Attila Aşut
Türkiye’de 27 Mayıs 1960’ta yaşanan ilk askeri müdahalenin üzerinden 65 yıl geçti. O tarihte doğanların önemli bir bölümü bugün hayatta değildir.
Demokrat Parti iktidarı devrildiğinde henüz 21 yaşında, çiçeği burnunda bir gazeteciydim. Öncesi ve sonrasıyla canlı olarak yaşadım o günleri…
27 Mayıs, tam yirmi yıl “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlandı ülkemizde. Çünkü en özgürlükçü anayasaya 27 Mayıs sayesinde kavuşmuştuk. O zamanlar “Devrim” olarak anılırdı; 12 Eylül’den sonra “darbe” denmeye başlandı. Ama Mehmet Ali Aybar, Korkut Boratav, Muzaffer Erdost, Süleyman Ege ve daha birçok sosyalist aydınımız “devrim” demekten hiç vazgeçmediler 27 Mayıs’a…
12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerini 27 Mayıs’la aynı kefeye koymak, ideolojik bir körlük değilse düpedüz cahilliktir. Amerikancı son iki darbe, gerçekte 27 Mayıs’ın rövanşıydı. Zaten 12 Eylül darbecilerinin ilk işi de “Hürriyet ve Anayasa Bayramı”nı kaldırmak oldu…
∗∗∗
27 Mayıs’ı salt biçimsel yönüyle değil, asıl olarak ülkemize kazandırdığı kurumlar ve değerler üzerinden değerlendirmek gerekir. Kaldı ki 27 Mayıs, biçimsel açıdan da klasik askeri darbelere benzemez. Bu hareket, Genelkurmay hiyerarşisi ve de emir- komuta zinciri içinde değil, alt rütbeli subaylar tarafından, yani aşağıdan yukarıya, deyim yerindeyse “kelle koltukta” yapılmıştır. Bu yönüyle daha çok Portekiz’deki “Karanfil Devrimi” ne benzemektedir. Ama Portekiz’de ülkeyi Salazar diktatörlüğünden kurtararak demokrasiye kavuşturan bu harekete kimse aşağılayıcı anlamda “darbe”’ demiyor. Çünkü siyasal bir hareketin niteliğini biçimi değil içeriği belirler. Bütün toplumsal devrimler son çözümlemede “zor”a dayanır ve güç kullanılarak gerçekleştirilir. Marx’ın, “Zor, devrimin ebesidir” sözünü anımsayın.
27 Mayıs’ı küçümseyen bugünkü liberallerin ana-babaları, zamanında 27 Mayıs’a selam durmuşlardı. Meraklıları Mine Söğüt’ün derlediği “Darbeli Kalemler” kitabına bakabilir. Hayatta olanların durumu da onlardan farklı değildir. Bugünün sözde “darbe karşıtları”nın geçmişte yazdıkları, gazete koleksiyonlarında duruyor…
27 Mayıs’ın bir de sanata ve yazına yansıyan yönü var. Başta Nâzım Hikmet olmak üzere Enver Gökçe’den Attilâ İlhan’a, Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Cahit Külebi’ye, Behçet Necatigil’den Cemal Süreya’ya, Necati Cumalı’dan Salâh Birsel’e dek ülkemizde 27 Mayıs’ı yücelten şiirler yazmamış ozan yok gibidir.
Bir de şu var: 27 Mayıs’ın sonuçları, bu devinimi gerçekleştirenlerin dünya görüşünün çok ötesine taşmıştır. Toplumsal savaşımın diyalektiği ve dinamikleri, 27 Mayısçıların ufkunu fersah fersah aşmıştır.
1960 sonrası Türkiye’de sosyalist düşüncenin yeniden yeşerip kök salması rastlantı değildir. Kişisel olarak ben de kendimi o siyasal iklimin ürünü sayıyorum.
27 Mayıs’ın sosyalizme açık anayasası olmasaydı, 13 Şubat 1961 tarihinde Türkiye İşçi Partisi kurulamaz ve 1965 seçimlerinde 15 sosyalist milletvekili Meclis’e giremezdi.
Türkiye tarihinin gördüğü en demokratik anayasa, çift Meclis, Anayasa Mahkemesi, yargıç güvencesi, genişletilmiş basın özgürlüğü, tüm çalışanlara (yalnız işçilere değil!) sendika kurma ve grevli toplusözleşme hakkı ve daha pek çok demokratik kazanım, 27 Mayıs hareketinin sonucudur. “Bu Anayasa ile ülke yönetilemez!” diyen işbirlikçi generallerin sonraki yıllarda gerçekleştirdikleri faşist darbelerle bu kazanımlarımızın çoğu geri alınmıştır.
∗∗∗
27 Mayıs Hareketi’nin en büyük yanlışı, Menderes ve iki bakanının idam edilmesidir. Ne yazık ki aradan yıllar geçince her şey unutulmuş ve “27 Mayıs” tek başına bu olaya indirgenmiştir. Yanı 27 Mayıs’ın tüm ilerici kazanımları, idamların gölgesinde kalarak yok sayılmıştır.
İdamlar elbette yanlıştı. Hele de siyasetçilerin idam cezasına çarptırılmaları asla kabul edilemez. Ama Menderes ve arkadaşları suçsuz değildi. Adil bir yargılama sonunda cezalarını çekmeleri gerekirdi. Böyleyken son zamanlarda bazı siyasetçilerin ve gazetecilerin Menderes ve arkadaşlarını kahramanlaştırma eğilimlerine tanık oluyoruz. Nitekim Halk TV programcısı İsmail Küçükkaya da böyle bir tutum içinde. İdamlardan yola çıkarak Adnan Menderes ve iki bakanından “Demokrasi şehitlerimiz” diye söz etmek büyük yanılgıdır. Çünkü onlar demokrasi için savaşmadılar, tam tersine, demokrasiyi yok ederek ülkeyi darbe ortamına sürüklediler! Tarihsel gerçekleri öznel yargılarla çarpıtma hakkımız yoktur.
Ülkemizde liberal rüzgârlar dindikten sonra, 27 Mayıs Hareketi’nin toplumsal tarihimizdeki yeri daha nesnel biçimde değerlendirilecek ve ilerici / devrimci / sol / sosyalist düşünceye katkısı teslim edilecektir.