Beyt’ül Makdis, UrŞalim, Yebus, ve Mukaddes Toprak isimleriyle de adlandırılmış olan Kudüs değişik kültürlerden insanlara ve özellikle üç semavi dinin (Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) halklarına kutsal anlamlar ifade eder. Bundan dolayı Kudüs, Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı için çok önemli bir yerdir. Şehrin Yahudiler için önemi büyüktür çünkü Hz. Musa İsrailoğulları’nın Kutsal Topraklara girmesini emretmiştir. Ayrıca Yahudiler, kökenlerini bu topraklarda da yaşamış Hz. İbrahim’e dayandırmaktadır. Hz. Davut ve Hz. Süleyman da bu topraklarda yaşamıştır. Kudüs ve çevresi Hristiyanlar için de kutsal ve önemli bir yerdir çünkü inanışlarına göre Hz. İsa’nın yürüdüğü, eziyetler çekip mucizeler gösterdiği, göğe yükseldiği ve ibadet ettiği ibadethanelerin bulunduğu yerlerdir. Bu topraklar Müslümanlar için ise Tevrat Zebur ve İncil de olduğu gibi Kur’an’da da bahsedilen aynı Nebilerin daha önce yaşadıkları, kurdukları ve yeniden inşa ettikleri yer olduğu için de önemlidir.
Kudüs şehrinin yaklaşık olarak MÖ 3000’lerde Kenanlılar tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Yahudilere göre Yahudilerin Kudüs ile ilgili sahiplenişleri ise bazı görüşe göre Milat tan önce 3000 yılında bazı görüşlerce ise Milat tan önce 1800 lü yıllarda Hz. İbrahim’in göçü ile başlatılmaktadır. Kudüs ile ilgili olarak Yahudilerin işaret olarak gördüğü olaylardan biri İbrahim’in oğlu İshak’ı Tapınak Tepesinde kurban etmek istemesi inancıdır. Ayrıca onlara göre burası Hz. Yakup’a rüyasında gösterilen ve Hz. Musa’nın vaat edilen topraklara yaklaştığında girmeyi arzuladığı yerdir. Kudüs’ün mekân olarak ortaya çıkışı ise, Kral Davud Peygamber döneminde gerçekleşmiştir. Nitekim Yahudilere göre Davud Peygamberin şehri başkent ilan etmesinden sonra Ahit Sandığı’nı getirmesi ile Kudüs, dini bir mekân olarak belirginleşmiş, sonra da oğlu Süleyman Peygamber tarafından yapılan mabedin inşası ile şehir, Yahudilerin kutsal inanışının merkezine yerleşmiştir. İnançlarına göre Tanrı’nın Yahudilere vadettiği şeylerden en önemlisi “Kenan Diyarı” olarak belirtilen “ Kudüs ve çevresindeki kutsal topraklar” dır. Merkezini Kudüs’ün oluşturduğu bu kutsal toprakları Yahudiler sahiplenmiş ve bir bağ oluşturmuştur. İnanışa göre Kudüs aynı zamanda göğe açılan bir kapıdır. Dünya ilk olarak Kudüs ten başlayarak yaratılmıştır. Ölümden sonraki dirilme de bu topraklarda gerçekleşecektir. Dünyanın değişik bölgelerinde ölmüş olan Yahudiler Mahşer gününde yeraltından çıkıp Kudüs ve çevresinde dirileceklerdir. Yahudilere göre kendi toplulukları Tanrı’nın seçkin kıldığı topluluktur ve bu seçkin toplum ancak seçkin topraklarda en doğru şekilde yaşar. Yahudilikçe kutsal sayılan Kudüs te mabet merkezli inanç anlayışı ileride Mesih’in gelip Kudüs’te güçlü bir birlik kuracağı inancıyla da gelecekte de işlemeye devam edecektir.
Hristiyanlara göre de İsa, Kudüs’ün güneyinde dünya ya gelir. Doğumundan kırk gün sonra inanışlarına uygun olarak Yusuf ile Meryem onu Yeruşalim’e (Kudüs) mabede götürür ve geri dönerler. Hz. İsa’nın çocukluk ve gençlik yıllarıyla ilgili olarak İncil de sadece Fısıh bayramı münasebetiyle on iki yaşlarında Kudüs’e götürülmesi durumu anlatılır. İncillere göre Hz. İsa nın tebliği, Yahya tarafından vaftiz edilmesi ve şeytan tarafından denenmesinin ardından başlar. İsa’nın tebliği Kudüs ve çevresinde Yahudiye, Nasıra, Sur, Sayda, Kefernahum, Yahuda, Efraim gibi çevre bölgelerde gerçekleşir. İncillerden, Hz. İsa nın tebliğ hayatının kısa sürdüğü, bununla birlikte Kudüs’e birden fazla gittiği anlaşılır. Kudüs, Hristiyanlar açısından kutsal bir mekân olarak Roma İmparatoru Konstantin’in Hristiyanlığı kabul etmesinden sonra tekrar önem kazanmıştır. Kudüs’e birçok kilise yapılmıştır.
İslamiyete göre Kudüs anlamını Arapça da “temiz ve pak olmak” anlamındaki ‘’kuds ‘’kelimesinden almıştır. Aynı kökten olan ‘’ takdis “kutsallık nispet etme ve bu kökten gelen ‘’mukaddes’’ kutsallık nispet edilmiş anlamına gelir. Kudüs adı da aynı kökten türemiştir. Kudüs, İslam’ın Mekke ve Medine’den sonra gelen üçüncü kutsal şehri olarak kabul edildiğinden Müslümanlar Kudüs’e çok önem verirler. Müslümanlar için Kudüs’ün ilk kıble olması, Yahudi ve Hristiyanların kutsal kitaplarında Kudüs te yaşamış olarak anlatılan peygamberlerin Kur’an’da da bahsedilmiş olması Kudüs’ün önemini arttırır.
Tarihsel olarak Kudüs yaklaşık 4000 yıllık geçmişe sahip eski bir şehirdir. Tarih boyunca birçok farklı kültürlerin dikkatini üzerine çekmiş ve bu sebeple de çeşitli devletlerin hâkimiyetine girmiştir. Kudüs’ün mekân olarak ortaya çıkışı Kral olan Davut Peygamberin Kudüs’ü başkent ilan etmesiyle başlamış sonra Ahit Sandığı’nı getirmesi ile Kudüs, dini bir mekân olarak belirginleşmiş son olarak da oğlu Süleyman peygamber tarafından mabedin inşası ile şehir Yahudilerin kutsiyet anlayışının merkezine yerleşmiştir.
Babil Krallığı’nın Milattan önce 586’da Kudüs’ü işgali, şehri yakması ve mabedi yıkması sonrasında Yahudiler Babil’e sürgün edilirler. Pers Kralı Koreş’in izniyle Kudüs’e dönenlerin ilk icraatı ise mabedi tekrar yapmak olmuştur. Daha sonra Kudüs, Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından fethedilmiştir. Bu dönem Helen etkisinin buraya yerleşmesi açısından önemlidir. Yaklaşık 100 yıl sonra da Roma adına Kudüs idaresi devralınmıştır. Hristiyanlığın bu bölgede ortaya çıkışı da bu zamanlara denk gelmiştir. İsa Peygamberin ölmesinden kısa süre sonra da Yahudilerin Roma’ya karşı düzenlediği isyanın karşılığı olarak Kudüs tekrar talan edilip yıkılmıştır. Bu defa şehri yeniden inşa eden Romalılarca Kudüs’te 324’te yeni bir dönüşüm yaşanmıştır. Hristiyanlığın kabul edip bir kilise inşa edilmesinden sonra şehirdeki kilise ve manastırların sayısı her geçen gün çoğalmış ve insanlar burayı ziyarete gelmişlerdir.
Halife Ömer tarafından şehrin 638 de fethedilmesinden sonra Kudüs’te artık Müslüman bir idare kurulmuştur. 1099 yılında, I. Haçlı Seferi sırasında bu kez Hristiyanlar şehri ele geçirmişlerdir ve bu bölgelerde başta Kudüs olmak üzere pek çok devlet kurdular. 1187 yılında Selahaddin Eyyubi komutasında gerçekleşen ‘’Hıttin Muharebesi’’ ile şehir, 88 yıllık bir aranın ardından tekrar Müslümanların yönetimine geçmiştir. Eyyübiler ve diğer devletlerle geçen birkaç Haçlı savaşlarından sonra Memlük Devleti’nin yaklaşık 3 asırlık hakimiyetinin ardından Kudüs, Osmanlı Devleti padişahlarından Yavuz Sultan Selim in 1517 de Memlüklere karşı kazandığı Mısır Seferiyle Osmanlı hakimiyetine geçmiş 1.Dünya Savaşı sonlarına kadar da Osmanlı’da kalmıştır.
1880’li yıllarda özellikle Doğu Avrupa’da ortaya çıkan antisemitik (Yahudi karşıtlığı) hareketler sebebiyle bölgeye ilk göçler başlamıştır. Daha sonra bölgeye başka Yahudilerce başka göçlerde gerçekleştirilmiş ve buradaki amaç Yahudilerin kutsal gördükleri bölgede yeniden toplanabilmeleri olmuştur. Göçlerde dikkat çeken bir konu da burada görünüşte ataların yaşadığı yer ya da vaat edilen topraklara dönüş düşüncesi ile dinsel bir bağ kurulurken aynı zamanda Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan milliyetçilik akımları etkisiyle başlayan ve Theodor Herlz öncülüğünde seküler bir eğilim olan Siyonizm de görünürlük sağlamıştır.
Tarihî İsrail Toprakları olarak tanımlanan topraklarda bir Yahudi devletinin asırlar sonra yeniden kurulmasını destekleyen, savunan ve Yahudi milliyetçiğini temel alan bu ideolojik hareketle, Yahudi milliyetçiliği ve aşırı sağ Yahudi hareketleri güç kazanmıştır. Ayrıca bu durum İngilizlerin 1917 tarihinde bölgede manda yönetimi kurması ile de yeni bir sürece girmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı tarafından Filistin’de Yahudilere yurt kurulmasını onaylayan Balfour Deklarasyonu ( Filistin’de bir Yahudi devletinin İsrail in kurulmasıyla sonuçlanan girişim) ile ilerleyen süreçle İngilizler burayı ele geçirmiş ve şehri teslim alırken bir bildirge okutmuşlar, burada Kudüs’ün kutsallığına gereken saygının gösterileceğini ilan etmişlerdir. 2.Dünya savaşında Alman lider Hitler’in yaptığı Yahudi katliamı (Holokost) sonrasında Yahudilerin Kudüs e göç etme süreci hızlanmış, Yaklaşık 30 yıl süren İngiliz mandası varlığından sonra BM (Birleşmiş Milletler) Genel Kurulu, 1947 tarihinde bu topraklar üzerinde Yahudi ve Arap olmak üzere iki farklı devlet kurulması yönünde tavsiye kararı almıştır.
BM’nin bölünme kararında Araplar daha çoğunlukta oldukları Kudüs’ün doğu kısmında hak sahibi görünmüş, Yahudiler için ise şehrin batı tarafları ayrılmıştır. Bu kararı reddeden Araplar İsrail’e savaş açmışlardır. İsrail Devleti’nin kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği İsrail’e savaş açtı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri farklı yönlerden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydetmelerine karşın İsrail güçlü savunmasıyla savaşı kazanarak topraklarını çoğaltmış oldu. Bu yüzden Filistinli birçok kişi çevrede ki farklı Arap ülkelerine ve Gazze’ye göç etmek zorunda kaldı.
1956’da ise Süveyş Krizi yaşandı. Mısır devlet başkanının Süveyş Kanalı’nı millileştirme teşebbüsü karşısında İngiltere, Fransa ve İsrail’in duruma müdahale ettikleri diplomatik ve askeri kriz ile iyice patlak veren husumet İsrail in ‘’Ulusal su yolu krizi ‘’olayıyla daha da artmış, çeşitli çatışmalar sonrasında ise 1967 de İsrail ve Mısır, Ürdün, Suriye arasında yaşanan ‘’Altı Gün Savaşı’’yla sonuçlanmıştır. İsrail, İngiltere ve Abd nin de yardımlarıyla bu savaşı da kazanmıştır.
İsrail bölgedeki topraklarını iyice arttırdıktan sonra 1973 yılında Yom Kippur Savaşı yaşanmış, Mısır ve Suriye tarafından Arap ve Sovyetler desteğiyle başlatılan savaş yine İsrail- ABD birlikteliğinin zaferiyle sonuçlanmıştır. 1978 de ABD aracılığıyla Mısır ve İsrail arasında yapılan ‘’Camp David Antlaşması’’yla Mısır İsrail’i tanıyan ilk Arap devleti olmuştur.
İlerleyen süreçlerde Cezayir’de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Yaser Arafat 15 Kasım 1988’de Filistin Devleti’nin kuruluşunu ilan etmiştir. 1993’te Oslo Anlaşmalarının imzalanmasından bir yıl sonra, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki A ve B bölgelerini yönetmek için Filistin Ulusal Otoritesi kuruldu.
Arafat 2004 de ki ölümüne kadar Filistin Ulusal Yönetimi başkanlığını yapmış olup, İsrail’in Gazze’den çekilmesinden iki yıl sonra 2007’de Gazze, Hamas tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Batı Şeria da da Mahmut Abbas yönetimi vardır.
Özellikle 2007 sonrası günümüze dek süren savaşlarda İsrail’in Gazze merkezli olmak üzere kontrolsüz ve sivillere yönelik saldırıları artmaktadır. Gazze; İsrail, Mısır ve Akdeniz arasında sadece 41 km uzunluğunda ve 10 km genişliğinde küçük bir alanda olmasına karşın 2.3 milyon gibi büyük bir nüfusu barındırmaktadır. Gazze halkının yüzde 80 den fazlası yardıma muhtaç olup yapılan ambargolarla halk büyük zorluklar çekmektedir.
İsrail ve Filistin arasında günümüzde halen savaşlar devam etmekte olup Kudüs sorunu çözülememiştir.