‘’Nasıl ki Çin komünizmi Çin kültürünü içerip aşmışsa, nasıl ki Hindistan komünizmi Hindistan kültürünü içerip aşmışsa, nasıl ki Batı Marksizmi Hristiyanlığı içerip aşmışsa Marksizmin de islamı içerip aşması gerekiyor. İçerip aşmak demek, onu inkar etmek, onu yok saymak demek değildir. Tam aksine kendisini onun içinde bulmak ve İslamın içinde de ezilenlerin lehine İslamın yorumunun önünü açmak demektir.’’
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün Hasan DURKAL’ın konuşma metnini yayınlıyoruz.
Teşekkür ediyorum, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Benim Çalıştaya önerdiğim başlık olarak, İslamın reddiyesine alternatif bir bakış olarak Hikmet Kıvılcımlı’ın dinleri ve özellikle de İslamı ele alışı. Bu çerçevede Kıvılcımlı öleli neredeyse 50 yıl oldu. Bu çerçevede günümüze çağdaş deneyimler olarak ne kalabilirliğini soyutlayarak bu çalıştaya katkı sunabiliriz. Biraz o metodoloji üzerinden, o metodolojinin kendisini belki yaşayan kısımlarını tartışmaya açmak maksadıyla bir sunum hazırladım.
İslam ve Sol başlıkları yanyana gelince Türkiye’de ilk akla gelen isimlerden bir tanesi Hikmet Kıvılcımlı heralde. Belli bir birikim aslında zaten burada var. Uzun uzun Kıvılcım’lının metodolojisini anlatmaya vaktimiz yok, ancak belli hatlarıyla ele alacak olursak özellikle tarih tezi zeminini kullanarak İslamı incelemeye geçmiştir. Aslında bu konuda kayıp bir kitap vardır, İslam Tarihinin Maddesi… Ne yazık ki yok edilmiştir. Ancak onun notlarından kalan Allah Kitap Peygamber isimli kitabı günümüze kadar gelmiştir. Onun düşüncelerini daha çok oradan biliyoruz.
Kıvılcımlı’nın sınıf mücadelesine kattığı iki kavram; medeniyet ve barbarlık
Kıvılcımlı’nın metodolojisinde şu önemli bir şey. Bu kavramları kullanacağım için söyleme ihtiyacı hissediyorum. Sınıfsız toplumdan sınıflı topluma bir geçiş süreci yaşadık insanlık tarihi açısından. Bu geçiş sürecinde Kıvılcımlı’nın sınıf mücadelesine kattığı bazı kavramlar var. Daha doğrusu yorumladığı kavramlar var. Bunlar, medeniyet ile barbarlık arasındaki mücadele. Bu metodoloji İslamı ele alış şeklinde önemli bir şey. Bu yüzden şu vurguları yapma ihtiyacı hissediyorum. Sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçerken, tüm toplumlar aynı anda sınıflı topluma geçmedi. Farklı tarihlerde, farklı coğrafyalarda yaşanan savaşların sonucunda ortaya çıktı bu. Medeniyet kavramını kullanırken sınıflı, mülkiyetli, kastlaşmış toplumsal bir formasyondan bahseder. Barbarlıktan bahsederken daha çok sınıfsız topluma geçememiş, komünal, paylaşımcı ve ortaklaşacı özelliklerini muhafaza etmiş topluluklardan bahseder. Yani bugün barbarlık pejoratif anlamda kullanılır daha çok, medeniyet ise iyi olarak ifade edilir. Kıvılcımlı’nın metodolojisinde bu ayrım önemli bu yüzden bunu vurgulama ihtiyacı hissettim.
Kıvılcımlı İslamı ele alırken bence Marks’ın erken dönem şu vurgusunu geliştirdiğini düşünüyorum ben. Din afyondur pasajından önce vurgulanan pasaj vardır ya esas vurgunun o olduğunu düşünüyorum. Din, kalpsiz dünyanın kalbidir sözünü bir protesto olarak tanımladı. İslamiyette barbarlığın medeniyete karşı sınırlı bir protestosu olarak olduğunun altını çiziyor. Bunu ele alırken tabi ki dinler tarihini materyalist bir şekilde ele alıyor.
Niyetimiz İslam’ı çürütmek, dinin maddi temellerini ortaya atmak değil, aksine onu hareketli bir hale getirmek
Şimdi biz İslam ve Sol Çalıştayında bir Marksist olarak konuşuyoruz, dolayısıyla Marksist metodolojiyi öne çıkartacağım. Ama bu arada niyetim dini çürütmek veya dini önemsizleştirmek değil. Aksine oradan bir yaklaşımla dinin veya İslamiyetin bugün sıkıştığı ilericilik gericilik zemininden çıkartılarak, onun ezilenlerin İslamı olarak yorumlanabileceğinin, ezilenlerin lehine bir İslam’ın mümkün olup olmadığının koşullarını ortaya koymak amacıyla bunu yapıyoruz. Yoksa niyetimiz İslam’ı çürütmek, dinin maddi temellerini ortaya atmak değil. Aksine onu hareketli bir hale getirmek.
Kıvılcımlı’nın metodolojisinde tek Tanrıcılık aşaması önemli
Kıvılcımlı, bu on binlerce yıl süren bir mücadele sonucunda, yeniden üretim koşulları sonucunda dinin birikimli olarak ortaya çıktığını, insanların üretim faaliyetlerinin sonucunda doğa olaylarını yorumlamalarını, bu yorumlamalarını geliştirmelerini, bu gelişimlerinin sonucunda daha karmaşık dinsel düşüncelerinin ortaya çıktığını, tarihin gidiş ve akış kanunlarını açıklayamadıkları noktalarda dinsel düşüncelerle bunları açıkladıklarını ve bunların binlerce yıl içerisinde birikimli olarak katmanlı bir şekilde biriktiğini söyler. Ticaret ilişkileri ve medeniyetlerle barbarlar arasındaki ilişkilerle bu düşünce sistemlerinin birbirine kaynaştığını, farklı düşünce yapılarının, farklı Tanrıların, farklı dinlerin birbiri ile kaynaştığını ve biraz daha geniş sistemler oluşturduğunu söyler. Son tahlilde imparatorlukların ortaya çıkmasıyla birlikte bu hiyerarşinin daha da sivrildiğini ve artık kıtasal yayımla birlikte tek Tanrılı dinlerin ortaya çıktığını, Tanrının tekleşmeye başladığını ve dinin artık homojenleşmeye başladığını ortaya koyuyor.
Kıvılcımlı’nın metodolojisinde tek Tanrıcılık aşaması neden önemli? Çünkü tarihin gidiş yasalarını açıklamakta artık çok Tanrıcılığın karmaşık düşünce yapısı ayıklanmıştır. Biraz daha homojen ve tarihin gidiş yaslarını açıklamak için toplumların deneyimlerinden geçmiş daha safi dinsel inanışların ortaya çıktığını söyler.
Barbarlık hemen yok olmuyor, o da kendisini medeniyete karşı dayatıyor
Bu noktada artık Peygamberler çağının ortaya çıktığını söylüyor. Sınıflı toplum geliştikçe, toplum farklı sınıflara bölündükçe barbarlığın kendisi, yani sınıfsız toplumun temsiliyeti hemen yok olmuyor, oda kendisini medeniyete karşı dayatıyor. Çünkü medeniyet, özel mülkiyeti, tefeci bezirgan ilişkilerini, faizi, sınıflaşmayı, kastlaşmayı getiriyor. İnsanlık buna hemen teslim olmuyor. O da medeniyetin üzerine akınlar düzenleyerek medeniyeti aşılıyor Kıvılcımlı göre. Bir aşı yapıyor ve ortaya orjinal medeniyetler ortaya çıkıyor. Yarı komünal özellikler taşıyan ama son tahlilde sınıflaşmayı engelleyemeyen orjinal medeniyetler ortaya çıkıyor. Kıvılcımlı’nın İslamı ele alışı bu şekilde.
Kıvılcımlı İslamiyetin kendisini, yukarı barbarlık konağında gelişmiş olan Arap kentlerinin medeniyete geçiş şekli olarak tanımlıyor. Burada en önemli isyan dinamiği olarak, tefeci bezirganlaşmış, ticaretle, faizle kastlaşmış, toplumsal formasyona karşı henüz tamamen teslim olmamış komünün, kendi gelenekleriyle bu ilişkilere isyanı olarak ortaya çıktığını söylüyor. Tabi ki bu safi bir isyan değil, sonuçta o dönemin birikim koşullarına baktığımız zaman düşünsel anlamda haydi sınıfsız toplumu koyalım şeklinde olmuyor, birbirleri ile kaynaşıyorlar, içererek birbirlerini aşıyorlar ve son tahlilde orjinal bir medeniyet doğuyor. Kısmen komünal özellikleri barındırıyor ama son tahlilde sınıflaşmanın kendisini ortadan kaldıramıyor.
Kıvılcımlı İslam’ı, yaşayan, gücünü ve kaynağını maddi yaşamın kendisinden alan, kanlı canlı bir sistem olarak ele alıyor
Burada kolektif aksiyonun gücü, yani barbar topluluklara ait olan özelliklerin gücünü tarih yapıcılığını ortaya koyuyor. Yolun açılabilmesi için komünü savunacak yoksulları, göçebe bedevileri örgütleyecek bir liderlik ihtiyacı ortaya çıkıyor. Hz. Muhammed kendi tarihsel kişiliği ile bunu yapabildiğini, başarabildiğini ve komünün, barbar topluluğunun önderliğini başarabildiğini söylüyor. Bu da Hz. Muhammedin yetişme koşulları, içinde bulunduğu çevrenin belirleyiciliği önemli. Kendisi bir deve çobanı bir barbar çocuğu olarak dünyaya geliyor. Ama o dönem ticaretin evrenselleştiği bir dönem. Tanrı kültürlerinin zenginleştiği bir orta ticaret yolu dediğimiz bir bölgede Hz. Muhammed’in, Musa’nın, İsa’nın, Hermes’in, Buddha’nın, Zerdüşt’ün, Konfüçyüs’ün öğretilerini dinlerini bilen bir komün lideri olarak ortaya çıkıyor. Buradaki insanların ortak tarihi boyunca elde ettikleri deneyimler olarak ortaya çıkan Tanrılar, yani tarihsel determinizm Allah olarak sistemleşiyor. Böylece İslam’ın Allah olarak tanımladığı tarihsel determinizmin yasaları bir din olarak sistemleşiyor. Burada Allah’a atfedilen sıfatlar, özellikler hepsi farklı toplumların tarihsel kesitlerin deneyimleri sonucunda ortaya çıkmış şeyler. Mesela Allah’ın 99 ismine baktığınız zaman Kıvılcımlı’ya göre; El-Kuddûs noksansız, El-Mü’min güven veren, El-Azîz mutlak galip, El-Musavvir şekil veren… ve diğer 99 isminin hepsinin aslında tarihin kanunlarının özelliklerini olduğunu söyler.
Bu metodoloji niçin önemli? Burada aslında maddi yaşamın kendinin bir ifadesi olarak ortaya çıkıyor. Şundan dolayı önemli: Kıvılcımlı İslam’ı, kapalı bir sistem, mutlak bir sistem olarak ortaya koymuyor. Aksine yaşayan, gücünü ve kaynağını maddi yaşamın kendisinden alan, kanlı canlı bir sistem olarak ele alıyor. Çıkarsamalar yapacak olursak metodoloji bu açıdan önemli.
Kur’an komün geleneklerinin medeniyete geçişinin bir sentezi
Kıvılcımlı’ya göre İslamiyet sistemleşirken, Hz. Muhammed’in tarihsel devrimci olması, gereklerini yerine getirmiş, ekonomik, politik, askeri anlamda bir önderlik yapmasının yanı sıra, en önemli şey şu: Bu süreçte elde ettiği deneyimlerin Kur’an’da yazılı hale getirilmesi. Yani Kur’an burada komün geleneklerinin medeniyete geçişinin bir sentezi. Biraz medeniyet, biraz komün ama son tahlilde Kur’an’ın içerisinde sınıf savaşımlarının ifadelerinin yer aldığını söyler. Mesela Bedir Savaşı sonrası ganimet paylaşımı sorunu ortaya çıkınca Hz. Muhammed şöyle bir şey söylüyor: ‘’Ganimet Allah’ın elçisinindir.’’ Burada mülkiyetin Hz. Muhammedin şahısında toplumsallaştırıldığı ve komünün mülkiyete karşı bir refleks geliştirdiğini ve bunun Kur’an’da garanti altına alındığını söylüyor. Kıvılcımlı, tabiki Hz. Muhammed’in son tahlilde sınırlı bir devrim ortaya koyduğunu söylüyor. Doğmakta olan İslam medeniyetin uzun ömürlü olabilmesi için bazı kurallar getiriyor. Mal, mülk, safahat gibi medeniyeti çürüten etkenler yerine, komünal gelenekleri, özellikle vurguladığını, faizin yasaklandığını, sınıflaşmayı ve mülkiyeti getirdiği için bunların tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini, çeşitli vurgularla yaptığını söyler.
İslam tarihsel olarak her zaman yorumlandı
Şimdi bütün bunlar bize neyi anlatıyor? İslam’ın somut, tarihsel bir olgu olduğunu söylüyor. Kanlı, canlı, değişken, devingen, yoruma açık, yorumlarla yön bulan, tarih boyunca her zaman sınıflar mücadelesinin yorumuyla yol alan bir islam. Özellikle 4 Halife dönemi sonrası Emevi, Abbasi İslam’ı tefeci bezirganlığın yeniden İslamiyete hakim olması, ardından Osmanlının ilk dönemlerdeki komünal yapısı İslamiyete yeni bir komünal yorum getirmesi ancak ardından Bizans’ın fethiyle birlikte yeniden kastlaşma ve sınıfsallaşmayla yozlaştırılması, takip eden dönemde Osmanlının son döneminin ardından Kemalizmin var olan modeli alması ve günümüze geldiğimizde hepimizin yaşadığı AKP dönemi… Baktığımız zaman şu iddiada bulunmak zorundayız: Kur’an ‘da din de değiştirildi, nasıl değiştirildi? Somut, tarihsel baktığımız zaman şunu görüyoruz: O her zaman yorumlandı, onun içerisinde komünal özellikler de vardı. Bazen ezilenlerin İslamı ortaya çıktı. Hani burada tartışmıştık, sosyal medyada da çok tartışıldı geçtiğimiz zamanlarda, Ebuzer’in yorumu. Bir yandan Abbasi yorumu, bir yandan Osmanlı yorumu, bir yandan Kemalizmin İslamı, bir yandan AKP nin İslamı, bir yandan İŞİD in İslamı var. Gerçek İslam nedir? tartışması çok yapılıyor. Ama hepsi gerçek islam’dır. Burada düşmememiz gereken zemin, tek bir islam’ın olmadığı. Özellikle sınıfsal olarak yorumlanmış bir islam var.
Marksizm İslamı içerip aşmak zorunda
Toparlayacak olursak burada şunu vurgulamamız gerekiyor. İslam bugün yoksulların elinde bir isyan bayrağına dönüşebilir. Peki nasıl dönüşecek? Hem Marksizmin hem siyasal İslamın kendisini, (özellikle siyasal İslam dedim, çünkü İslam siyasaldır) tartışması, olanaklarını ortaya koyması gerekiyor. İslamın komüncü geleneklerini Hz. Muhammed’in yorumladığı biçimiyle, ön plana çıkartan bir siyasal İslam hareketine ihtiyacımız var. Bunu kuracak olan Marksistler değildir, bunun önünü açacak olan Marksistlerdir. Ama aynı zamanda Marksistler ne yapacak onlarda bu hareketi öğrenmek zorunda. Neden öğrenmek zorunda? Çünkü bu somut bir tarihselliktir. Diyalektikte faktörler birbirlerinin üzerinden atlamaz, birbirlerini içerip aşarlar. Marksizm İslamı içerip aşmak zorunda. Nasıl ki Çin komünizmi Çin kültürünü içerip aşmışsa, nasıl ki Hindistan komünizmi Hindistan kültürünü içerip aşmışsa, nasıl ki Batı Marksizmi Hristiyanlığı içerip aşmışsa bizimde islamı içerip aşmamız lazım. İçerip aşmak demek, onu inkar etmek onu yok saymak demek değildir. Aksine kendisini onun içinde bulmak ve İslamın içinde de ezilenlerin lehine İslamın yorumunun önünü açmak demektir. Burada tabiki bir program tartışması yapmak gerekiyor. Yani asgari düzeyde ortak bir programda buluşma ihtiyacımız var. Nasıl Aleviliği, Kürt kimliğini, diğer inançların kimliğini garanti altına alacak bir programa ihtiyacımız varsa, bu programın içerisinde yoksulların lehine yorumlanmış bir İslam yorumuna ihtiyacımız var. AKP İslamı, Kemalizm İslamına sıkışmadan bunu reddeden, dinsel anlamda gerçekten ezilenlerin lehinde bir hegemonya kuracak olan bir İslami yoruma ihtiyacımız var. Bunun imkanını bulmamız gerekiyor. Bu keyfi, tercihen bir şey değil, dediğim gibi toplumsal alandaki bir gerçeklik. Bizim bu gerçekliği ciddiye almamız ve bu şekilde ele almamız gerekiyor.
adilmedya.com