‘‘İslam anlayışıma göre; sol düşünce Tanrı sözünün sonsuz zenginliklerini daha açıkça vurgulamaya yarar, adeta Tanrı sözünün adalet ve hak arama noktasında bir yorumudur. Sol ile dini karşı karşıya getirmek ve bu uğurda çaba sarf etmek doğru değildir, sol ateizmin bir nesnesi haline de gelmemelidir.”
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün Abdullah DEMİR‘in konuşma metnini yayınlıyoruz.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım.
Önce ben şunu söylemek istiyorum. Sabahtan beridir konuşuluyor. Zihin dünyamız bayağa doldu. Benim dolduğuna göre sizinki de kesin dolmuştur. Öncelikle ben bir şey söylemek istiyorum. Ben şöhret sahibi olmamanın dayanılmaz ağırlığı altındayım. Beni ilk defa tanıyıp, göreceksiniz. Bu benim çok hoşuma gidiyor. Ben hep böyle TV programlarını seyrettiğimde ‘’Ah ben neden burada değilim. Benim de söyleyecek birkaç lafım var. Niçin beni de çağırmıyorlar’’ diye hayıflanır, kompleks içerisinde girerdim. Burada bu şekilde bizi muhatap aldılar. Sağ olsun arkadaşlar böylelikle beni bu psikolojik eziklikten kurtardılar.
Sabahki konuşmalardan bir iki şeye temas etmek istiyorum. Daha sonra ben esas konuma geleceğim.
Hallac-ı Mansur, Hz. Ali, Muaviye vd. hakkında tarihsel bir takım şeyler anlatıldı, ortaya döküldü. Ama ben burada bir metodoloji hatası yapılmaması gerektiğine inanıyorum. Çünkü öncelikle siz paradigmanızı ortaya koyarsanız, sonra bu paradigmaya uygun olarak tarihsel olguları yapıştırmaya çalışırsanız, bence burada bir metodolojik hata olabilir. Çünkü tarih ve sosyal olgular sadece ve sadece bir açıdan, özellikle bizim baktığımız açıdan açıklayabileceğimiz, anlam verebileceğimiz, anlamlandıracağımız şeyler değildirler. Çok komplike şeylerdir. Mesela Cabiri bir kitabı vardır, Türkçe’ye de çevrildi. Orada Cabiri şunu söylüyor; Üç Arap bir araya geldiğinde, üçü de lider ben olayım diyor. Ondan sonra taht kavgası, savaş başlıyor. Yani bu gerçekliği de göz önünde bulundurmak lazım. Konuşmacı arkadaşlardan biri söyledi ‘’esası ıskalamamak’’. Bu gerçekten önemli bir şey. Esası ıskalamamak gerekiyor, önce insan olmak lazım. Ondan sonra Marksist teori ile ilgili ortaya atacağımız fikirler ve görüşler bunun arkasından gelir. Veyahut İslamiyetle, Kur’an-ı Kerim’le ilgili bir sürü ayetler ve başkaca bir sürü şeyler söylenebilir, anlatılabilir. Ama esas gerçekten insanın insan olmasıdır. Ben şimdi size bir soru soracağım? Diyelim ki sizin bir komşunuz var. Bu komşunuz gerçekten çok yoksul ama bunun yanında da hırsız, tacizci, dikizci, şiddet uygulayan biri. Şimdi bu yoksul olduğu için siz bunun yanında mı duracaksınız? Vallaha sırf yoksul olduğundan dolayı ben kılımı kıpırdatmam onun için. Bu sebeple mesele bunun da ötesinde insan olmakla alakalı bir takım problemler taşıyor. Ve bunlar temel meselelerdir.
Ben bu tebliğ ile ilgili de konuşmamı iki üç defa değiştirdim. Önce bir metin yazdım, sonra sosyal medyaya girdiğimde aman Allah’ım oradaki anlatımları, ifadeleri, eleştirileri gördüğümde metnimi değiştirdim. Sonra, dindeki sol, soldaki din, aydınlar, sosyalizm ve din ve 20.- 21. yüzyılda Marksist olarak ön plana çıkmış, düşünürlerin, yazarların, filozofların bu anlamda söyledikleri şeylere bakarak, benim de kişisel tespitlerimle beraber düşüncelerimi, meramımı anlatmaya çalışacağım.
Bizlerin hem Peygamberin sesine, hem filozofların sesine ihtiyacımız var. Şu an tarihin zaten bir dönüm noktasındayız. Onun için sorunlar büyük ağır. Yoksulluk, savaş, tabiatın kirlenmesi, haksızlık, yalnızlık, hastalıklar… Depresyon ilaçları bugün peynir ekmek gibi satılıyor. Bu ilaçları eczaneden dindarı da, Marksisti de, solcusu da alıyor. Demek ki içerlerde derinlerde çok ciddi problemler var. Yani esas meselelerde sorun var. Şiddet ve şiddet kültürünün yaygınlaşması, nezaketsizlik, saygısızlık, eşitsizlik almış başını gidiyor. Bu eşitsizlikle ilgili bir şey söyleyeyim. Bugün eşitsizlik problemi var ama başka bir problem daha var. Bugün herkes gerçekten herkes eşitsiz olmak istiyor. Eşit olmak istemiyor. Sokaktan giden bir insanı yakalayıp ‘’Oğlum ne olmak istiyorsun?’’ diye sorun. Ya Ronaldo olmak istiyorum diyecek, ya Messi olmak istiyorum diyecek veyahutta Arda Turan olmak istiyorum diyecek. Niçin bunu söylüyor? Çünkü bunların piyasaya o şatafatlı hayatları pompalanıyor ve böylelikle de bu insanlar başkaları ile eşit seviyede olmak istemiyorlar. Bunların hayal dünyası bambaşka şekilde şekilleniyor. Bizim böyle toplumsal olarak problemlerimiz, sorunlarımız da var.
Bütün bu gerçekliklerden dolayı hala bir Müslüman olarak açık bir şekilde bunu söyleyeyim sol kültür ve sol düşünceye ihtiyacımız var. Bir Müslüman olarak söylüyorum. Neden? Çünkü benim İslam anlayışıma göre; sol düşünce Tanrı sözünün sonsuz zenginlikleri daha açıkça vurgulamaya yarar. Bunu başka Müslüman camialarda söyleyemem. Ama İnşa Kültürevi’nin en güzel yanı istediğinizi söylemekte özgür olmanız. Bu benim için büyük bir nimettir. Adeta hak arama noktasında Tanrı sözünün bir yorumudur. Sol ve dini karşı karşıya getirmek ve bu uğurda çaba sarf etmek doğru değildir. Sol ateizmin bir nesnesi haline de gelmemelidir.
Dinle savaşmak, sadece dine değil, toplum dokusuna da zarar verir. Çünkü toplum için din gereklidir. Çatışma ve çatışma kültürünün negatif anlamda en büyük kazancı gerçeklik ve birlik duygusunu yok eder.
İnsanlar neden çatışıyor? İnsanlar ne istiyor?
Aslında insanların maksadı birdir. Sadece maksada ulaşmanın yöntemleri farklıdır. Metodoloji bir gaye değil, bir vasıtadır.
Aşık Paşa Garipname’de bir hikaye anlatır çok ilginçtir. O hikayeyi Mevlana da anlatıyor. Aşık Paşa kültür ayrılıkları üzerinde insanların insan olarak birbirleriyle anlaşmaları gereğini vurgular. Ama Mevlana bu anlaşma için şöyle bir şey söyler; ‘’Dil bilen bir Süleyman’a ihtiyaç vardır der.’’ Aslında hikaye şöyle, kendi coğrafyamıza uyarlayarak hikayeyi aktarayım. Bir Arap, bir Acem, bir Türk ve bir Kürt üzüm satın almak istiyorlar. Arap diyorki ben eanab istiyorum, Tük üzüm istiyorum, Kürt tırî istiyorum, Fars angur istiyorum diyor. Sonra üzüm gelince bunların her birinin isimlerinin aynı olduğunu görürler. Aşık Paşa şöyle diyor; ‘’İnsanlar bir evdendir. Bu cümle mevcudat muhtelif düşmüştür, illa mahlûkat Tanrı birliğine ermek için ikilikten kaçmak gerek.’’ İnsanlık için uzlaşma ve kaynaşma kültürü her zaman istenilen bir şeydir.
Peygamberler aslında içinde yaşadıkları toplumun sorunlarına hiçbir zaman ilgisiz kalmadılar, toplumun sorunlarıyla mücadele ettiler. Onları Tanrı tarafından kurgulanmış bir İlahi robot olarak düşünmek yanlış bir şeydir. Onun için dindeki sol ile dindeki solun izlerini görmemiz lazım. Tarihsel süreç içerisinde bunların örnekleri çoktur. Mesela Perulu Cizvit Papaz Gustavo Gutierrez 1971’de Kurtuluş Teolojisinin doğuşunu şöyle haber veriyor; ‘’Yunan düşüncesinden alınan düalizmden acil kopmamız gerekiyor. Ne biri “dünyevi” ne de biri “uhrevi” olmak üzere iki gerçeklik; ne de “kutsal” ve “kutsal olmayan” iki tür tarih vardır, yalnızca tek bir tarih vardır ve tek bir kurtuluş vardır, o da Tanrı’nın Krallığıdır. Bu da insani ve dünyevi tarih içinde gerçekleştirilmelidir. Tayin edici olan kurtuluşu yukarıdan beklememektir.” der.
Aslında Gustavo Gutierrez söyledikleri bize insanın bizatihi tarihsel, politik mücadele aracılığıyla geliştiğini göstermektedir. Bugüne kadarki hak ve adalet mücadelelerinden istifade etmemiz gerekiyor. Bugün yeni bir insan yeni bir vizyona ihtiyaç var. İnsanlar eski mücadele yöntemlerinden ve sıkıcı din algılarından yoruldular. İnsanları kavga ve şiddete başvurmadan ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü paylaşma duygusu doğası gereği şiddet karşıtıdır.
Dış ve iç koşulların diyalektiği
Bolşevik İhtilali olmadan Rusya’da 1860’lı yıllarda Dostoyevski Ecinniler romanını yazdı. Aslına romandaki kahramanlar geleceğin kahramanlarıydılar. Dostoyevski toplumsal hareketliliğin oluşturduğu ve yönlendirdiği ruhu sevmez. O ruhun yaratıcı bir hareketliliğin özlemini çeker. Onda özne ruhtur. Deccal’in güç halindeki ruhunu ve insanı Tanrı’ya dönüştürmenin safsatasını anlatır. İnsan Tanrılaşmayı seven bir varlıktır. Kur’an-ı Kerim’de de öyle diyor. ‘’Kella innel’insane leyatğa. Erra a hustağna’’ (Alak 6-7) Bu ayetteki ‘’kella’’ sözüne dikkat edin bir uyarı ayetidir. Ayette ‘’o kendini yeterli gördüğünde azar’’ diyor.
Tarih içerisinde din de sosyalist iktidar da ihanete uğramıştır. Hz. Muhammed sahabeyle Uhud dağının önünden geçerken (uhud savaşında okçuların ganimet malı için yerlerini terk etmesini hatırlamış olmalı ki ) şöyle der: “Ben, benden sonra sizin tekrar güneşe, aya, yıldızlara ve putlara tapmanızdan korkmuyorum. Ben benden sonra sizin dünya malını aşırı sevip dünya malına tapmanızdan, dünya malı için birbirinizin boyunu vurmanızdan korkuyorum.” Bu hadis Buhari’de geçmektedir. Bu temel varoluşsal bir hakikatin ifadesidir.
İnsan zaaflarla maluldür
Şeyh Bedrettin Varidat da: “insanlar Müslümanlıktan önce müşahhas bir puta taparlardı, günümüzde ise hayali bir puta tapıyorlar. Belki bir gün hak, kendini gösterir de hak olarak ona taparlar.” “İnsanlar birbirlerine tapıyorlar ya da paralara, altınlara, yiyeceklere, üne, şana, bilmedikleri için de yüce Allah’a taptıklarını sanıyorlar.”
Feuerbach da insanların kendi yarattıkları Tanrılara tapınmasını “yabancılaşma” olarak tanımlar. Dini de insanlığın yabancılaşmış bir ifadesi olarak görür. Tabi o din deyince Hristiyanlığı kast eder.
Din sorunları çözmek için Tanrı’dan ilham alır, din bizden bir anlamda kendimizle bir olarak başkalarını tüm dikkatimizle görmemizi ister. Fransız ihtilalindeki kardeşliğin kökeni Hristiyanlığa dayanır ama daha çok zanaat işçilerinin kardeşliğidir. Bu kardeşlik Hristiyanlığa göre yüzeyseldir. Sonraları Napolyon tarafından milliyetçiliğe dönüşür. Aslında Fransız İhtilali sanayileşmeyle bozulan değerlere yeniden dönüştür.
Marksizm’in temeli zenginliklerin adil bölüşümüdür. Modern sosyalizm Napolyon döneminin sona erdiği 1815’te başlar, Marx’ta Komünist Manifesto’yu 1848’lerde kaleme alır. Ernst Bloch manifesto da bir teoloji görür. Ona göre “Marksizm’de örtük bir şekilde ihtiyaç krallığından, özgürlük krallığına bir sıçrama ve bütünüyle İncil’in son derece yıkıcı ve durağan olmayan mirası yatar.
Zenginlik maddi bir durumdur, dış koşulların iyileştirilmesidir bu dine göre iç koşullardan bağımsız bir durum değildir. İslam’a göre zenginlik ve fakirlik sosyal değil ruhidir. İslam insandan dünyanın maddi nimetlerinin kölesi olmamasını ister ve de maddi köleliği reddeder. Çok şeye sahip olduğu halde içsel yoksulluğun kölesi olan insanlar vardır. Maddi nimetlerden yoksul bir insan da servet arzusunun kölesi olabilir. Asıl olan insanın özgürlüğüdür.
Din için “yoksulu görmek” duyulur olandır. Hissi bir durumdur, inanç kategorisinde değerlendirilir. Sosyalizme göre ise “düşünülür” olandır. Din sosyal olgulardan hareketle aşkın olana doğru bir yürüyüştür. Ekonomi insan içindir, insan ekonomi için değildir, bugün din ve solun ekonomik ve toplumsal sorunları ortak yarar çerçevesinde çözmesi gerekmektedir. Buradan hareketle tarihsel tecrübelerden ders alarak yeni ekonomik ve politik zihniyetler elde edilmesi gerekmektedir. İnsanın içindeki içsel güçler harekete geçirilmeli eğer insanlar içlerindeki “ben”i öldüremedikleri takdirde “veren el” ile “alan el” arasındaki ilişki de yara alır.
Aydınlar ve Sosyalizm
Bana göre aydınlar ikiye ayrılır, meseleyi anlayan ve derinlemesine analiz yapabilenler ile sığ kalanlar. Sığ kalanları kendi sığlıklarıyla baş başa bırakalım. 20. ve 21. yüzyılın önemli Marksist düşünürleri Marksizm ile Hristiyanlık arasında bir ilişki kurarak bunun üzerinde düşündüler. İlginç olan hepsi de genel olarak dinin ve özel olarak ilahiyatın cazibesine kapıldılar. Bu düşünürlerin büyük kısmının şöyle veya böyle kiliseyle Hristiyanlıkla bağlantıları olmuştur.
Cemil Meriç üstadımız Marksizmin temellerini Saint Simon’un attığını söyler. Ona göre Karl Marx onu izler. Saint Simon ilk sosyalisttir. Hristiyanlığı kıyasıya eleştirir zaman zaman dinin bir afyon olarak kullanıldığına değinir. Buna karşılık saf bir dinin gerçek bir Allah ve insan sevgisinin yararlarını ve “insanlar kardeştir” inancının vazgeçilmezliğini de ısrarla vurgular. Son eserinin adı “Yeni Hristiyanlık”tır, sloganı da ‘’birbirinizi seviniz’’ dir.
Cemil Meriç’e göre, Kuğunun son şarkısı ölmeden önce bir şakirdine şöyle bir mektup yazar: “Artık din insanları coşturamaz sanıyorlar, ne kadar yanlış! Katolik mezhebi modern ilimlerle, modern endüstriyle çatışıyordu, ister istemez çökecekti. Bu bozgun yeni bir inancın müjdecisidir, tenkidin ruhlarda bıraktığı boşluğu bu inanç dolduracak”
Roland Boer “Geleneksel olarak Marksizm’in dini reddettiğine dair çok yaygın ve genellikle yanlış olan algıya rağmen Marksizm ilahiyat olmaksızın anlaşılmaz” der.
Althusser ve Lefebvre, Marksizme geçmeden önce Fransa’da Katolik inancına kendilerini adamışlardı. Althusser Marksizme geçtikten sonra dini yeniden Marksist felsefe penceresinden değerlendirdi.
Henri lefebvre ise “Fransız Kırsalında Bir Pazar Günü Tutulan Notlar” adlı bir makalede kilisede yaşadığı ruhsal bir hal deneyiminin bıraktıklarını anlatır. O da kiliseden Marksizm’e geçti ve üzerinden Katolikliğin ruhu hiç eksik olmadı.
Antonio Gramschi, komünistlikten dolayı hapse atılır hapishanede İncil ve kilise üzerinde düşünür. Kilisenin komünist harekete sunacağı dersler üzerinde durur. Hedefinde İncil’den ziyade kilise vardır. Hristiyanlık üzerine Marksist bir analiz yapar. Kilisenin küresel bir hareket olmasından etkilenir. Komünist devrim programının merkezindeki ahlaki ve politik reform kavramlarını dini cemaatlerde arar.
Terry Eagleton, 1966’da “The New Left Church” adlı kitabı yazar. O da kiliseden Marksizm’e geçti. Onun için İsa bir örnektir o aynı zamanda mürted bir teologtur.
Ernst Bloch’a göre Almanya’da Thomas Münzer’in liderliğindeki köylü savaşları dinsel düşüncenin devrimci formla bağlantı kurmasıdır. Bir Marksist olarak İncil’le çok uğraştı. Birçok eseri Türkçeye de çevrildi.
Bu düşünürlerden başka dinle Hristiyanlık arasında bağlantı kuran gerek Hristiyanlıktan istifade edip gerekse eleştiren, Katolik ve Protestan kiliselerle düşünsel uyumu arayan şu düşünürlerde akla gelmektedir. Walter Benjamin, Zizek, Adorno ve Rudolf Bahro gibi özellikle Bahro’nun Türkçeye çevrilen eserinde tinsellikle Marksizm arasında bir bağ kurmaya çalışır.
Roger Garaudy Müslüman olmadan önce bir kitap yazdı. Kitap Türkçeye Doğan Avcıoğlu tarafından çevrildi, kitabın ismi “sosyalizm ve İslamiyet”. Garaudy o kitapta sosyalist sisteme geçen İslam ülkelerinde yaşayanların aslında kendilerine yabancı bir sistemi ithal etmediklerini, böyle bir şeyin esasen kendi kültürlerinde mevcut olduklarını göstermeye çalışır.
Aslında Anadolu aydınlarından, Nurettin Topçu, Mustafa Sibai’den de bahsetmek istiyordum fakat bana ayrılan süre bitmiş. ,
Ben sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum; Zaman mekândan büyüktür, bütün parçadan büyüktür, gerçekler fikirden büyüktür.
adilmedya.com