Din afyon mudur vicdan mıdır?
Doğal din ile kurumsal din arasında ne fark vardır?
Tarihe baktığımızda genellikle tarihte inananlarla inanmayanların, Müslümanlarla kafirlerin, din sahipleriyle dinsizlerin savaştığı söylenir. Bir tarafta Allah’a inananlar var onlar din sahipleri, diğer tarafta da inanmayanlar var onlar da dinsizler ve bu iki taraf birbiriyle tarih boyunca savaşmış/ savaşıyor şeklinde anlatılır.
Kur’an’daki inananlar inanmayanlar, Müslümanlar kafirler gibi tabirler de bu anlamda yorumlanarak sanki tarihte bir dine inananlarla, dinsizler arasında savaş olmuş gibi takdim edilir.
Tarihe dinler tarihi açısından baktığımızda bu şekilde bir bakış açısı tamamen yanlış çünkü gerek Kur’an, Tevrat, İncil gibi Avesta gibi kitaplarda gerekse dinler tarihi içerisinde Mısırlıların, Asurluların, Sümerlilerin, Babillilerin, Hititlerin, Ortadoğu’da yaşayan halkların, Hindistan’ın, Çin’in, İran’ın, Yunan’ın, Roma’nın tarihine baktığımızda bir dine inananlarla dinsizler arasında bir savaş değil, iki din arasında bir savaş olduğunu görüyoruz. Yani savaşan iki tarafta inanmaktadır. Fakat Allah’ları farklıdır, inançları farklıdır ve Tanrılarına başka isimler vermektedirler. Romalılar Apollon diyor, Mısırlılar İsis, Osiris diyor, Yunanlar Zeus diyor, Araplar Allah diyor, İranlılar Ahura Mazda diyor, eski Anadolu’da Hititler Teşup diyor, Hindular Brahman diyor, Krişna diyor, Çinliler Tao diyor, Türkler Tengri diyor böyle böyle yeryüzünde şu anda 382 tane Tanrı ismi var. Tarihte çok daha fazla sadece Hindistan’da 4000 tane Tanrı ismi var.
Tanrılar savaşıyor yani insanların zihinlerindeki Tanrı tasavvurları birbiri ile savaşıyor. Tanrılar savaşıyor insanlar savaşıyor anlamındadır. Mesela Hilal ile Haç’ın savaşı diyoruz. Hilal’i kendisine sembol olarak kabul eden Müslümanlarla Haç’ı kendisine sembol olarak kabul eden Hıristiyanlar savaşıyor demektir. Dolayısıyla İranlılarla Araplar savaşıyor denildiğinde bu uluslar tarihi açısından bir yaklaşım oluyor ama dinler tarihi açısından baktığımız zaman Sasanilerle Araplar savaşıyor, Allah ile Ahura Mazda, Muhammed ile Zerdüşt savaşıyor demektir. Mesela Müslümanlarla Romalılar savaşıyorsa Allah ile Apollon, Müslümanlarla Yahudiler çarpışıyorsa Allah ile Yehova çarpışıyor demektir. Bayraklar, insanların Tanrılarına verdiği isimler birbiriyle savaşmaktadır. Aslında gerçekte insanlar savaşmaktadır ortada savaşan insanlar vardır.
Bayraklar onların sembolü, Tanrılarına verdiği isimler onların yüce kavramları ve bu sembollerle kavramlar birbiriyle savaşıyormuş gibi görünse de gerçekte savaşanlar insanlardır. Bu Tanrıların birçoğu da bir kabileyi temsil ettiği için kabilede bir sınıfsallığı ifade ettiği için güçlüler ile zayıflar, ezenlerle ezilenler, üsttekilerle alttakiler, efendilerle köleler savaşmaktadır. Hindistan’da dört bin tanrı ismi var demek dört bin sınıf var demektir. Çünkü gökte Tanrılara verilen isimler yerde sınıfların, kabilelerin ve çeşitli toplum kesimlerinin sembolü olarak kullanılıyordu. Dolayısıyla tarihte Ali Şeriati’nin dediği gibi “dine karşı din” söz konusudur. Yani dinle din savaşmaktadır, din ile dinsizliğin savaşı değildir.
Kur’an-ı Kerim’in konusu ateizm değildir. İnsanları Allah’a inandırmaya çalışmaz. Kur’an-ı Kerim’in öyle bir mevzusu da öyle bir derdi de öyle bir muhatabı da yoktur. Kur’an-ı Kerim Allah’a şirk koşmayın der yani Allah’a inanmaktadırlar ama O’na ortak koşmakta, başka şeyleri Allah gibi değerlendirmektedirler. Servetlerini, kabilelerini, atalarını, liderlerini Allah gibi görmektedirler. Onlara Allah gibi güç vermekte ve vehmektedirler. İşte Kur’an-ı Kerim buna şirk diyor ve yapmayın bunu diyor. Kur’an’ın muhatapları Allah’a inanıyor, kafirler dediği Allah’a inananlardır. Ebu Cehil de Allaha inanıyordu, Ebu Lehep de Allah’a inanıyor ve Kabe’ye hizmet ettiğini söylüyordu. Muhammed’i Kureyş’in dininden sıyrılıp çıkan, dinsiz olarak itham ediyor, yeni bir din icat etmekle suçluyorlardı. Peygamberi atalarının yolunu terk etmekle, geçmişte yaşayan ecdatlarının, liderlerinin, önderlerinin, atalarının cehennemde odun olacağını söylemek ile suçluyorlar ve bunu onlara yapılmış hakaret olarak görüyorlardı.
Kabe’nin Rabbi, Kureyş’in Tanrısı, tüm insanlığa hizmet için Arapları seçiyor Allah, İsrailoğullarını da Yehova seçiyor, Yunanlıları da Zeus seçiyor, Romalıları da Apollon seçiyor, İranlıları da Ahura Mazda seçiyor, Hinduları da 4000 tane Tanrı isimleri seçiyor, Krişna seçiyor, Brahman seçiyor. Tüm bu milletlerin hepsi kendilerine seçilmişlik ve kurtulmuşluk vehmediyorlar. “Yalnız biz kurtulduk dünyada ahirette Allah bizi yakmaz cezalandırmaz seçilmiş milletiz Tanrının hak dinine mensup kullarıyız” diye inandıkları için kurtulmuşluk vehmi içerisinde diğerlerini dinleme gereği bile duymuyorlar, nasıl olsa bir hak dine mensubuz diye kendilerini kurtulmuş sayıyorlar.
İşte bunlara kurumsal din inananları diyoruz. Kurumsal din; tapınağı, din adamları sınıfı, hiyerarşisi, resmi kitapları olan, önceden belirlenmiş ilkeleri, farzları, vacipleri, sünnetleri olan, çerçevesi çizilmiş bir din anlayışıdır. Bunun dışına çıkan sapkın kabul edilir. Aslında dinler ilk doğduklarında hep doğal din olarak doğdular hatta kendilerine din de demediler. Musa, İsa, Muhammed, İbrahim ben bir din getiriyorum, kurumsal bir din kuruyorum falan demedi. Onlar kendi çağlarının ruhuna uygun olarak halklarını uyardılar. Toplumlarının zenginlikten şımarmış ileri gelenlerine karşı çıktılar. Ezenlere isyan ettiler. Ezilenleri örgütlediler ve bunu yaparken ben bir din getiriyorum falan demediler. Hayatın içerisinde doğal akış devam ediyorken bazı şeylere itiraz ettiler. Kötü görünen gidişata karşı çıktılar. “Bu şekilde zulüm yapamazsınız, halk açlıktan çöplüklerden ekmek toplarken siz saraylarda yaşayamazsınız” diye vicdanî, insanî hareketle bunlara itiraz ettiler. Zamanın ruhu gereğince de bu zalimleri devirmeyi ve ezilenleri kurtuluşa erdirmeyi Allah’ın istediğini söyleyerek, iç seslerine kulak verdiler ve içlerinde duydukları ruhanî sesleri kendi söylemleri ile birleştirerek halklarına anlattılar. O çağlarda böyle oluyordu yani yaptıkları şey tamamen doğaldı. Şu anda da tıpkı devrimcilerin, bazı muhalif hareketlerin toplumda var olan yanlış gördüğü şeylere, yaşanan çelişkilere, iktidarın zulmüne baskısına itiraz etmeleri gibi. Bunlar yüzyıllar sonra başarılı olurlarsa kim bilir ne olacaklar, kurumsal bir dine mi dönüşecekler veya söylemleri dile getirenlere peygamber mi denilecek, lider mi denilecek, kahraman mı denilecek bilmiyoruz. Çünkü tarihi şu anda yaşıyoruz ama geçmiş çağlarda da bunları yaşayanlardan sonra kurumsallaştı. Başarılı olanlar devlete dönüştü, devlet olunca kurumsallaştı, kurumsallaşınca tapınak oluştu ve tapınak ile devlet el ele vermeye başladı. Dolayısıyla doğal bir yol halinde iyinin vicdan ayaklanışı olarak ortaya çıkan dinler, devlet ile iş birliği yapıp statükoya dönüşünce kurumsal dine dönüşür ve afyon görevi ifa etmeye başlarlar. Dolayısıyla dinlerin bir vicdan yüzü vardır birde afyon yüzü vardır.
Dinler; kurumsallaşıp bir statükoya dönüşünceye kadar vicdanı ve isyanı temsil ederler ama statüko haline gelince kurumsal dine dönüşürler ve afyon görevi ifa ederler. Tarihe baktığımızda şunu apaçık bir şekilde görüyoruz; neredeyse istisnasız bütün isyanlar din ile başlamıştır ama neredeyse istisnasız olan başka bir yüz daha var ki neredeyse bütün isyanlar da dinle bastırılmıştır. İsyan edenler devletin hahamları, rahipleri, hocaları, papazları, din adamları tarafından eşkiyalıkla, asilikle, zındıklıkla, kafirlikle itham edilmiş katli vaciptir denilmiştir. Din, isyanları bastırmak için halkı itaat ettirmek için iktidarları ve imparatorları ayakta tutmak için kullanılmıştır. Buna dinin afyon yüzü diyoruz ancak din sadece bundan ibaret değil dinin birde vicdan yüzü var. Tarih boyunca bütün büyük isyanlar, bütün büyük devrimler, insanlığı sarsan bütün büyük hareketler, isyanlar, devrimci çıkışlar hep kurumsal dine karşı başlamıştır. Avrupa’da da böyle Asya’da da böyle Ortadoğu’da da böyle dolayısıyla şu sonuca varıyoruz. Bütün isyanlar dinle başlar ve bütün isyanlar dinle bastırılır. Bütün doğal dinler, kurumsal dine isyanla başlar ve bütün isyanlar yine kurumsallaşmış dinle bastırılır. Dine karşı din. Bugün de öyledir gelecekte de böyle olmaya devam edecektir. Dine karşı din; bazıları dini, Allah’ı kullanarak iktidarını, gücünü, servetini, devletini ayakta tutmaya çalışacak ama bazıları da Allah’tan ilham alarak, Allah’tan seslenişler duyarak veya Allah’ın kitabı olduğuna inandığı metinlerden yola çıkarak isyan edecek, itiraz edecektir. Allah’tan başkasına boyun eğmem, Allah’tan başka kimseye kulluk yapmam diyerek tarihte olduğu gibi efendilere karşı çıkacaktır.
Dinler tarihi içerisinde doğal dinle kurumsal din, dinin vicdan yüzüyle afyon yüzü meselesi işte bu açıdan çok önemlidir. Bunu göremeyenler dinleri, insanlık tarihi içerisinde doğru yerine koyamazlar ve hep eksik yaklaşım biçimleri sergilemiş olurlar.