“Seçilmiş pozisyonları üst üste gelmeyi sınırlandıran, dönüşümü zorunlu kılan, ablacılığa, abiciliğe yani hesap vermeyen en formel liderliklere müsade etmeyen, şeffaflık ve sürekli kurumsallığı ilke edinen bir örgütlenme kurmamız lazım… İşi daha kurumsal ilkesel ve şeffaf düzeye çekmek lazım. Kendi içinde kadınların, erkeklerin bağımsız, özerk değil bağımsız olduğu her ne meselede istiyorlarsa ona yönelik faaliyet yürüttüğü bir örgütlenme oluşturmamız lazım. Kadınların erkeklerden ayrı ve bağımsız bir iç örgütlenmesinin olduğu bir yapı kurmamız lazım…”
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün Alpkan BİRELMA‘nın konuşma metnini yayınlıyoruz.
Öncelikle biraz hasta olduğumu belirtmek istiyorum. Bundan dolayı kusura bakmayın. Arkadaşlarla konuşmuştuk, bu sebeple ben kişisel tecrübelerimden yola çıkarak epey somuta ineceğim.
Kendi hikayemden ilerleyerek aslında iki tane meseleden bahsedeceğim. Ben İslam’ın genel olarak sol diyebileceğimiz bir anlayışına inanıyorum. Fakat ben daha ziyade sosyal adaletçi kavramını tercih ediyorum. O bana biraz daha makul, biraz daha isabetli gibi geliyor. Solun bazı spesifik çağrışımlarını aştığımız zaman, sağ-sol ikilemliğinden düşünmek gerekirse elbetteki sıkıntı yok. Ben uzun zamandır, az çok bu hattaki örgütlü bir mücadele deneyimi olan Emek ve Adalet’in bir parçasıyım. Fulu bir alanda hareket ettiğimiz için Emek Adalet’teki diğer hattımızı tarif etmeye çalışırsam şöyle diyebilirim; Ahlâki ve siyasal motivasyonunu dinden alan, fakat sekülerlere de açık olan sosyal adaletçi bir hat diye tarif etmek makul geliyor. Ben bu hat üzerinden, örgütlü mücadele tecrübelerimiz üzerinden bazı gözlemlerimizi paylaşacağım.
Bu işin örgütlü bir şekilde biraz ortaya konması, biraz yaygınlaştırmaya çalışılmasının zorluklarından bahsedeceğim. Birinci konum bu olacak. İkinci konum da bununla bağlantılı ama daha spesifik olarak sınıf meselesi olacak. İşçi örgütlenmesine dair tecrübelerimizden hareketle bir şeyler söyleyeceğim. Daha önceki oturumlarda da buna benzer açıklamaları duydum, onlarla da belki hafiften diyalog olmuş olur. Ben uzun zamandır farklı konumlarda işçi hareketleri ile uğraşan bir insanım. Biraz destekleme faaliyetleri, 2011’den beridir de bu hattayım. Yani biraz daha İslami sosyal adaletçi bir hat üzerinden bu işlerle uğraşıyoruz. Oradaki tecrübelerime dahil de bir vurgu yapmaya çalışacağım.
Sınıf meselesi, dört temel meseleden bir tanesi
İkinci konu olan sınıf meselesinden başlamak istiyorum. Sınıf meselesinden ne kastediyorum? Üretim araçlarına sahip olanlarla, olmayanlar arasındaki sömürü ve mücadele meselesinden bahsediyorum. İşçi sınıfı derken sadece sanayi işlerini kastetmiyorum, gayet genel bir ücret gelirine mahkum olan insanları kastediyorum. Şunu da ekleyeyim, sınıf meselesi diyenler genelde en önemli meselenin sınıf meselesi olduğunu söylerler. Ben öyle düşünmüyorum. Ben sosyal adalet çerçevesinden baktığımızda en azından dört temel meseleden biri şeklinde kafamda oturuyor. Bu dört temel sorunlardan özetle, cinsiyet, ırk, ulus ve sınıf meselesi şeklinde bir dörtlü var. Ben bunları eşit öneme sahip olarak görüyor ve düşünüyorum. Faaliyetlerimi ontolojik olarak değil bu şekilde sürdürüyorum.
Müslüman olarak işçi sınıfı örgütlenmesiyle uğraşanları bir avantajı yok
Şöyle bir soru var sanki: Müslümanlar olarak işçi sınıfı örgütlenmesiyle uğraşanların bir avantajı var mı? Elbette ki burada neyi ima ediyoruz, biraz daha seküler biraz daha Marksizanlara göre avantajlı mı? Bunu biraz tartışacağım. Öyle fazla da karmaşıklaştırmayayım. Benim tecrübeme göre, hayır yok. Biraz öyle bir beklenti var ama öyle olmuyor. Niye öyle olmuyor? Bundan ne kastediyorum? Biraz müsadenizle açmaya çalışayım. Çünkü nihayetinde en basitinden bu bütün inanç mesellerinin, bütün ontolojik vs. tartışmalarının, biraz daha kültürel bağlantı kurmaya dair, bir takım avantajları ötesinde sonuçta bizde hemen hemen aynı şeyi yapıyoruz. Daha seküler bir yerden hareket eden arkadaşlarla. Ne yapıyoruz? İşçi insanları daha mücadeleci, daha örgütlü, aslında epey zor ve engebeli ve epey meşakkatli bir mücadeleye davet etmek, onları o yolda hem motive etmek hem örgütlemekle uğraşıyoruz. Nihayetinde pratik olarak hemen hemen aynı şeyi yapıyorsunuz. Burada belki şunu eklemem gerekiyor.Türkiye solu da aslında işçi hareketini biraz elbetteki ortalamayı söylüyorum bir sürü muazzam işler yapan var ama genelde biraz uzaktan hakikaten sınıf meselesi ile aslında angaje olan aslında o kadar fazla değil oransal olarak sanki benim görebildiğim kadarıyla. Sonuçta oransal işçi sınıfı meselesiyle angaje olan o kadar solcu da olmadı sanki benim görebildiğim kadarıyla. Çünkü aslında işçi sınıfı mücadelesi çoğu zaman varsaydığımızın aksine aslında sadece çıkarla açıklanabilen bir şey değil. İşçi kendi çıkarının gerçekten ne olduğunu fark edecek ve sonra mücadeleye atılacaklar oldukça az. Farklı süreçler de var. Bu elbetteki önemli, önemsiz değil ama, bir ahlaki tercih, bir ahlaki motivasyon, özellikle günümüzde olduğu gibi sınıf hareketinin böyle gürül gürül akmadığı bir dönemde, bir işçinin mücadeleye girebilmesi, kalıcı olabilmesi için şart. O yüzden de orada ahlaki bir şeye çağırıyorsunuz, zor bir şeye çağırıyorsunuz, muhtemelen orta vadede bir sürü zorluklarla karşılaşacağı bir şeye çağırıyorsunuz. Zor bir şey. İnsanlarda zaten o kadar muazzam çok şekilde bir fark olmuyor. Bir de şu var tabii, belki de biz bunu pek iyi beceremiyoruzdur, bu da mümkün. Belki bu Müslüman işçi örgütlenmesini hakikaten belki de bizden daha iyi yapacak ve orada belki de fark ortaya çıkacak.
Örgütlü mücadelede öncüleşmiş işçileri kalıcı öncü işçiler haline getirmeye çalışıyoruz
Bu benim söylediğim hala çok soyut birşey. Tam olarak ne yapıyoruz? Onu biraz daha açayım. Böyle tarih ötesi genellemeden bahsetmiyorum aslında epey spesifik bir şeyden bahsediyorum. İşçi örgütlenmesi diye bahsede bileceğimiz şey süper dünya devasa tarihsel bir şey. Ufacık bir işyerindeki iki işçinin, bir şekilde hakkını aramasıyla başlayıp, Ekim devrimi arasındaki devasa alanı düşünelim. Bunu çok abartarak söylüyorum şu an. Sonuçta bunların hepsi işçi örgütlenmesinin farklı momentleri. Elbetteki benim kastım bu faaliyette göremediğimizi söylemeye çalıştığım tabiki çok başlangıç momenti. Ülkemizdeki bugün işçi hareketinin durumu çok berbat olmasa da biraz başlangıç düzeylerine yakın. Sosyal adaletçi Müslümanlarda da böyle inanılmaz gürül gürül örgütlerimiz yok. Bu yüzden bayağa başlangıç düzeyi. Daha da somutlaştırayım, başlangıç düzeyi derken neyi kast ediyorum. Biz sonuç itibariyle bir şekilde öncüleşmiş işçileri örgütlü mücadelede kalıcı öncü işçiler haline getirmeye çalışıyoruz. Onların bu mücadelede düzenli bir örgütlü faaliyet yürütmeleri için uğraşıyoruz. Genelde de aslında uğraşabileceğimiz düzey bu. Bu spesifik mikro açıdan, spesifik momente dair söylediğim şey çok da fark etmemesi. Bu tabii tecrübe olmuyor, bir şekil hipotez gibi düşünün bunu. Benim aklımdan geçen, genel olarak da insanların burada ifade etmeye çalıştığı fark, biraz daha ileri düzeydeki işçi örgütlenmelerine, inşallah büyürse. Biraz daha kitle işçi örgütlenmesi, siyaseti yapabilmeye başladığımız zaman belirli farkların, avantajlarının ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. Bu tabi biraz da hipotez. Burada kastım şudur. Şöyle anlaşılmasın parti kuralım devasa birşey falan. O kadar uzun boylu ve ertelemeci birşey kastetmiyorum. Atıyorum güzel, sağlıklı, yetkili sendikalar da mesela bizim çizgimize yakın düşünen insanlar olsa bence orada da bir fark yaratılabilir. Hak-İş in yaratmış olduğu bütün tahribata rağmen. Paylaşmak istediğim birinci meselem buydu.
Sosyal adaletçi İslam anlayışını nasıl yaygınlaştıracağız?
Şimdi ikinci meseleye geçeyim biraz. Tamamen mütevazi kendi tecrübemizden hareketle, sosyal adaletçi İslam anlayışını nasıl yaygınlaştıracağız? Bu en azından tartışmanın Müslüman olan ayağındaki insanlar açısından daha önemli. Ben burada örgütlenmemiz lazım, onun üzerinden bahsedeceğim. Bir önceki oturumda tartışma bir ara sanki program meselesine gelmişti, o da olabilir bilmiyorum. Bu daha önemli diye söylemiyorum ama bence program kurmaya daha biraz var. Bizim biraz daha aslında örgütlenmelerimizi kurmamız lazım. Sonra daha ciddi ve gerçek bir program tartışması yapmamız lazım ama bu benim öznel görüşüm. Bu düşünceyi örgütlememiz lazım, bu hattı teşkilatlandırmamız lazım. Eminim siz de bakıyorsunuzdur bu tartışmanın geneline dair. Sonuçta bayağı dışarıdan değiştirildiği görülüyor.. Bu tartışma sonuçta yeni bir tartışma değil, biliyoruz epey bir tarihselliği var. Bence teşkilatlandıramadığımız için biraz fulu gibi oluyor. Aynı şeyleri 6-7 yılda bir tartışıyormuşuz gibi oluyor. Niye böyle düşünüyorum ve bu kadar teşkilata vurgu yapıyorum? Muhtemelen herkes böyle düşünür de biraz bariz olanı söylemek belki yaptığım şey. Sonuç itibariyle İslamın daha otoriter, daha muhafazakar bizim eleştirdiğimiz, hoşlanmadığımız yorumu da, aslında yerden ot gibi biten bir şey değil. Aslında bu yorum da yüzlerce teşkilat üzerinden örgütlenen, insanları ikna eden, örgütlenen birşey. Elbette ki böyle açık toplumda örgütlenen birşey yok, egemen güçler tarafından birbirlerini destekliyor, devlet kendisi bu işin içerisinde. Bu yine sonuç itibariyle örgütlenen bir düşünce. İnsanların normal bıraktığınız zaman kaydığı bir düşünce değil. Karşı taraf bu kadar örgütlü ve örgütçüyken bizim bence bizim fazla böyle teorik, daha ontolojik tartışmalara dalmamızda bence bir sorun var.
Eğer teşkilatlarımız olmazsa, bunları biriktiremiyoruz, ileriye götüremiyoruz
Elbette ki şu da önemli, teşkilat deyince çok uzun bir mücadele arkadaşlar. Burada konuşuyoruz ama hakikaten böyle çok uzun belki de bütün ömrümüze yaydığımız zaman görebileceğimiz, kalıcı dönüşümlerden bahsedebileceğimiz, çok uzun, örgütlü kalıcı mücadele örgütlediğimizi de eklemek isterim. Bu elbette ki bağımsız entelektüeller, bağımsız aydınlar, biraz daha spontane hareketler, sosyal patlamalar ya da biraz daha konu bazlı yaratıcı kampanyalar da elbette ki çok önemliler. Örgüt elbette ki o değil kastım bunların hepsi. Eğer bizim teşkilatlarımız olmazsa, tekçi bir şeyde kastetmiyorum sakın öyle anlaşılmasın teşkilatlarımız olmazsa biz bunları biriktiremiyoruz, ileriye götüremiyoruz, patinaj gibi oluyor. Buna iki şerh düşeyim. Şöyle anlaşılmasın, kendi grubumu çıkartmak için söylemiyorum, bence de yapılar, kurumlar örgütler lazım. Bu zaten çok büyük bir iş. Daha ileri bir yere kadar götürebileceğimiz bir büyük hikayeye karşı mücadeleden bahsediyoruz. Bu kadar epik olması şart değil illa. En nihayetinde farklı farklı bu düşüncede olan gurupların, Ankara’da olan arkadaşlarımız mesela burada, biraz daha ilerleyip mütevazi de olsa bu görüşü örgütlememiz lazım. Çoğul örgütsel bir şeyi kastediyorum yanlış anlaşılmasın.
Nasıl bir örgütlenme kurmak lazım?
İkinci şerhim şu; Elbetteki şunun da farkındayım, örgüt fetişizmi de yapmak istemiyorum. Mücadeleler tarihinde nice örgütler vardır. Belki de faydadan çok zarara yol açmıştır. Örgütçülük zor birşey bazen tuhaflaşıyorsunuz. O yüzden tabi hemen şu soruya geçmek lazım. Nasıl bir örgütlenme kurmak lazım? Bunlar bizim son derece mütevazi tecrübelerimizden hareketle vardığımız, belki seneye sorsanız farklı şeyler söyleriz ama en başta böyle düşünmüyorduk. Biraz tecrübeler ve sorunların üzerinde üretmeye çalıştığımız çözümler üzerinden söylüyorduk. Birincisi çok basit, hakkaten çok demokratik bir örgütlenme kurmamız lazım. Kime sorsanız böyle söyler ama bu böyle olmuyor. Bu yüzden bu meseleye kafa yormamız lazım. Biraz daha somutlaştırayım. Hep birlikte, halka halinde karar almak açısından zorluk arzeden, 20’li sayılara ulaştığımız anda, hemen hızlı bir şekilde demokratik olarak seçtiğimiz, yetkilendirildiği konuda inisiyatif kullanma hakkına sahip komisyonlarımızı oluşturmamız lazım. Seçilmiş pozisyonları, üst üste gelmeyi sınırlandıran, dönüşümü zorunlu kılan örgütlenme. Ablacılığa, abiciliğe yani hesap vermeyen en formel liderliklere müsade etmeyen, şeffaflık ve sürekli kurumsallığı ilke edinen bir örgütlenme kurmamız lazım. Bazen bende yaşım ilerlediği için ben de hatalar yapabiliyorum ama bunu her seferinde fark etmek ve işi daha kurumsal ilkesel ve şeffaf düzeye çekmek lazım. Kendi içinde kadınların, erkeklerin bağımsız, özerk değil bağımsız olduğu her ne meselede istiyorlarsa ona yönelik faaliyet yürüttüğü bir örgütlenme oluşturmamız lazım. Yani kadınların erkeklerden ayrı ve bağımsız bir iç örgütlenmesinin olduğu bir yapı kurmamız lazım.
Sıfırdan bir teşkilat kurmak çok zor bir şeydir
Sosyal adaletçi Müslümanlar olarak sonuçta hala başlangıç aşamasındayız. Genç insanları çok hırpamalayan, çok da yormayan ama yerinde bir mücadelecilik dozunu da şart koşan bir örgütlenme kurmamız lazım. Şu da önemli, yeni insanların katılımına açık davetkar, bunu zorlaştıran bazı tarzlara, afralara,. enformatüellere de sahip olmayan, bunları fark ettiği anda bir şekilde elimine eden bir örgütlenme kurmamız lazım. Fakat bu elbette ki oldukça zor arkadaşlar. Çok uzun zamandır bu meseleleri tartışsakta büyük, güçlü, bu hattı örgütleyen örgütlerimizi kuramadık. Bunu genel olarak hepimiz için söylüyorum. Çünkü çok zor bir şey bu.
Biraz da bu işin zorluklarından bahsetmek istiyorum. Bu işin niye olmadığını ve önümüzü görmek adına. Sıfırdan bir teşkilat kurmak çok zor bir şeydir. Sosyalist solda da son 10-20 yıl içinde kurulan, örgütsel bir kökeni olmayan ve büyüyebilen pek de örgüt yok. Sıfırdan teşkilat kurmak çok zor olduğu için bu işlere az insan geliyor. Elbette içinden geçtiğimiz dönem baskıcı otoriter ama biraz da depresif. Bence de bu da önemli. Türkiye bağlamında siyasetle ilgilenen insanlarda hakkaten derin bir depresyon var son 5 yıldır. AKP’nin bu alanda yarattığı tahribat elbette ki işimizi zorlaştırıyor. Bunun yanında zaten kalıcı örgütlü hareket etmek zaten zor bir şey. İletişim kazaları, ego savaşları, psikolojik gerilimler, patlamalar vs. hakikaten zor bir iş. Özel hayatınızda işiniz, gücünüz, bir sürü sorumluluğunuz varken düzenli örgütlü bir şekilde bunu devam ettirmek zor bir şey. Oradaki insan ilişkileri de bir yerden sonra insanın beynini yakıyor. Bu işlerle uğraşanlarda iyi bilir. Zamanınızın yarısı insan ilişkilerine ayırmanız gerekiyor. Birlikte hareket etmek için.
Bu iş otoriter örgütlerde bir tık daha kolay oluyor ama biz demokratik bir çerçevede yapmaya çalışıyoruz. Bunun da ek zorlukları oluyor tabi. Herkes hayat gailesi farklı olduğunun eşit düzeyde emek harcayamaz. Ama eşit düzeyde söz sahibi olduğu ve birbirini eşit ölçüde eleştirebildiği bir örgütsel çerçeve yaratmaya çalışıyoruz. Demokratik kültür (Türküz, Kürdüz, bu coğrafyanın insanıyız vs), öz eleştiri kültürümüz de zayıf olduğundan nefsimize bayağa zor geliyor.
Nihayetinde bunca zorluğa rağmen niye uğraşıyoruz? Çünkü biraz daha ahlâki meseleleri önemseyen ve aslında biraz da duygusal insanlarız. Elbetteki bize yaşadığımız ufacık, miniminnacık kazanımlar yetiyor da artıyor.
Sağolasınız dinlediğiniz için, teşekkürler.
adilmedya.com