‘’Bu topraklarda her ne hakla yapılıyor olursa olsun, içinde isimlendirmesi İslam da olsa, komünist bütün halk pratiklerine güç vermeyi, onlardan güç almayı ve onlarla yoldaş olmayı planlıyoruz. Yani amacımız İslam ve solun bir sentezi değil; bu topraklarda İslam adına ve İslam adıyla yapılmış komünist pratikleri bulup çıkarmak, bunlara güç vermek veya onlardan güç almak, onlarla yoldaş olmak niyetindeyiz.’’
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün Çağdaş BALCI‘nın konuşma metnini yayınlıyoruz.
Herkese merhabalar,
Ben Komün Dergi adına söz alıyorum. Tabi Komün Dergi kendisini Marksist-Leninist bir dergi olarak tarif ediyor. İslam ve Sol başlığı taşıyan bu çalıştayın da doğal olarak sol bileşeninde yer alıyorum diyebilirim. İslam ve solu sentezlemek isteyenler, bunun asla sentezlenemeyeceğini düşünenler veya arada bir tür ilişkisellik olabileceğini düşünenler olduğu gibi biz bütün fikirlerimizi İslam adına değil, sol adına söylediğimizi ve bu konuşmada da fikirlerimizin sol ekseninde değerlendirileceğini ifade edeyim. Aslında sol demek de pek yeterli gelmiyor. Solun komünizm bileşeninden fikirlerimizi söyleyeceğiz diyebilirim.
Bir kavram olan ‘’ideolojik yerelleşme’’nin doğrudan pratik sonuçlara yol açmayacağının farkındayız
Marksizmin temel kurallarından biri madde üretim tarzının sosyal, siyasal ve entelektüel bütün hayatın genel süreçlerini belirlediği yönündedir. Yani klasik devlet yaşam biçimlerini belirleyen şey insanların bilinçleri değil ama, insanların bilincini belirleyen şey de sosyal yaşam pratikleridir. Dolayısıyla hiçbir kavram, hiçbir söz, hiçbir yazılan çizilen doğrudan şey, doğrudan pratik sonuçlara yol açmaz. Ama pratik sonuçları ve pratik süreci de elbette ki kavramlar aracılığıyla algılıyoruz. Dolayısıyla arkadaşımızın da bahsettiği ideolojik yerelleşme kavramının bir kavram olduğunu, doğrudan pratik sonuçlara yol açmadığını veya bundan sonra yol açmayacağının farkındayız. Ama bu kavramında önemli bir çözümleyici faktör olduğunu düşünüyoruz. Tabi bu çözümleyicilik de Marksizm ve Leninizme içkin oluyor. Marksizm ve Leninizmin içinde İslam’ın da yer aldığı yerel bir takım dinamiklere anahtar bir kavram olabileceğini, bu konuda verimli çıktılar olabileceğini düşünüyoruz. İslam’ın Marksist literatürü veya Marksist politikayı nasıl gördüğüyse şu an bizim alanımıza çok girmiyor.
İdeolojik yerelleşmenin teorik geçmişine gitmeden önce bu konuda pratik açıdan ne düşünüyoruz bunu ifade edeyim. Çünkü sürekli akılda böyle bir merak oluyor. Acaba bu teori sonunda nereye uzanacak, nereye yansıyacak? İnsanlar ve kitlelerin komünist pratikleri, doğal natürel pratikleri doğrudan komünizm adıyla her zaman yapmadığını söylüyoruz. Bu pratikler çoğu zaman gündelik yaşantıda işlerken çeşitli dinsel veya başka simgeler ediniyorlar. Bu simgelerin içerisinde bu topraklarda bu coğrafyada İslam da var. Biz Marksist-Leninist bir yapının ve politikanın ancak bu pratiklere değdiği ölçüde vücut bulacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla biz de bu topraklarda her ne hakla yapılıyor olursa olsun, içinde isimlendirmesi İslam da olsa, komünist bütün halk pratiklerine güç vermeyi, onlardan güç almayı ve onlarla yoldaş olmayı planlıyoruz. Yani amacımız İslam ve solun bir sentezi değil; bu topraklarda İslam adına ve İslam adıyla yapılmış komünist pratikleri bulup çıkarmak, bunlara güç vermek veya onlardan güç almak, onlarla yoldaş olmak niyetindeyiz diyebilirim.
Tabii ideolojik yerelleşme diye çerçevesini çizdiğimiz kavramın pratik çıktısı bu ama teoride işler bu kadar kolay olmuyor. Çünkü Marksizm kendisi de içinde birçok gerilimi barındıran, üzerine çokça tartışma yapılan, dünyanın en önemli külliyatlarından birinin sahası olmuş bir alan, bütünsen bir doktrin.
İdeolojik yerelleşme kavramını yan yana kullanan yabancı bir literatür yok
İdeolojik yerelleşme kavramının bizim takip edebildiğimiz kadarıyla yabancı dillerde bir karşılığı yok. Yani bu iki kelimeyi, ideolojik yerelleşme kelimelerini yan yana kullanan yabancı bir literatür yok. Terimi de ilk kez yan yana Bedreddini Hareket adlı bir örgüt kullanıyor. 2000’li yılların başında faaliyet yürütmüş bir örgüt. Fakat tabii her ne kadar bu iki kelime yan yana kullanılsa da daha işlevsel bir yerde elbetteki var.
Bunu üç kola ayırmanın verimli olacağını düşünüyorum.
Birinci kol Hikmet Kıvılcımlı ve ardılı örgütler. Tabi Kıvılcımlı adına İslam ve Sol başlığında birçok şey konuşuldu, hala da konuşuluyor. Açıkçası bizim konu başlığımızdan da Kıvılcımlı biraz uzaklaşıyor. Çünkü çağdaş bir tecrübe değil artık, 50 yıl öncesine dayanıyor. Fakat Hikmet Kıvılcımlı’yı referans alan örgütlerin bu konuda iyi bir politika yürüttüğünü ifade etmek lazım. Sadece Kıvılcımlı’nın kitapların isimlerine bakmak bile aslında kâfi. Allah Peygamber Kitap, Osmanlı Tarihinin Maddesi, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, İhtiyat Kuvvet Milliyet Şark bu kitapların isimleri bile alsında topyekün evrensel ideolojinin yerelde nasıl vücut ve varlık bulabileceğini göstermesi açısından çok isabetli. Birinci kol Hikmet Kıvılcımlı ve ardılı örgütlerdir diyebilirim.
İkinci kolda yine Hikmet Kıvılcımlı’dan etkilenen, onun görüşlerini referans alan ama farklı bir bütünsellik yakalayan Türkiye Devrim Partisi dikkat çekiyor. 1990’lı yıllarda, 1992 yılında Türkiye Devriminin Yapısı isimli bir kitap basılıyor. Bu tabi bir partinin görüşlerini ifade etmek üzere yayınlanmış ortak metinlerden oluşuyor. Şimdi bu kitapta da çok bu konuya dair provokatif sayılabilecek ifadeler var. Kitap T.C. ile Türk burjuva yaratılan ulusal değerinin çok yapay olduğunu, bunun tepeden inme olduğunu, bunun Marksist açıdan tamamen işlevsiz olduğunu söylüyor. Bunun yerine Osmanlı’dan beri süzülüp geçen Anadolu halk kimliğinin, Anadolu gerçeğinin, Türkiye gerçeğinin elverişli olabileceğini söylüyor. Bu kimliğinde halk kahramanlarına, göreneklere, geleneklere, hemşehrilik ilişkilerine çok önem verdiğini ifade ediyor ve bir komünist pratiğinde mutlaka gelenek, görenekleri, hemşehrilik ilişkilerine halk kahramanlarına yönelmesi gerektiğini söylüyor. Provokatif ve kışkırtıcı bulduğumuz örnek ise şu; Şapka ve heykel karşısında komünistlerin çarşaf ve şalvarı savunan dinsel muhalefetin yanında olması gerektiğini söylüyor. Çünkü bu muhalefetin esasında gerici bir temelde değil, tam aksine hakikatte yaşananın mezhepsel ve yöresel bir görünüm alsa da bir Doğu, Anadolu halk muhalefeti olduğunu söylüyor. Olayın sadece dinle İslam olduğunu göstermemek açısından bir örnek daha veriyor. Örneğin, İstanbul’a ait futbol kulüpleri yerine, Anadolu kulüplerini savunan halk kitlelerinde de böyle bir değer olabileceğini söylüyor. 1990’lı yıllarda bu kitap çok tepki çekiyor. Marksizm dışına düşmekle, Marksist değerlere ihanet etmekle suçlanıyor. Fakat böyle provokatif ifadeleri aydınlanmacı bir Marksizmin karşısında konumlandırmak adına teorik çözümlemeler de yapılıyor. İkinci kol TDP ekseninden gelen bir bakış olarak ifade edebiliriz.
Üçüncü kol az önce bahsettiğim bu iki kelimeyi yan yana kullanan Bedreddini Hareket. Bu hareket o sıralarda çok da TDP’den etkilenmiyor. Hatta içerisinden çıkmış olduğu yapı Sosyalist İşçi Partisi oldukça seküler, laik bir yapı. Hatta bu konferansa davet aldıklarını ve kabul etmediklerini de biliyorum. Çalıştayın duyuru metinlerinde vardı. Yani bu Çalıştaya gelemeyecek kadar, bu konu başlığına tepkili olan arkadaşlar. Bedreddin Hareketi bu grubun içerisinden doğuyor ve bu grubu Kemalizan etkilerle bürünmüş, aydınlanmacı ve ilerlemeci bir sol olarak niteliyor. Kemalizme karşı kapitalizm öncesi değerlerden biri olan Şeyh Bedreddin figürünü örgütlenmek için temel bir referans olduğunu söylüyor. Görüşleri kabaca, bir ilerlemecilik eleştirisi, Marksizmin içerisinde bir aydınlanmacı damar olduğu ve bu damarın reddedilmesi gerektiği ve bu damarın da Türkiye’de aslında TKP olarak vücut bulduğunu ve Türkiye komünistlerinin bu pratiktiğin de eleştirisini yapması gerektiğini söylüyorlar.
Rojava’da ideolojik yerelleşmenin çözüm olacağı konusunda pratik ısrar hala devam ediyor
Bu konuların dışında yine Antikapitalist Müslümanların ve Teori ve Politika Dergisinin de bu konuda çok yetkin çalışmaları var. İdeolojik yerelleşme kavramını onlarda yayınlarında kullanıyorlar. Fakat örgütsel düzlemde bu üç kolun doğduğunu söyleyebilirim. Daha sonra bu Bedreddini Hareket, Türkiye’de Devrim Partisi ve birkaç fraksiyonun daha bir tür devrimci komünar perspektifle Rojava’da işgalci ve sömürgeci güçlere karşı savaştığını biliyoruz. Şu an onların savunduğu temel programatik metinler arasında da ideolojik yerelleşme geçiyor. Yani hala pratik çıktısı devam eden, bunun üzerine ısrar eden, bunun Türkiye solu için bir çözüm olabileceğini, bir anahtar kavram olabileceğini savunan bir devrimci komünar perspektif var diyebilirim.
Marksizm evrenseldir ve bütünsel yapı olarak da herkese hitap eder
İdeolojik yerelleşmeyi teorik açıdan biraz daha inceleyelim. Kastettiğimiz şey Marksizmin bir yerelleşmesi, Marksist yerelcilik, düz yerelleşme veya yerelcilik değil. Yani Marksizmi doğrudan yerel ile birlikte düşünen bir anlayış değil. Kabaca Marksizmin evrensel bir mesajı, bir doktrini olduğunu esenlikle kabul etmeliyiz. Marksizm evrenseldir ve bütünsel yapı olarak da herkese hitap eder. Marksizmin düşmanlaştırdığı güç zaten biraz sloganik olacak ama bir avuç sermaye sınıfı, bir avuç sermayenin devletlerine hizmet eden bürokratik güçler. Yoksa Marksizm bunlar dışında çok geniş bir kitleye kendi mesajını iletmek isteyen din, dil, ırk, cinsiyet gözetmeden bu mesajı aktarmak isteyen bir yapı.
İdeolojik yerelleşme Marksist bireyi politikaya davet eden, onu hayata davet eden, onu pratik işler yapmaya davet eden bir bakış
Peki biz ideolojik yerelleşmeyi nerede algılıyoruz? Bunun bir tür politika çabası olduğunu düşünüyoruz. Bir tür politikaya alan açma faaliyeti olduğunu düşünüyoruz. Ve yerelcilikle, yerelleşme arasındaki ayrımı da bir çaba olarak ifade etmek gerektiğini düşünüyoruz. Yani saf niyetimiz bir tür yerelcilik yapmak, yerelde ne varsa onu savunmak veya açığa çıkartmak değil; bir tür yerelleşme, içerisinde çabayı da imgeleyen, belirleyen bir bakış. Bu tabii ki Marksizmin geneline dair bir mesaj değil, Marksist bireye dair bir mesaj. Yani ideolojik yerelleşme Marksist bireyi politikaya davet eden, onu hayata davet eden, onu pratik işler yapmaya davet eden bir bakış. Yerelleşmedeki çaba kavramını umarım açıklayabilmişimdir. İdeolojideki kastımız ise, Marks’ın Alman ideolojisinde kullandığı yanlış veya çarpık bilinç değil. Çoğu zaman Marksizmi şabloncu ve kitabi gözlerle okunduğunda ideolojinin çarpıtılmış bir bilinç, dinin de böyle bir bilinç olduğu gibi bir algı vardır. Bu aslında Marksizm içerisinde sadece bizim, kaba sayabileceğimiz bir görüş. Onun yerine mesela Althusser’in çok güzel ifade ettiği gibi; ideolojinin bireylerin gerçek varoluş koşulları ile olan ilişkisi olarak algıladığımızı söyleyebilirim.Yani birey için yaşanılan ve inanılan her şeyi ideoloji olarak isimlendirmek yine verimli bir çıktıya yol açabilir. İdeolojik yerelleşmenin de bu anlamda bireyin hayatın içerisinde gördüğü, yaşadığı ve inandığı tüm gerçeklik içerisinde komünist pratikleri örgütleme çabası olarak söyleyebilirim.
Tabii bu çabanın bir egemen versiyonu var, bir de ezilen versiyonu var. Az önce Türkiye Devriminin Yapısı isimli kitaptan biraz referans vermiştim PDF literatüründe. Örneğin o kitapta da şöyle diyor; Egemen yerelleciliği, uluslaşma ve milliyetçilik olarak algılarken, ezilen Anadolu halk gerçeği olarak bunu ifade eder, diyor. Yani ezilenin yerelleşmesi ile egemenin yerelleşmesi arasında çok ciddi ayrım var. Bu ayrım da devlete karşı olmakla, devletin yanında yer almak veya onun karşısında mücadele etmek olarak kabaca özetlenebilir.
Evrensel ilkelerle mi örgütlenmeliyiz, yoksa yereldeki dinamikleri bulup açığa mı çıkarmalıyız?
Marksizm içerisindeki bu gerilim şu tartışma başlıklarını ortaya çıkarıyor. Evrensel ilkelerle mi örgütlenmeliyiz, yoksa yereldeki dinamikleri bulup açığa mı çıkarmalıyız? Tabii ki sadece çağdaş bir tartışma başlığı değil. Bunun yine literatürde ayrımları var. Örneğin, karşı mit bir Nazi filozofu, düşman saflarda yer alan bir filozof, bir Hitler yandaşı. Fakat meseleyi izole edebilmesi açısından o da bu ayrıma iyi bir vurgu yapmış. Karşı cenahtan baktığı içinde izole ettiği konuları daha esenlikli değerlendire bilmiş diyebilirim.
Karşı mit bu meselede komünist pratiği ikiye ayırıyor. Birincisine devrimci savaşçı ismi veriyor, ikincisine karasal partizan ismi veriyor. Devrimci savaşçı, karşı mite göre egemen ilkeler eşliğinde örgütlenmiş, sadece ilkeleri benimseyen, mekan ve zaman üstü bir gerçeklik, bir doktrini savunan bir militan prototipi. Buna kendince Lenin örnek veriyor ama bence bu çok doğru bir örnek değil. Yani bir ilke belirliyor bir savaşçı, bu ilkeye inanıyor, zamanını, mekanını, gerçekliği hepsini reddediyor ve tam bir ideolojik losyonla savaşıyor. İkinci örnek olarak da karasal partizan diyor. Buna da örnek olarak Maoizm ve Çin devrimini örnek veriyor karşı mit. Diyor ki; İşte uzun ömürlü olan, tutarlı olan da budur. Karasal özellikleri gözeten bir partizan figürü diyor. Bu ayrım doğru fakat karşı mitin verdiği örnekler yanlış. Çünkü mal ne kadar karasal bir partizansa, Lenin de o kadar karasal bir partizan. Belki Cemil Kılıç hocamın az önceki görüşü ile çelişiyor olacak ama Stalin de kendi ülkesinin haklarını, bütün ayrımlarını gözetmiş ve bu konuda başarılı praktiker sergilemiş bir lider olduğunu ifade edeyim.
İkinci örnek olarak Arif Dirlik’in ben ayrımını yine elverişli buldum. O da yine ikili bir ayrım çiziyor. Yine zaman ve mekan üstü bir yerelleşmeye epistemolojik yerellik diyor. Yine sadece ilkelerle hareket eden yerelleşmeye ve radikal bir muhalefet potansiyeli taşıyan çizgiye de eleştirel yerelcilik diyor. Ben aslında bizim dergi olarak da savunduğumuz, Hikmet Kıvılcım’dan, TDP’den, Bedreddini Hareket’ten gelen ideolojik yerelleşme anlayışının karşı mitin ayrımlarında karasal partizana tekabül ettiğini, Arif Dirlik’in ayrımlarında da yine radikal muhalefet potansiyeli taşıyan eleştirel yerelciliğe tekabül ettiğini söyleyebilirim.
İslam doğuş, kuruluş ve yerellikleri açısından Marksizmle kısmen benzerlikler taşıyor
Bu konuda acaba İslam nerede yer almaktadır? diye ufak sorgulamaya girişmek istiyorum. İslam ve Hristiyanlık burada farklı gibi duruyor. Çünkü öreneğin karşı mit devrimci savaşçıya örnek verirken, Hristiyan teologlarından da örnekler veriyor. ‘’Solcu devrimci savaşçılar tıpkı Hıristiyan misyonerleri gibidir. Evrensel mesajları hiç çevresine bakmadan üretmeye çalışan, bir şekilde tebliğ eden savaşçılardır’’ diyor. Fakat İslam’a baktığımızda İslam’ın aslında mesajının değil de, doğuşunun Arap Siyasal Birliğini kurmak olduğunu söyleyebiliriz. İslam her ne kadar olgunlaşması ve mesajı itibariyle evrensel yön taşısa da, doğuşu itibarıyla bir tür Arap Siyasal Birliğini kurmasından ötürü yerel dinamikler taşıdığını söyleyebiliriz. Hıristiyanlıktan bu anlamda ayrışıyor ve Marksizme de kendi, doğuş, kuruluş ve yerellikleri açısından kısmen benzerlikler taşıyor. Marksizm de, mesajı ve bütünsel yassı olarak evrensel olayları, sınıfsal üretici güçler, üretim ilişkileri gibi mekanik sayılabilecek terimlerle açıklıyorken, kuruluşu ve doğası itibariyle de oldukça yerel özellikler taşıyor. Bu anlamda İslam ve Marksizmin yapısal benzerlikler taşıdığını söyleyebiliriz. Hıristiyanlar ise daha çok Smith’in ayrımında Devrimci Savaşçıya, Arif Dirlik’in ayrımında da epistemolojik yerelciliğe tekabul ettiğini söyleyebilirim. İslamın da ve Marksizmin de karasal partizanlaştıkça veya eleştirel yerelciliğe brüründükçe devrimcileştiğini, varlık bulduğunu, kudret kazandığını söyleyebilirim.
Marksizmin hedefi İslam değil, İslam adı altında yapılan komünist pratiklerin kendisi
Örneğin Endonezya ile Irak’ın farkına bakalım. Bir çok konuda ikisi de evrensel olarak aynı İslam mesajı taşısa da yerel dinamiklerin birbirinden ne kadar farklı olduğunu aslında anlatmaya bile gerek yok. Marksizm de böyleydi. Çin’deki Marksist kuruluşla, Yugoslavya’daki Marksist kuruluş, Latin Amerika’daki deneyimler birbirinden epey farklıydı. Yani bu anlamda bir benzerlik olduğunu söyleyebilirim. Konuşmanın başında bahsettiğim üzere Marksizm aslında içinde hedefin İslam’ın kendisi olmadığı çok açık. Çünkü İslam’da kendi içinde dallanıp budaklanmış, kendi bütünselliğini yakalamış bir alan. Marksizm açısından da hedefin İslam değil, İslam adı altında veya İslam adına yapılan komünist pratiklerin kendisi olduğunu söyleyebilirim.
İdeolojik yerelleşmeyi savunan yerelleşme çok sıradan, aşağıdan gelen kollektif ve ortaklaşa mülkiyete vurgu yapıyorken, egemenin yerelliği çok ilkesel, çok daha uhrevi dile sahip
Tabi burada çok ciddi bir handikap var. Yerelliğe vurgu yaptıkça egemenin yerelliğine kapılmak, egemenin yerelliğineden kurtulamamak, onun düşün dünyasına, onur aurasına kapılmak gibi bir risk var. İşte başımızdaki diktatör, yerli ve milli kelimesini ağzından düşürmüyor. Bizim yerelleşme çabamızın da bundan tamamen ayrı olması gerektiğini açık yüreklilikle söylemek lazım.
Aslında bunu şöyle ifade edebiliriz. İdeolojik yerelleşmeyi savunan yerelleşme çok sıradan, aşağıdan gelen kollektif ve ortaklaşa mülkiyete vurgu yapıyorken, egemenin yerelliği çok ilkesel, çok daha uhrevi dile sahip. Örneğin onlar sürekli Türklük ve İslamlıktan bahsediyorlar, biz bunun karşısında Anadolu gerçeğinden bahsedebiliriz. Onlar sürekli kanunlardan, düzenden, ilkeyi kurmaktan bahsediyorlar, biz bunun karşısında ortaklaşa mülkiyetten, Beytü mâli’l-müslimîn’den bahsedebiliriz. İşte onların tarihsel referansları, büyük bir vezir Nizamülmülk iken, bizim tarihsel referansımız Hasan Sabbah’ın sıradanlığı olabiliyor. Onlar I.Mehmet’ten bahsederken, biz Şeyh Bedreddin’den bahsedebiliyoruz Yani açıkçası ayrımı, devlet yanlısı olmak ve devlet karşıtı olmakla koymak anahtar bir çözüm haline gelebiliyor.
Türkiye solunum topyekün bir yerelleşmeci, yerellik isteği var
Türkiye solu buna nasıl baktı? dersek, açıkçası 4-5 kuşağa uluşan bir Türkiye Solu birikimi var. Yani 1908 işçi direnişlerinden, 1920’lerdeki TKP deneyimden alırsak 4-5 kuşağa ulaşan Türkiyeli Marksist birikim var. Hiç kimse zaten bugüne kadar; ‘’Ben Marksistim, ben bu topraklardan kopuğum, ben evrensel bir ilkeyi savunuyorum’’ demedi. Herkes çok yerelleşmek istedi, herkes bu halkın içerisinde faaliyet yürütmek istedi. Hani en halktan uzak sayılan Fokocu hareketler bile… Bunu Türkiye toplumunu uyandırmak için yaptı. İnsanların birikimlerine hiç değmediği düşünülen silahlı mücadeleler bile bir ses olsun diye bunu yaptı, bir propaganda adına, haklar bunu görsün diye yaptı.
Dolayısıyla aslında Türkiye solunum topyekün bir yerelleşmeci, yerellik isteği olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Fakat Türkiye solunu, en seküler olanları bile, bu çalışmaya katılmayı reddedenlerin bile bu yerellikle uyumlu olduklarını söyleyeceklerdir, topyekün yerleşemediler. Topyekün yerelleşemedi diye onları reddetmek hatalı olur. Aslında onları ancak, ilkeleri yerele zorlamak konusunda eleştiriye tabi tutabiliriz.
İdeolojik yerelleşme kapitalizm öncesi isyan deneyimlerini gün yüzüne taşımaya çalışan bir anlayış
Bizim derginin içinde bulunduğu birikimin belki vermesi gereken özeleştiri bu olabilir. Yani onları yerel olmayanlar olarak değil, ancak bir tür Smith’in ayrımındaki gibi bir devrimci, savaşçı veya epistemolojik yerelcilik anlayışına düşme yanlışıyla karşılaştıkları şeklinde eleştirilebilir. Onun yerine ideolojik yerelleşmenin kapitalizm öncesi isyan deneyimlerini gün yüzüne taşımaya çalışan bir anlayış olduğunu söyleyebilirim.
Teşekkür ederim beni dinlediğiniz için.
adilmedya.com