İzlenen AKP ile müzakere-ilişkilenme temelindeki siyasetle AKP’siz bir geleceğin mümkün olmadığı fikrine katkı sunuldu. Muhalefetin neden oy kaybettiği üzerine süren imaj, söylem vb. tartışmalar bir yana muhalefet açısından temel sorun bu
Belirli bir bölümü şaibe altında olan 1 Kasım sonuçları, AKP tarafından savaş ve baskı ortamı içinde tayin edildi. AKP’nin, kendi beklentisinin dahi üzerinde yüksek bir orana ulaşmış olması nedeniyle, seçimlerin hangi koşullarda gerçekleştiği ikinci plana atılıyor. Başarı öyküsü anlatısı içinde nedamet getirenler bir yana, demokratik bir seçim sonucu ve meşru bir iktidar varmışçasına muhalefet de milli irade söylemine katılıyor. Bu durum, AKP’nin iktidarının karakteri ve muhalefetin konumlanmasını işaret ettiği için önemli.
Olağanüstü rejim ve olağan muhalefet
AKP, sıradan bir düzen partisi değil. Bunu gerektiğinde seçim sonuçlarını yok sayarak 7 Haziran sonrasında gösterdi. Anayasının fiilen değiştiğinin ilan edildiği, Meclisin iptal edildiği bir tür darbe koşulları içerisinde başlatılan savaşla halk AKP’ye mecbur kılındı. Muhalefetse rejimin kurucu partisi olma özelliği gösteren, Parti-Devlet özdeşliğini kazanmış bir iktidar karşısında, ısrarla sistem içerisinde kalmaya devam etti. İzlenen AKP ile müzakere-ilişkilenme temelindeki siyasetle AKP’siz bir geleceğin mümkün olmadığı fikrine katkı sunuldu.
Muhalefetin neden oy kaybettiği üzerine süren imaj, söylem vb. tartışmalar bir yana muhalefet açısından temel sorun bu. Hatırlanacağı gibi, 7 Haziran seçim sonucunu belirleyen temel faktör AKP’ye HAYIR diyen bir siyasetin muhalefet partileri tarafından ikirciksiz şekilde sahiplenilmesiydi. Gezi milyonlarını harekete geçirerek, stratejik oy kullanımı ile sonucu belirleyen bu politika seçim sonrasında muhalefet tarafından aynı biçimde sahiplenilmedi. AKP ile bir gelecek arayışı, seçim sonrasının belirleyici gündemi haline gelerek, Erdoğan’ı AKP’li bir koalisyonla sıkıştırma hem HDP’nin hem de CHP’nin temel stratejisi haline geldi. Bu tez, sağ liberal kesimin normalleşme beklentisi ve ABD-Batı çizgisinin eleştirileri ile de örtüşerek, Erdoğan’ın raydan çıkardığı AKP’yi ve Türkiye’yi fabrika ayarlarına döndürmek biçimindeki bir yaklaşımla bütünleşerek 1 Kasım öncesine de hakim oldu. Sonuçta, 1 Kasım’a giderken AKP-Saray rejiminin hangi biçimde sürdürüleceğine ilişkin bir tartışmanın ötesine geçilemedi.
Bu anlamda muhalefetin de temsil ettiği bir seçeneksizlik hakim hale geldi. Hayri Kozanoğlu’nun BirGün’de muhalafetin bu konumuna ilişkin düştüğü notlar, seçimin ardından başlayan anayasa tartışmalarında yaşanmaya başlayan kafa karışıklığı noktasında da, önümüzdeki günler için de önemli olduğundan hatırlamakta fayda var: “(1)Emperyalizmle mücadelenin esamesinin bile okunmadığı; ABD’nin ve NATO’nun bölge planlarına, İncirlik Üssünün tepe tepe kullanılmasına tek lakırdının edilmediği, (2) Asgari ücreti ben daha fazla artırırım benzeri yarışlara katılmak dışında ekonomi sorulunca, kapitalizmin adının bile anılmadığı, toplumdaki ekonomik güç ve mülkiyet ilişkilerine, piyasa düzenine ciddi bir eleştirinin getirilmediği, (3)Laiklik, bilim ve aydınlanmayı AKP gericiliğiyle mücadelenin ana halkası haline getirmek şöyle dursun, bir tarafın Medine Vesikası’nı referans almasından, öteki tarafın “hacıları-hocaları toplumun sandığa sahip çıkacak en dürüst unsuru” olarak takdim etmesine ulaşan “muhafazakâr açılımların” havada uçuştuğu bir süreci birlikte yaşamadık mı?”
Yeni bir dönem mi başlıyor?
Seçim sonuçları bir yönüyle de Gezi ile başlayan gerileme döneminin sona erdiği, AKP’nin sıkıştığı alandan çıkarak yeni bir dönem başlatacağı şeklinde değerlendiriliyor. AKP, bu sonuçla kuşkusuz Gezi’den başlayarak yaşadığı tedrici gerileme süreci eğiliminde bir kırılma yarattı. Moral üstünlüğü geri alarak, hamle yapabilme gücünü kazandı. Buna dayanarak da Anayasa ve Başkanlık Sistemi tartışmalarını hızla gündeme soktu. Muhalefetin seçim sonrasındaki krizinin de sağladığı imkanla kısa süreli bir hegemonya tesis etti. Ancak, bunun mutlak ve kalıcı bir denge olmayacağını söyleyebilmek için kahin olmaya gerek yok. Tedrici gerileme sürecinin belirleyici unsurları daha çok yapısal kriz dinamikleri ve AKP karşısındaki Haziran isyanında ortaya çıkan ve kendisini korumaya devam eden ilerici toplumsal direncin varlığı. Mevcut güç dengeleri AKP’nin ileri hamle yapmasını engellerken, AKP-Saray rejiminin ötesine işaret edecek bir seçeneği de ortaya çıkaramadığından bir süredir bir pat durumu hakimdi. Seçimle oluşan verili güç dengesi ise AKP’nin pat durumunu kendi lehine bozacağı hamlelere imkan tanıyor. Mücadele de önümüzdeki dönemde burada yoğunlaşacak. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu mücadeleye başka bir gücün –devrimci bir halk muhalefetinin- etkin biçimde katılamadığı durumda sonuç da çok değişmeyecek. Seçim öncesinde AKP’nin aritmetik bir değişimle yıkılabileceğini öngören ya da tersten de AKP’nin emperyalizm tarafından üzerinin çizildiği, AKP’nin de içinde olduğu bir restorasyon koalisyonuna geçileceği yönündeki değerlendirmeleri bir yana bırakırsak, AKP rejimine karşı mücadelenin AKP’nin görece üstünlük kazandığı, baskının daha da yoğunlaşacağı bir biçimde devam edeceğini söylemek mümkün.
Ne bekliyorduk?
Seçim sonucunda AKP karşısındaki kesimlerde bir moralsizliğe neden oldu. Kuşkusuz bu bir yere kadar normal. Ancak, abartılı biçimler altında memleketi terk etme, kendi dünyamıza dönme çağrılarının işaret ettiği pasifizmin solla bir ilgisi olmadığı da ortada. Aksine, sol, devrimci siyasetin değiştirme iradesini daha güçlü ortaya koyması gereken bir dönemdeyiz. Toplum içerisinde karamsarlığı, umutsuzluğu besleyen de solun böyle bir iradeyi henüz temsil edemiyor olması.
Sol açısından üzerinde tartışılması gereken olumsuzlukların, bolca kafa karışılıklarının yaşandığı bir seçimler dönemi yaşandı. Şimdi, buralara geri dönüp yeni baştan tartışmak çok anlamlı değil. Ancak bir kaç noktanın altının çizilmesi önümüzdeki dönemin mücadelesi açısından yerinde olacaktır. Solun önemli bir kesimi, tüm yığınağı seçim ve parlemonta düzlemine yapan, siyaset yapmanın tek biçimi olarak bu alanı gören bir tutum aldı. Bu da solu bu alandaki güçlerin -özellikle de HDP’nin- etrafında bir ilişkilenmeye yöneltti. Güçlü toplumsal temellere dayanmadan, güç kazanılabileceğini düşünen bu anlayış, Haziran isyanda oluşan düzeni değiştirme arayışına galebe çaldı. Yaratılan anafor içerisinde sol bir seçenek ve özne olmaktan çok, pasif bir konuma sürüklediği oranda Haziran isyanının fikri üzerine de sembolik örtü kapatılmasına katkı sundu. Biraz sandıktan tavşan çıkarmaya yönelen, tüm meselelerimizi aritmetik değişimle çözebileceğini varsayan tutum, yığınağını yanlış yere yaptığı oranda, toplumun buraya yönelik beklentilerini de yükselterek, seçimi tek ve son çıkış kapısı olarak gösterdi. Bugün yaşanan karamsarlıkta bunun da payı var.
Sol politika
Şimdi, tüm pisliği ortada olmasına karşın AKP’nin bu denli yüksek destek almasına bakarak umutsuzluğa kapılmanın alemi yok. Siyaset, 12 Eylül’den bugüne sistemli bir biçimde geliştirilen gericiliğin yarattığı biatçı kültürle biçimlenmiş, etnik ve mezhepsel kimlikler temelinde belirlenmiş bir toplumsal yapı etrafında şekilleniyor. Solda da bununla paralel şekilde muhalefeti daha çok kimlikler temelinde ele alan, muhalefeti de kimliklerin ilişkisi-temsili noktasında sürdüren bir eksene sıkışan yaklaşımlar gelişiyor. Bu tabloyu kabul etmiyorsak, uyumlulaşmaya çalışmayacaksak yapılacak tek şey değiştirmenin yolunu bulmaktır.
Toplumsal değişimse sözle, imajla olmuyor! Gerçek bir toplumsal dönüşüm ancak onu mümkün kılacak örgütlü mevzilerle gerçekleşebilir. Solun toplumsal bağlarının, ilişkilerinin zayıflığından, yoksulların, emekçilerin gündelik hayatının uzağına düştüğünden uzanca zamandır söz ediyoruz. Çözümü de burada aramaya devam etmeliyiz.
Haziran isyanı, yaygınlığı ve sonrasında taban inisiyatiflerini fikrini geliştirmesi bakımından bunun yolunu açtı. Etnik ve mezhepsel tanımların ötesinde toplumun ortak değerleriyle yeniden kurulmasının pek çok nüvesini isyan içinde üretti. Şimdi bunun geliştirilmesi gerekiyor. Haziran Meclislerini kurma çabaları de en başından itibaren bir yanıyla AKP saldırılarına karşı direnme imkanlarını çoğaltmak bir yanıyla da toplumsal bir dönüşümü –bir kültür devrimini de – mümkün kılacak şekilde geliştirecek bir iddia üzerine şekillendi. Bu mücadelenin bugün bu anlamda güçlendirilmesine ihtiyaç var.
Seçimin renki haritalarının altında gizlenen büyük bir devrimci direniş potansiyeli var. Ancak bu potansiyelin örgütsüz ve dağınık durumu aşılabilmiş değil. Eğer bu direnen kesimer bugünkü gibi örgütsüz kalmaya devam ederse, AKP’nin yeni hamlelerle mezhepçi faşizmi ileriye taşımasının önüne de geçilemeyecek. Bugün, bir yandan AKP’nin yoğunlaşacak saldırıları karşısında sokağın koordinasyon kanalları güçlendirilmeli. Ancak, mesele salt bu düzlemde herkesin yan yana gelmesiyle çözülebilecek bir mesele olarak da görülmemeli. Örgütsüz milyonların örgütlü ve birleşik mücadelesini aşağıdan yaratmaya yönelmek gerekiyor. Haziran fikri bu anlamda doğasına sahip çıkan köylülerin mücadelesinden üniversitelere, her gün şiddete uğrayan kadınların yaşam hakkı arayaşından fabrika kapılarında direnmeye devam eden işçilerin, emekçilerin mücadelesine kadar her alanda kendi özgünlüğü içindeki biçimlerde geliştirilmeli.
Evet, bir yanıyla zorlu, AKP karanlığının yaşamın her alanını kuşatmaya yöneldiği bir dönemdeyiz. Tüm yollar kapalı değil. Görülüyor ki mezhepçi faşist iktidarı yıkabilmek ancak toplumsal muhalefetin güceyle mümkündür. Başka bir yol var, Haziran’dan geçiyor!
ÖNDER İŞLEYEN