New York’ta belediye başkanlığına seçilen Zohran Mamdani, hem Müslüman hem demokratik sosyalist kimliğiyle, küresel siyasette yeni bir tartışma başlattı. Konut hakkı, ulaşım hakkı, bakım emeği ve gelir adaleti gibi başlıkları siyasetin merkezine taşıyan Mamdani, Müslümanlığın kamusal alanda adalet odaklı bir dil kurabileceğini yeniden hatırlattı.
Mamdani’nin zaferi yalnızca Amerikan sol siyaseti için değil, Türkiye’deki genç kuşakların adalet ve geçim mücadelesi açısından da dikkat çekiyor. Mamdani’nin yükselişini, bu çizginin İslam’daki karşılığını ve Türkiye’deki toplumsal-siyasal dile olası yansımalarından bahsedersek;
Öncelikle Mamdani, Müslümanlığı bir kimlik savunusu değil; adalet talebinin toplumsal dili olarak konumlandırdı.
Konut, ulaşım, bakım ve emek haklarını “teknik politika” değil, insanın insana yük olmadığı düzenin yapıtaşı olarak sundu.
Bu yaklaşım, babası Mahmood Mamdani’nin “sömürgecilik toplumu hafızasızlaştırır” tezinin siyasal devamı gibidir.
Baba Mahmood Mamdani hafızayı teorik olarak onardı; oğul Zohran Mamdani ise bunu ekonomik politikaya çevirdi.
2025 New York seçimlerinde Zohran “Müslüman ve sosyalistim, özür dilemiyorum” diyerek kazandığı zafer, yalnızca Abd siyaseti için değil, İslam dünyası için de ideolojik bir kırılma anlamı taşımakta. Dünyanın finans başkentinde, Yahudi nüfusun yoğun olduğu bir metropolde, Filistin’e açık destek veren ve Netanyahu’nun Newyork’a girerse tutuklatacağını söyleyen (Newyork polis teşkilatı belediye düzeyinde örgütlenir ) bir adayın seçim kazanması modern siyasetin alışılmış tüm güç dengelerini sarsabilir.
Mamdani’nin başarısı, uzun süredir “sekülerleşmeden sol olunamaz” ya da “İslamcı olmak muhafazakârlığı zorunlu kılar” şeklinde kurulan sahte ikiliği de çürüttü. Çünkü Mamdani, inancı otoriter bir kimlik savunusu değil, adalet talebinin toplumsal dili olarak kurdu; emeği, konutu, ulaşımı ve bakım hizmetlerini hak kategorisine taşıdı. Bu yönüyle, dinin devlet merkezli otoriter keyfi yorumundan değil, toplum merkezli özgürleştirici damarından beslendi.
Bu durum, Müslüman toplumlarda sol siyaset imkânsızdır klişesini de boşa çıkarır. Eğer Abd’nin dolayısıyla dünyanın neoliberal ve kozmopolit kalbinde hem Müslüman hem sosyalist kimlik karşılık bulabiliyorsa nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde bunun “hayli hayli” karşılık bulabileceğini yeniden düşünmek gerekir.
Dini kavramların toplumsal eşitlik ve mülkiyet dolaşımı ekseninde yeniden okunması, modern solun tarihsel kör noktalarını da İslamcı geleneğin devletçi otoriterliğini de aşan önemli bir gerçek sunmaktadır.
Türkiye özelinde bu olayın merakla izlenme ve özellikle genç kesimde heyecan yaratma nedeni ise şu sebeplerden dolayı oldu;
Çünkü Türkiye’de siyaset uzun süredir iki kutupta sıkıştı:
Halkçı görünüp halkın hayatını unutanlar, ve
Halkı anlamak yerine dönüştürmeye çalışanlar.
Bugün gençler artık bu iki tarafı değil hayatın yükünü konuşuyor: Kira, borç, geçim, ulaşım, bakım , sağlık… Mamdani, siyasetin anlamını hayat yükünü hafifletmeye bağladı. Bu da Türkiye’de karşılık buldu.
Tüm bunları Antikapitalist Müslümanlık gözüyle okursak;
Antikapitalist Müslümanlık, İslam’ı toplumsal adalet ve ekonomik eşitlik perspektifiyle okumaktır.
İslam gerçekte din olarak yoksulun sığınağı ve mazlumun diliydi; fakat tarihsel süreçte yönetenlerin ideolojik aracı hâline getirildi. Yoksulluk “imtihan”, adaletsizlik “kader” diye meşrulaştırıldı.
Kur’an ise nettir:
Yoksulluk kader değil çözülmesi gereken toplumsal sorumluluktur.
Servetin dolaşımda olması esastır; bir elde birikmesi gayrimeşrudur.
Zekât ve infak bir “yardım” değil, mülkün dolaşım mekanizmasıdır.
Bugün kapitalizmin krizi de buradadır: Değeri toplum üretir, nimeti azınlık toplar.
Yapılması gereken şey İslam’ın bu adalet omurgasını yeniden görünür kılmaktır.
Kenz, servetin dolaşımdan kaçırılmasıdır ve yığmadır. ve Kur’an tarafından yasaklanmıştır.
Bugünkü ekonomik krizlerin özü budur: Servet birikiyor, akmıyor. Toplumun boğulduğu şey bu dolaşımın tıkanmasıdır.
İnfak bunun karşı modelidir. Paylaşımcılık hayati önemdedir. Dini ve ahlaki olarak zorunludur. İnsanoğlu mülkün gerçek sahibi olmadığını öğrenmelidir.
Son olarak ; Mamdani’nin başarısı, inancın yeniden toplumsal adaletin dili olabileceğini gösterdi. Bu yalnızca Amerika için değil, tüm dünya için yeni bir siyasal eşiği işaret ediyor. İnanç ile emeği, adalet ile özgürlüğü buluşturan bu yaklaşım, Türkiye’de de yeni bir alan açabilir.



