Dünya üzerinde en çok rağbet gören ekonomik sistemlerden ikisi Liberalizm ve Sosyalizm’dir.
Liberalizm, kısaca bireyciliği ve özgürlüğü savunan fikir ve politika akımlarını tanımlayan genel bir terimdir. Liberaller ekonomide serbestleşmeden yanadırlar. Bu görüşü benimseyenler, ithalat serbestliğini, gümrük vergilerinin indirilmesini, serbest rekabeti savunmuş ekonomiye devlet müdahalesine karşı çıkmıştır. Liberalizm; insanın çıkarları peşinde koşan bir varlık olduğu ve bu özelliği ile toplumsal çıkarı arttırdığı, doğal düzenin en adil ve özgür düzen olarak görülmesi olması sebebiyle devletin amacının da bireysel çıkarı arttırmak için bu özgürlüğü güvence altına almak olduğu, iç ve dış güvenliği sağlayan devletin başka hiçbir şeye karışmaması gerektiği düşüncelerini içerir. Dolayısıyla liberalizmde devlet sosyal düzenin amiri değil hizmetkârıdır.
Olumsuzlukları; Bireylerin kendi kişisel yararları için serbest mübadelede bulunarak, kendiliğinden ortak yararın yaratılacağına inanılmaktadır. Ancak kendiliğinden düzen, bireylerin davranışlarının istikrarlı ve öngörülebilir olduğunu varsaymasına rağmen, bireyler kendi davranışlarının toplumsal sonuçlarını öngörememektedir. Liberalizmde olduğu gibi onun daha radikal ali olan Neo Liberal Paradigma da; öngörülebilir olan bireysel davranışlar aslında bilgilerin parçalı ve dağınık olduğu için öngörülemez. Bireylerin özel çıkar arayışlarının, sonuçlarına bakılmaksızın, kamusal yararla eşitlenebilmesi yanlış bir yaklaşımdır. Liberal paradigmanın ‘kamusal yarar’ veya ‘ortak iyi’ kavramları Liberal Paradigma açısından öznel olarak tanımlanabilen, dolayısıyla da ancak bireyler tarafından belirlenebilen kavramlardır. Bu nedenle kamu yararı, açık olmayan bir kavram olup, bireylerden bağımsız olarak tanımlanamaz. Aslında kamusal çıkar, bireysel çıkarların toplamından ibarettir. Oysa bireylerin kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışmaları kamu yararını garantilemez. Bireylerin öz çıkar arayışlarının sonuçları; yoksulluk, eşitsizlik veya çevre felaketi gibi bütün kamu üzerinde yıkıcı etkiler yaratmış olsa dahi, Neo-liberalizmin kendiliğinden düzen fikri, bu durumun bir sorun olarak algılanmasına onay vermemektedir. Çünkü Liberalizmin serbest piyasaya anlayışında, piyasanın kamu yararıyla bağdaşmayan sonuçlarına ilişkin herhangi bir varoluşsal bir ön kabul bulunmamaktadır. Ayrıca liberalizmin ekonomik güç bağlamında da sıkıntılar bulunmaktadır. Siyasal gücün merkezileşme tehlikesine karşı, hukuk devleti çerçevesinde önlem alınırken, ekonomik gücün merkezileşmesi ile sivil toplumdaki asimetrik güç ilişkileri göz ardı edilmektedir. Bu nedenle toplumdaki eşitsiz veya adaletsiz gelir dağılımından kaynaklanan çeşitli sorunlar liberalizmde çok belirgindir. Sınıflar arası gelir farkının çok yüksek olması bu sistemde soruna yol açmaz
Devletin rolü, esas itibarıyla yasa ve düzeni tesis etmek, gönüllü olarak yapılan sözleşmelerin uygulanmasını sağlamak, mülkiyet haklarını tanımlamak ve anlaşmazlık çıkan konularda hakemlik yapmakla sınırlıdır. Refah devletinin yerine getirdiği rollerin neredeyse tamamı reddedilmektedir. Sosyal refah politikalarına karşı çıkılmaktadır. Devlet toplumsal sorunlara karşı kayıtsız kalmaktadır.
Liberalizm bahsedilen bu özellikleri ile tüm dünyada geçerli ekonomik sistem halini almışken 1873 yılı itibariyle küresel kriz yaşanmaya başlamıştır. Klasik Liberalizm’in (Kapitalizm) bir grubun üretim, ticaret ve finans alanında yürüttüğü faaliyetler ile zenginleşmesi öte yandan işçi sınıfının bu zenginliklerden pay alamaması bölüşüm problemlerini ve ilerleyen yıllarda farklı ideoloji ve yönetim taleplerini ortaya çıkarmıştır. Liberal Kapitalizmin sosyal olguyu görmezden gelmesi, emek kesimine gerekli önemi göstermemiş olmasının sonucu bir tepkilere yol açmıştır.
Bu durum bir diğer ve en büyük firesini 1929 Krizi’nde vermiştir. 1929 Ekonomik Buhranı’nda klasik iktisadın “görünmez el”i ekonomiyi dengeye getirememiş, Say’ın “Her arz kendi talebini yaratır” temel felsefesi geçerliliğini yitirmiştir. Ücret ve fiyatlarda gerileme, işsizlik oranında sürekli ve önemli artışlar kapitalist düzenin çöküşünü getirmiştir.
Son yirmi yıl içerisinde kapitalist sistemi benimseyen ülkelerde olduğu gibi, Asya Krizi (1997), Rusya Krizi (1998) ekonomik krizler meydana gelmiştir. Söz konusu krizler, ciddi ekonomik ve sosyal sorunları da beraberinde getirmiştir. 2008 Mortgage Krizi’nde kapitalizmin yanlışları etkili olmuştur. Amerikan hükümetinin finansal piyasalardaki olumsuz gelişmeler karşısında yasal ve kurumsal düzenlemeleri yapmakta geç kalması ve hükümetin büyük çaplı bütçe açıkları vermesi gibi önemli unsurlar bu krizde etkilidir. Kriz Amerika’nın küresel gücünden hareketle tüm dünyada hissedilmiş, en çok hisseden kesimlerde toplumun büyük bir bölümünü oluşturan ücretli kesim ile sabit gelirli kesim olmuştur. Çünkü sermaye kesimleri, mevduat garantileri, teşvikler ve yüksek faiz kazançları gibi önlemlerle kendilerine belli düzeyde koruma sağlamaktadırlar. Ekonomik krizin başlamasıyla birlikte, sermaye kesimi piyasalardan çıkarak fonlarını kolaylıkla ülke dışına taşıyabildiği için krizlerden minimum zararla çıkma yeteneği, ücretli ve sabit gelirlilere göre çok daha fazladır. Ekonomik krizle mücadele etmek için hükümetlerin açıkladığı istikrar paketlerinde ise ücretler düşürülmekte, kamu harcamalarında tasarrufa gidilmekte, vergi oranları artırılmakta, para politikası sıkılaştırılmakta ve kamu yatırım projeleri dondurulmaktadır. Böylece ekonomik krizin net olumsuz etkileri, vergi veren vatandaşların sırtında kalmaktadır. Dolayısıyla krizler karşısında ücretli kesimin kendini koruma yeteneği, sermaye kesimine göre daha düşük kalmaktadır.
Sosyalizm ise üretim araçları mülkiyetinin toptan veya belli ölçülerde kamulaştırılmış, ekonomik faaliyetlerin bu kamulaştırma çerçevesinde merkezi bir otorite ve emredici plân aracılığıyla işlediği ekonomik sistemdir. Dolayısıyla liberalizmin “serbest piyasası” nın yerini “devlet kontrollü ekonomi”, “birey”in yerini “toplum”, “bireyin çıkarı” nın yerini “toplum çıkarı” almaktadır. Özel mülkiyet yerine sosyal mülkiyet tercih edilmektedir. Devlet kontrolünde bir piyasa olduğu için rekabete izin verilmemektedir. Neyin-kim için-ne miktarda üretileceğini ve fiyatını devlet belirlemektedir. Bu atmosferde Klasik Liberallerin “görünmeyen el” anlayışının yerini devletin “görünen el” olması almıştır.
Olumsuzluklar ve Nasyonel Almanya Örneği: Almanya’da bahsettiğimiz “görünen el” Nasyonel Sosyalizm ile vücut bulmuştur.
1933 yılında Alman Merkez Bankası olan Reichsbank’ın başkanlığına atanan Schacht, Nazi ekonomi politikasını belirlemiş, ilk yıllarda devlet teşebbüslerini arttırmak ve özel işletmeleri teşvik etmek suretiyle işsizlik sorununu çözmeye çalışmış, yatırım yapan firmalara vergi indirimleri, iş alanı açıp istihdamı artıranlara kredi ve yardımlar yapılmıştır. Özel mülkiyet ve özel teşebbüs ise yalnızca rejime uyum sağladığı sürece mümkün olmuştur Ekonomik seferberlik ilan edilen ülkede endüstride üretim teşvik edilmiş, otomotiv sektörü ve metal sanayisi geliştirilmiş, ithalata kısıtlama getirilmiştir. Ancak kartelleşme artmış, büyük teşekküller ve bankalar zenginleşmiş, küçük sermayedarlar kendine ancak işçi sınıfında yer bulabilmiştir. Nazi Döneminde görülen merkezi plan ekonomisinde devlet ekonominin kurallarını belirlemekle kalmamış doğrudan savaşla ilgili işletmelerin faaliyetlerini belirlemiştir. Tüm kaynaklar stratejik endüstri faaliyetlerine aktarılmıştır. Sendikalar kapatılmış, gıda alımları azalmış verilen ücretler düşmüştür. Alman ekonomisi İkinci Dünya Savaşı Döneminde hem işleyemez bir şekil almıştır.
Her iki sistemde de oligarşi ve karteller bir şekilde yer almıştır. Gerek devlet eliyle gerek kapitalizmdeki gibi özel sektörlerle bu durumun önüne geçilememiştir.
Kapitalizm, kişi başına yüksek gelir, fazla çalışma olanağı, yüksek demokrasi standardı gibi avantajlar sağlamanın yanı sıra sosyal ve ekonomik alanda birçok yozlaşmayı da beraberinde getirmiştir. Söz konusu gelir dağılımı adaletsizlikleri, servetin miras yoluyla aktarımı, şirket birleşmeleri, sermayenin belirli ellerde toplanarak monopolleşmesi yoluyla daha da artmaktadır. Bu faktörler ise, beraberinde gelişmiş ülkelerde suç oranlarının hızla artmasını, gettolaşmayı, ortalama eğitim seviyesinin düşmesini toplumsal barışın ve huzurun giderek kaybolmasını, aşırı milliyetçiliği, ekonomik büyümenin yavaşlamasını ve işsizlik oranlarının artmasını getirmektedir. Bu sorunların yanı sıra kapitalist ekonomilerde küresel düzeyde yoksulluğun ve gelir eşitsizliğinin artmıştır. Toplumların uzun dönemli gelişimi dikkate alındığında gelir seviyesinde artış, sosyal koşullardaki iyileşmeler ve sosyal güvenliğin yaygınlaşması gibi faktörlerin insani gelişmeyi sağlamak açısından önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu faktörler ise, ne tek başına kapitalizm, ne de devletçi bir sistem tarafından gerçekleştirilebilir. Çünkü her iki iktisadi sistemin güçlü yanları olduğu gibi, eksik kaldıkları unsurlar vardır. Örneğin kapitalizm ülke ekonomilerine dinamiklik, yenilik, rekabetçilik ve verimlilik sağlayarak milli geliri arttırmasına rağmen, insani gelişmenin birçok boyutunu sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Kapitalist anlayışın bulunduğu ekonomilerde, kamu hizmetlerinin yetersiz olması durumunda gelir dağılımında adaletsizliğin, sağlık ve eğitim hizmetlerinde aksaklığın, sosyal güvencesiz çalışmada artışın ortaya çıkacağı ileri sürülmektedir.
Sosyal Piyasa Ekonomisi Çözüm Olabilir mi?
Sosyal piyasa ekonomisi, rekabet ekonomisi temeline dayalı olan; özgür girişimi, piyasa ekonomisi içinde genellikle bir sosyal devlet hedefleyen, sosyal politikaların yanı sıra regülasyoncu (düzenleme ve ayarlama ) serbest piyasa kapitalist ekonomik sistemini birleştiren bir sosyoekonomik modeldir. Temsil sistemi açısından kapitalist demokrasiyi benimsemiş ülkelerin, homojen olduğunu söylemek zordur. Bu duruma kapitalist demokrasiyi uygulayan ABD ve Norveç ekonomileri iyi birer örnektir. İşçilerin gelir dağılımındaki sıralamasına bakıldığında Norveç’li işçilerin gelir dağılımında üst sıralarda, ABD’li işçilerin oldukça alt sıralarda yer aldığı belirtilmektedir. Norveç ve ABD arasında kapitalist üretim tarzının benimsenmesi ve piyasa ekonomisinin kurallarının uygulanması arasında farklılık olmamasına rağmen gelir dağılımı konusundaki farklılığın nedeni olarak Norveç’in sosyal piyasa ekonomisini, ABD’nin ise liberal piyasa ekonomisini uygulaması gösterilmektedir. Sosyal piyasa ekonomisini benimseyen Norveç hükümeti, kamu kaynaklarının büyük bir kısmını geniş kitlelerin lehine olacak biçimde gelirin yeniden dağılımına, muhtaç kimselerin korunmasına, sağlık ve eğitim yatırımlarına, emeklilik ve işsizlik ödemelerine ayırmaktadır. Liberal piyasa ekonomisini benimseyen ABD ise, kamu kaynaklarını çoğunlukla altyapı ve üstyapı harcamalarına, yatırım teşviklerine, bütçe açıklarının finansmanına ve askeri harcamalara ayırmaktadır. Bu durum ise Norveç’de çalışan sınıfın refah düzeyinin, ABD çalışan kesimlere göre daha yüksek olmasına yol açmaktadır. Buna göre, transfer harcamalarının yoksulluk oranını azaltmaya katkısı liberal ekonomik sistemi uygulayan ABD’de yalnızca % 13 iken, sosyal piyasa ekonomisini ve sosyal demokrasiyi benimsemiş olan İsveç’de aynı oran % 82’dir. Transfer harcamalarının yoksulluk oranlarını azaltmada göstermiş olduğu yüksek oranlı başarı, İsveç’in sosyal piyasa ekonomisine, katılımcı demokrasiye, yoksullukla mücadeleye, sosyal refahın artırılmasına, gelir dağılımında adalete ve toplumun tüm kesimleri arasındaki ekonomik eşitsizliklerin azaltılmasına verdiği önemi göstermektedir.
Bireysel özgürlükleri çatışan farklı aile üyelerinin birlikte daha güvenli ve adalet içinde yaşama gereksinimlerinin doğal bir sonucu olarak günlük yaşamımıza katılan devlet müessesesi, bireylerin kendi aralarındaki ortak bir sözleşmenin ürünüdür. Ancak, bireyler devlet müessesesinin varlığını kabul ederken bireysel özgürlüklerinden vazgeçmemişler, buna karşın bireysel özgürlüklerinin garanti edilmesi için devleti tanımışlardır. Tarihsel açıdan bakıldığında devlet, bireylerin varlığını ve haklarını değil, bireyler devletin varlığını ve sınırlarını tanımışlar ve belirlemişlerdir. Ancak devlet müessesesi içindeki farklı yönetim biçimleri zamanla devlet örgütünün işleyişini değiştirmiş ve toplumun devlete bakış açısını tersine çevirmiştir. Bireysel hak ve özgürlükler için devlet müessesesine gereksinim duyulurken, “devlet için birey” felsefesi ön plana çıkmıştır. Bireysel özgürlüklerin teminatı olması gereken devlet, insanlık tarihinin ilerleyen aşamalarında bireysel özgürlükleri kısıtlayan hatta ortadan kaldıran bir yapıya dönüşmüştür. Ancak bu dönüşümü devleti oluşturan bireylerden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. Devlete belli toplumsal işlevleri yükleyenler yine bireylerdir. Bireysel haklarını, diğer bireylerinin haklarını hiçe sayarak kendi faydalarının maksimize edilmesine yönelik olarak kullanmak isteyenler, devlet örgütüne talip olmuşlar ve devletin içinde güçlenerek kendi çıkarlarını artırmanın yollarını kamu hukukuna dayandırmışlardır. Dolayısıyla “devlet” değil ama “devlet yönetimi” zamanla yozlaşmıştır. Kralın yetkilerini sınırlamak ve ihlal edilen haklarını korumak için parlamentoları kuranlar, daha sonra bu parlamentolara kralın sahip olduğu yetkileri de yüklemişlerdir. Krallıkların ortadan kalkması ya da işlevini yitirmesi ile birlikte parlamentolar yavaş yavaş mutlak otoritenin merkezi olma mücadelesine girişmişlerdir. Kralın sahip olduğu mutlak otoriteye karşı, bu gücü denetleyen karşı bir güç olan parlamentolar, krallıkların sona ermesi ile birlikte alternatifsiz birer güç haline dönüşmüşlerdir. Zalim bir kralın 30 yıllık zulmü ile, belli sayıdaki parlamenterin birkaç yıllık zulmü arasında tercih yapma zorunda bırakılan bireyler ise her halükârda kaybeden taraf olmaktadırlar. Üstelik bu parlamenterlerin birkaç yılda bir top yekûn değişme riski de bulunmaktadır. Parlamenterler sadece 5 yıllık görev süreleri içinde, toplumun orta ve alt sınıflarına mensup olan parlamenterlerin kendi ve yakın çevrelerinin rantlarını arttırabilme peşinde koşarak, toplumun genel çıkarları açısından yol açabilecekleri tahribat; uzun yıllardan beri iktidarda bulunan ve belli bir refah seviyesine erişmiş bir saltanat ailesi mensubunun aynı sürede yol açabileceği tahribattan ne derece azdır? Bu hususun üzerinde çok ciddi olarak durulmalı ve parlamenter demokrasinin bugün içinde bulunduğu durum gözden geçirilmelidir.
Tüm bu olumsuzlukları bir ekonomik anayasa çözebilir.
EKONOMİ ANAYASASI SİSTEMİ ÇÖZÜMÜ VE İÇERİĞİ
Öncelikle hangi sistem olursa olsun sistemin, bağımsız ve güçlü bir yargının olduğu hukuk sisteminin denetiminde olması hayati önem taşır.
Alman Ekonomist Eucken, Ekonomik Anayasa ilkeleri çalışmasında düzen, ekonomik düzen ve oluşturulmuş düzen kavramlarına yer vermiştir. Bu anayasada olması gereken maddelerden bazıları;
Sorumluluk ilkesi: Sorumluluk ilkesi, sorumluluk ve kontrolün uyumlu olması gerektiğini söyler, dolayısıyla bu ilkeye göre belirli bir eylemden kâr elde etmek isteyenler, potansiyel maliyet ve riskleri de üstlenmelidir. Eucken’e göre kazanca sahip olanlar zararı üstlenmelidir. Dolayısıyla yatırımları sebebiyle sorumluluk alanlar bu yatırımları daha itinayla gerçekleştirecektir. Kişilik, sosyal ekonomik pazarın temel fikridir; insan burada salt ekonomik bir aktör olarak değil, aynı zamanda sosyal bir aktör olarak kabul edilir. Böylece herkesin kendinin ve diğerlerinin sorumluluğunu üstlenmesi gerekmektedir. Sorumluluk ilkesi bir yandan da kötü yönetilen işletmelerin sonuçlarına katlanmak zorunda olduğu anlamına gelmektedir. Bunun bir sonucu olarak piyasayı terk etmeleri ve daha verimli işletmelere yer açmaları da söz konusu olabilir.
Tekel Sorunu: Kartel benzeri yapıların devlet ve yasalar tarafından tolere edilmesini gözlemleyen Sosyal piyasa uzmanları kartellerin yasal düzenleme ve siyaset üzerinde yozlaşmacı etkisi ile ekonomik verimlilik, gelir dağılımı ve istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini gözlemlemiştir. Burada yapılması gereken; tekelleşmenin ve tüketicilerin ve işçilerin pazara hâkim işletmeler tarafından sömürülmesinin önlenmesi ve bunun için sıkı bir rekabet yasası, kartelleri ve gizli anlaşmaları yasaklayan, tekellerin veya pazara hâkim işletmelerin düzenleyici denetimi ve birleşme kontrolünü içeren bir piyasa ekonomik düzendir. Düzenleyici ilkelerle piyasanın gücünü dizginlemek hedeflenmelidir. Piyasanın gücünün sınırlı tutulmasının iki nedeni bulunmaktadır. Bunlar; tekelleşmenin kötü bir mal veya hizmete neden olabilmesi, diğer nedeni ise gücü dizginlenmemiş şirketlerin piyasa ekonomisini şekillendireceği gibi siyasi baskı unsuru haline gelmeleridir. Devlet sadece tröst oluşumları (aynı malları üreten işletmelerin birleşerek ortak kararlar alması ve tekelleşmesi) yasaklamakla kalmamalı ayrıca güçlü rekabet için kurucu ilkelerin uygulanmasıyla sonuçlanacak ekonomik ve yasal bir politika izleyerek, tekelci güç yapılarının ortaya çıkışını önlemelidir. Tekel denetimi devlete bağlı tekel denetim otoritesine devredilmelidir. Şahsi kanaatim ekonomik anayasa ile güvencesi verilmiş bağımsız ekonomik bir üst mahkemedir. Örneğin ‘’Ekotay’’ isimli bağımsız üst mahkeme örneklendirilebilir.
Gelir Politikası: Bütün insanlara asgari bir yaşam standardı garantisi veren bir gelir politikası izlenmelidir. Gelir politikasının temelinde piyasanın zayıfların ve kaybedenlerin gelirin yeniden dağıtımı ile korunmasına yöneliktir. Hem dağıtım hem de verimliliğe etkisi nedeniyle gelir politikası esas olarak artan oranlı bir gelir vergisi ile ilişkilidir. Ayrıca, lüks malların üretimini yavaşlatmakta ve dolayısıyla daha fazla yatırım için yer açılmasını sağlamaktadır. Kanaatimce lüks mallar ve temel mallar arasında vergilendirme insan haklarına uygun bir şekilde fiyat seviyesine göre yapılmalıdır.
Açık Pazarlar İlkesi: Tekellerin oluşmasını engelleyecek ve rekabet sisteminde istikrarı sağlayacak hem içe hem dışa açık pazarların varlığı sağlanmalıdır. Yurtiçi piyasaların anti rekabetçi engellerden korunması ve dışarıdan gelen avcı fiyatlandırma saldırıların engellenmesi gereklidir. Burada Eucken tam bir pür liberal politika izlerken şahsi kanaatim devletin vergiler ve yasalarla pazarları bir seviye de kontrollü tutmasıdır.
Özel Mülkiyet: Bu ilke, piyasa aktörlerinin ekonomik bağımsızlığını garanti eden özel mülkiyet hakkının olmasını ifade etmektedir. İyi tanımlanmış ve güvence altına alınmış olması gerekmektedir. Özel mülkiyet esas olarak rekabet tarafından güçlendirilmesi gereken bir güç dağıtım aracıdır. Burada Eucken’le ayrıştığım nokta özel mülkiyet hakkına da sınırlandırmalar getirilmesi gerektiğidir.
Sözleşme Özgürlüğü: Kartelleri veya başka bir kötüye kullanım uygulamasını desteklemediği sürece, yalnızca mükemmel rekabet ile uyumlu olduğu ölçüde önerilmektedir. Kanaatimce bu madde kartel ve oligarşiyi azaltıp monopolcü bir yapıyı engeller.
Anormal Arz Durumlarının Düzenlenmesi: “Anormal arz” durumlarıyla ilgili düzenleyici ilke, piyasa düzeninin, işgücü piyasası üzerindeki insanlık dışı etkileri ile ilgilidir. İşgücü arzının artması halinde mevcut ücretler düşme eğilimi gösterdiğinden, mevcut gelirini korumak isteyen bir aile daha fazla süre ile çalışmak zorunda kalacaktır. Bu durum emek arzının tersine dönmesi ile sonuçlanacaktır. Bu durumda devletin asgari ücret uygulaması ile ücretin düşebileceği en alt seviyeyi belirlemesi bu ilke ile ifade edilmek istenmektedir. Kanaatimce gelirin büyük kısmı düşük seviye grubu insanlara aktarılmalı ve negatif etki ekonomik anayasayla engellenmelidir. Ayrıca;
Tavan Fiyat Sistemi; Tavan fiyat uygulaması, hükümetlerin veya sektörel düzenleyici kurumların, bir mal veya hizmet için maksimum alım satım fiyatı belirlemesini ifade eder. Tavan fiyatı, serbest piyasada oluşan denge fiyatlarının çok yüksek bulunması durumunda tüketiciyi korumak amacıyla uygulanır. Esas olarak zorunlu tüketim maddelerine konulmalıdır. Mal veya hizmet en çok o fiyattan satılabilir. Bu belirlenen fiyat üzerinde alım-satım yapılması yasaktır.
Koşullu Bireysellik: Ekonomik bir anayasaya bağlı ve devletin kontrolünde bireysel pazara izin verilmesi de önemlidir. Ancak Özgürce işleyen serbest piyasa sisteminin aşırılıklarının önlenmesi gerekir. Çünkü zaman içerisinde piyasa rekabetine dayanamayan üreticilerin piyasayı terk etmesi ile birlikte, rekabet yapısı bozulur ve bazı firmalar tekel durumuna gelebilir. Bu durumda devletin piyasa sisteminde oluşan aşırılıkları kaldırmak ve rekabeti yeniden tesis etmek için piyasa sistemine müdahale etmesi gerekir.
Para Arzının Sıkı Denetimi ve Sosyal Pazara Bağlılık: Sağlıklı yatırım kararları etkin bir fiyat mekanizmasının olmasına bağlıdır. Fiyat istikrarı ise, ancak para arzının sıkılaştırılması ile mümkün olabilir. Tüm toplumsal kesimlerin pazardan hak ettikleri payı alabilmeleri için, devlet sıkı para politikası izlemek suretiyle enflasyonist eğilimleri önlemelidir.
Yüksek Enflasyon ve Yüksek Faiz Sorunu Çözümü: Yüksek enflasyonun yaptığı sonuç yüksek faizdir. Dolaşımdaki paranın değerinin korunması ve buna yönelik politikalar belirlenmesi ekonomik anayasada yer almalıdır. Çünkü değer kaybı üretim maliyetlerini yükseltir.
Açık Vermeden Büyüme: Bütçe ve cari açık vermeden ekonominin büyümesi planlanmalıdır. Ekonomik anayasa ile hukuk ekonomik olarak üstün olup demokratikleşme gerçekleşecek ve açık vermeler bitecektir.
Ayrıca sosyal adalet ve adil gelir dağılımı, sosyal güvenlik, sosyal sigorta, sosyal refah, sosyal katılım, sosyal barış, sosyal dayanışma ve yardımlaşma, ortak yardımlaşma mekanizması, az maliyetli pragmatik çözümler, sosyal mobilite, gönüllü bağışçılık, başarıya bağlı dikey geçişler , iş ahlakı, işsizlik sorunu çözümü ve teknolojik İlerlemeler vb… Ekonomik anayasa’da olmalıdır.
___________________________________________________
KAYNAKÇA:
Hamitoğulları, B. (1978). Çağdaş iktisadi sistemler. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay.
Sauerland, D. (2015). Germany’s social market economy: A blueprint for latin American Countries?
Siems, M., ve Schnyder, G. (2014). Ordoliberal lessons for economic stability: Different kinds of regulation, not more regulation. Governance,
İltaş, T. (2019). Ekonomik krizlerin politik sonuçları: Aşırı sağın yükselişi.
KÜRESEL KRİZ, SOSYAL PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ İÇİN BİR FIRSAT OLABİLİR Mİ? Cemil ERARSLAN ve Yüksel BAYRAKTAR
ORDO LİBERALİZM VE SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ Neşe Önder Yaşar ,Muhammed Karataş
Neo-Liberalizmin Teorik Açmazları ve Pratik Sonuçları: Bir Paradigma Krizi Bülent Evre
YENİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI İÇİN BİR EKONOMİK ANAYASA ÖNERİSİ Prof.Dr. Ahmet Burçin YERELİ
Kamu finansmanında Demokratikleşme ve Ekonomik Anayasa Önerisi Arş. Gör. Ramazan Gökbunar
Uçkaç, A. (2019). Neoliberalizm ve küreselleşmenin eğitim üzerindeki etkisi. Mülkiye Dergisi, 43