 192. Ayette de ‘’ Eğer savaşı sona erdirirlerse Allah çok affedici, çok merhametlidir. Burada da müşrikler savaşa son verdiği andan itibaren müminlerin hamle yapamayacağını hatta tövbe edildiğinde müşriklerin affolabileceği anlatılıp İslam’ın ne denli büyük bir hoşgörü dini olduğu kanıtlanır. Yine Nisa 89 u kastederek yazdığı yazıda da Allah’ın uyarısında o grubun münafık olduğu, Müslümanlar aleyhinde tuzaklar kuranların, Allah ve Resulüne isyan etmek suretiyle kazandıkları günahlar, onların tekrar eski hallerine dönerek kâfir olmalarına yol açmıştır. Her şeye rağmen yine hoşgörü kapıları açıktır. Nisa 90.Ayette ‘’Ancak sizinle aralarında antlaşma olan bir topluma sığınanlarla, kendi toplumlarıyla yahut sizinle savaşma konusunda yürekleri yetersiz kalıp da size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları elbette sizin üstünüze salardı, onlar da sizinle mutlaka savaşırlardı. O halde, sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış eli uzatırlarsa, artık Allah size, üzerlerine gitmek için bir yol vermemiştir.’’ Anlaşmalara uyulması gerektiği anlatılır. Tevbe 29 da bahsedilen cizye ise Savaşta esir olmalarından ötürü verecekleri cezadır. Bu ceza karşılıksız serbest bırakılmayacak kişilerin ödediği fidyedir.
Bir diğer yazısında Dursun, ‘’şeytan ayetleri’’ diye adlandırılan olay hakkında şöyle diyor; Bazı İslamcı çevrelerin “Şeytan Ayetleri” diye bir şeyin hiçbir zaman olmadığı şeklindeki iddialarını ciddiye almak mümkün değildir. Bu ayetler kesinlikle bir “masal”, bir “uydurma” olmayıp tamamıyla bir gerçektir. Yani Muhammed, Mekke’de iken, ilk dönemlerde, “üç tanrıça”nın övgüsünü yapan ve o zamana değin Araplarda da bilinen şiir, Necm Suresi’nin ayetleri arasında okununca (okuyan Muhammed’in kendisidir), Arap “putatapar”lar da “peygamber”le birlikte “secde” etmişlerdir. Ne var ki, “sonra”dan, “Cebrail”in uyardığı ileri sürülerek, ayetler arasına karıştıranın “Şeytan” olduğu savunulmuştur. Savunan, “Peygamber”. Bunu aktaran da başta Peygamber’in arkadaşları olmak üzere “İslam büyükleri”dir. “İslam hadisçi ve tefsircileri”dir. Olayın bir bölümü, yani Necm Suresi’nin okunması sırasında “putataparlar”ın, “Peygamber’le birlikte secde ettikleri” Buhârî’nin e’s-Sahîhinde yazılıdır. Olayın kalan bölümü de sayılamayacak kadar çok “hadis” ve “tefsir” kitaplannda yer almıştır. Olayın bütününe ilişkin hadis, 15. yüzyılın en büyük hadisçi ve ”tefsirci”lerinden sayılan Celaleddin Süyuti ve İbn Hacer (el-Askalanî) tarafından doğrulanmış, “sağlam” kabul edilmiştir. Yani olay, nitelendiği gibi bir “masal” değildir ve yine ileri sürdüğü gibi, “İslam karşı devrimcileri”nce uydurulmamıştır. Kısacası, Kur’an’ın Hac Suresi’nin 52. ayetinin, bunu izleyen ayetlerin ve bu ayetlere ilişkin aktarma ve yorumların tanıklığıyla “Şeytan Ayetleri” olayı bir gerçektir. Kaynak, ileri sürüldüğü gibi yalnızca Taberî değildir. Taberî’den 150 yılı aşkın bir zaman önce yaşamış olan İbn İshak’ın “e’s-Sire”sinde de olay yer alır. Bunun yanında bir başka gerçek, laik ve özgür düşünen insan -ki Salman Rüşdü de böyle bir insandır”din kutsallıklarının çerçevesine sokulamaz. Bunu yapma yolundaki “din terörü” karşısında korkmadan, yılmadan yeterince savaş verilmelidir artık.
Öncelikle Dursun her zaman ki gibi hadisçi ve tefsircilerin dedikleri şeylere sorgusuz sualsiz inanmakta ısrar etmeye devam etmiş olup tüm bu dokunulmazlık zırhı verdiği kişilere Salman Rüşdi ‘yi de ekleyip kendi inancınca yazılan her şeye inanmıştır. Salman Rüşdi’nin İngilizler tarafından müslüman dünyasına iftira atmak için fonlandığı ve yaptığı yalanlardan ötürü ona ödüller verildiği gerçek bir durumdur. Hiç bir yazar hatta hiçbir insanım diyen kişi ve kişiler para ve unvan karşılığında dini ve kutsal değerlere hatta tüm doğru olaylara aşağılıkça saldırıp yalanlar üretmemelidir. ‘’Garanik Olayı’’ diye rivayet edilen bu olaylar tamamen İslam Alemi’ne atılmış bir iftiradır. Hikayeye göre Necm 19 ve 20 de ‘’ Gördünüz mü Uzza’yı, Lât’ı. Ve ötekini, üçüncüsü olan Menât’ı.’’ ayetlerine gelince şeytan, “Onlar kuğulardır, onların şefaatleri de umulur” sözünü ortaya atmış. Duyanlar da bunu Hz. Muhammed’in söylediğini sanarak, “Muhammed bizim tanrılarımızı övdü” diye sevinmişler. Surenin sonunda Peygamber secde edince onlar da secde etmişler. Daha sonra olay Hz. Muhammed’e bildirilince çok üzülmüş. Garanik olayı diye adlandırılan bu olay üzerine, Hac Suresi 51 ve 52 ayetleri inerek, ‘’Ayetlerimizi işe yaramaz kılmak için gayret gösterenlere gelince, onlar cehennemin dostlarıdır. Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir şey tasarladığında/okuduğunda, şeytan onun düşünce ve dileği içine bir şey atmış olmasın. Ama Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini muhkemleştirir. Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.’’ olaya çok üzülen Peygamber’i teselli edilmiş… Bu hikaye tamamen uydurma olup Kuran’ın öğretisine asla uymamaktadır. Necm ve Hac sureleri arasında yıllar vardır. Ayrıca Burada bahsedilen şey vesvese olup her insanın aklına girebilecek bir şeydir. Tüm bunlar İslam ve peygamberini itibarsızlaştırma çabalarıdır. Vakıa Suresinin 77-78 ve 79.ayetlerinde ‘’O, kesinlikle şerefli bir Kur’an’dır. Titizlikle saklanan bir Kitap’tadır. Ona, arındırılmışlardan başkası dokunmaz.’’ Yani ayetlere göre Kuran ı kaynağında tahrif etmek için hiçbir şeytan ve cin ona el uzatamaz”. Şuara Suresi 210, 211 ve 212. Ayetlerinde denildiği gibi ‘’ Onu şeytanlar indirmedi. Onlara yaraşmaz, zaten güçleri de yetmez. Çünkü onlar, dinleyişten azledilmişlerdir.’’ Ayetleriyle Kuran’ın İlahi bir dokunulmazlık zırhının olduğu ve onun inerken ayetlerin muhtevasına cin ve şeytanların karışmasının ‘’asla’’ mümkün olmadığı net bir şekilde anlatılır.
Okuyan, araştıran ve gerçeği bulmak için niyetlenip çabalayan insanlar doğruları elbet bulacaktır…