Öncelikle Kuran’ın tebliğini daha iyi anlamak için indiği devir, bölge ve o zaman ki toplumsal ilişkileri de bilmek gerekir.
Arap Yarımadası 1.700.000 km kare alanı kaplayan Güney Asya ‘da yer alan Afrika kıtasına komşu bir yarımadadır. Batı tarafında Kızıldeniz ve Afrika kıtası, doğuda Basra Körfezi’nin İran’dan ayırdığı, güneyde Hint Okyanusu, kuzey batısında Suriye ile Anadolu, kuzey doğusunda ise İran ve Irak yer almaktadır. Arapların İslâm öncesi devirleri ‘Cahiliye devri’ olarak isimlendirilmiştir. Bu kelime ‘cehele’ kökünden türemiş olup, bilgisizlik anlamına gelir. Ayrıca eski Arap şiirinde cehl, sözcüğü bilgisizlik anlamında ve ilmin zıddı olarak kullanılmıştır. Cahil kelimesi ise azgın, arzularının esiri, sabırsız ve şiddeti seven kişi anlamlarına gelmektedir. Bu bağlamda cahillikten sadece bilgisizlik değil, bildiği halde isteyerek bilgisizce hareket etmek anlamı çıkmaktadır.
Büyük bir ölçüde çöllerden oluşan bu coğrafya da tarım ve hayvancılık sınırlı olup asıl geçim alanı ticaret olmuştur. Ticaret özellikle Kabe ve çevresinde haram aylarında kurulan panayırlarda oldukça üst seviyelere çıkıyordu. Araplarda toplumun temelini kabileler oluşturmaktaydı. Arapların en önemli amaçlarından biri çok sayıda erkek çocuğa sahip olmaktı. Böylelikle diğer kabilelerin gözünde saygın ve büyük bir yer edinebilirlerdi. Kız çocukları bir uğursuzluk olarak görülür ve onları beslemenin maddi kayıplar da getirileceği düşünülerek ailelerde bazı kızlar diri olarak gömülürdü. Araplar kan bağına bağlı olan idare şeklini benimsemekteydi. Okuma yazma oranları çok düşük olup, Araplar yazıyı İslamiyet ten kısa zaman önce öğrenmişlerdi. Buna karşın Cahiliye devrinde şiir kültürü çok gelişmişti. Sözlü ve yazılı ritüel haline gelen şiirlerin esas konularını; Şairlerin içinde bulunduğu kabileyi methetmek, kabileye düşman olanları eleştirmek ve düşmanlık besletmek, düşman olduğu kabileye karşı intikam almaya teşvik etmek, kabile savaşlarını anlatmak, savaşlarda ölen kabile üyelerine mersiyeler ve ağıtlar yazmak gibi konulardan oluşmaktaydı. Şiirlerin toplumla paylaşıldığı nokta dönemin Hicaz bölgesinde ticaret amacıyla kurulan panayırlardır. İslam öncesi kültürün oluşumunda önemli etkisi bulunan bu panayırların en meşhurları Ukaz, Zu’l-Mecaz, Mecenne ve Hubaşedir.
Bedevîler ve Hadarîler olmak üzere iki kola ayrılmışlardı. Hadarîler; köylerde ve şehirlerde yerleşik olarak daha çok tarımsal faaliyetler ile uğraşıp ticaret yaparak hayatlarını sürdürmekteydiler. Bedevîler ise çöllerde hayvan yetiştirerek, avlanarak, ticari faaliyetlerde bulunarak ve çevre kervanlara baskınlar düzenleyerek geçimlerini sağlarlardı. Araplar için kabile koruması çok önemliydi çünkü hayatlarını korumada içinde bulundukları kabilelerin hayati önemi vardı.
Cahiliye döneminde Arapların en önemli geçim kaynaklarından biri de soygun ve yağmalardı. Bu yağmalar genellikle aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan kabilelere yapılırdı. Kabileler arası bu şekilde sürtüşmeler çok yaygındı.
Cahiliye Devri Arapları haram ayları olan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarında birbirleriyle savaşmaz ve yağma yapmazlardı. Bu aylarda Arap kabileleri barışı fırsat bilerek Mekke’ye gelerek kurulan panayırlarda alışveriş yaparlar, ticaret yapar ve mal alıp satarlardı. Cahiliye Araplarının İslamiyet kendilerine tebliğ edilmeden önce sergiledikleri ve yaygın olarak yaptıkları davranışlar arasında gasp, içki, adam kayırma, fuhuş, kumar, kan davası, faiz, yetimin malını yeme, fal okları (oklara değişik şeyler yazıp birini çekip o ne gelirse yapma) hırsızlık gibi kötü alışkanlıklar oldukça yaygındı. Cahiliye döneminde erkeklerin birden fazla kadınla evlenmelerinde herhangi bir sakınca yoktu. ‘’Muta’’ adı verilen bir erkeğin ücret karşılığı belli bir süre için bir kadınla yapmış olduğu evlilik çeşidi vardı. Kızlar genellikle 12 yaşına girmeden evlendirilirlerdi. Çok küçük yaşlarda evlendirilen kızlar ancak çocuk doğurduktan sonra aileden biri olarak kabul edilirlerdi. Cahiliye de evli kadın çocuk doğurmadan ölürse kocasına baş sağlığı dilenmezdi. Yapılan Nikâhın herhangi bir bağlayıcılığı yoktu. Üvey anneler ölen babadan kalmış bir miras olarak görülür ve ailenin en büyük oğlu ile tekrardan evlendirilirlerdi. Boşanmalar keyfi ve çok fazlaydı. Evlenme ve boşanma kararını ancak erkek verirdi. Boşanan kadınının başka bir erkekle evlenebilmesi için aradan en az bir yıl geçmesi gerekirdi. Özellikle kadının 2. Sınıf insanlığıyla ilgili bu durumlar sadece Arap Yarımadasında değil döneminin en gelişmiş medeniyetleri sayılan Roma ve Yunanlarda da vardı.
Bilinenin aksine Cahiliye Döneminde Araplar da Yaratıcı inancı vardı. Allah’ı inkâr etmiyorlardı, Cahiliye Arapları diğer tanrı ve put adlarından ayrı olarak en yüce yaratıcıyı ifade etmek için Allah kelimesini kullanıyorlardı. Cahiliye Döneminde Araplar birçok tanrı ve putlara taparak bunların hepsine ayrı isimler vermişlerdir. Bununla birlikte ‘Allahumme‘ hitaplarına dualarında yakarışlarında yer vermişlerdir. Buna istinaden ‘Rahmân’ kelimesi gibi ‘Allah’ isminin de çoğul halinin olmaması, Cahiliye Araplarının dini inançlarında, ‘Allah ve Rahmân’ isimlerinin belirli ve bir olarak kabul edilen Allah’ı ifade ettiği görülmektedir. Yani sözün özü Allah inancı vardı ancak şirk içeriyordu. Çekindikleri Allah’a sadece ve sadece aracılar vasıtasıyla ulaşabilecekleri düşüncesiyle putlar yapmışlardı. Bu bağlamda Cahiliye de Araplar arasında en yaygın inanç puta tapmaktı. Putları kendilerine yardımcı ettiklerine onları koruduklarına inanıyorlardı. Putları genellikle ağaç, tahta, taş ve madenlerden imal ediyorlardı. Yedikleri yiyeceklerine de puta benzer şekli verip tapıyorlardı. Cahiliye Devrinde putların bulunduğu mabetlerin sayısı çok fazlaydı. En önemli mabetlerden biriside Kâbe’ydi. Kâbe’nin içinde ve çevresinde tapınmak için yüzlerce put bulunmaktaydı. Bir kısım Araplarda cinlere tapma inancı da vardı. Ahiret hayatı inancı genel olarak bulunmuyordu. Yine meleklerin Allah’ın kızları olduğuna inanılıyordu. Putlar bir şefaatçi olarak görülüyordu. Putlar için baba anlamına gelen ‘Eb’ sözcüğü kullanılıyor ve kendilerini de onların çocukları gibi görüyorlardı. Savaşlar putlar adına yapılıyor ve putların onlara yardım edeceği düşünülüyordu. Cahiliye devrinde Güneş, Ay ve Zühre yıldızından meydana gelen üçlü Tanrı inancı da vardı. Her bir gök cismine farklı sıfatlamalarla tapılıyordu. Güneşle ilgili birçok puta tapınılmaktaydı. Güneşle ilgili birçok put ismi yaygındı. Örneğin; ‘’Lat’’ putu güneşi temsil eden tanrıçalardan olup en eski put örneklerinden biriydi. ‘Menât’ ve ‘Uzzâ’ putları bu duruma örnektir.’Hubel’ putu ise en büyük put olarak ay tanrıçası olarak inanılırdı. Bununla beraber Cahiliye Döneminde kendilerine ‘Hanif’ denilen sayıca çok az olan kişilerde bulunmaktaydı. Hanifler; Hz. İbrahim’in dinine bağlı olup, Allah’a inanan, puta tapmayı reddeden kişilerden oluşuyordu. Hac ibadeti ise Cahiliyede de vardı ve düzenli olarak yerine getirilirdi. Hac döneminde savaşlara ve kabileler arası çatışmalara son verilirdi. Kabileler Kâbe’yi tavaf eder ve tavaf esnasında kendi putlarının önünde eğilir secde eder onlara adaklar adar ve dua ederlerdi.
Zengin olmak ve üst bir kabileye mensup olup o kanı taşımak üstünlük olarak gösterilirdi. Kurulan mahkemelerde zengin haksız olsa bile verdiği rüşvet ve bağlı olduğu kabilenin gücü yüksek ise ceza almıyordu. Zengin zenginliğiyle övünür, fakir ise ekmeğe muhtaç olarak yaşardı. İslam öncesi dönemde kendini fazlasıyla hissettiren ve etkili olan sosyal ayrım, verilen hükümlerde de değişikliklere sebep olmuştur. Güç ve itibar sahibi kimselere kısas uygulanmamıştır. Kölelere eşya muamelesi yapılırdı. Kölelerin en insani hakları bile yoktu. Sürekli olarak borçlandırılıp azat edilmezlerdi. Kumarda üzerlerine bahisler yapılırdı. Arapların dışında Eski Yunan da, Roma da kölelik çok yaygın bir müessese olup köleler her haktan mahrum olarak en ağır işlerde çalıştırılmaktaydı. Kırbaçlarla, kılıçlarla eziyet ve işkenceler yapılırdı. Keyfi olarak öldürülebilirlerdi. En küçük haktan bile mahrum bir şekilde ömürlerini geçirmişlerdir. Kaynaklara göre, Emevî döneminde bir kölenin ortalama 1400 dirheme satıldığı yazılmaktadır. Kölenin değeri, edinmiş olduğu becerilere göre değişiyordu. Önemli bir sanatı ve yeteneği olmayan bir köle ortalama 1.000 dirhem satılırdı. Eğer bir köle çobanlık gibi farklı işlere sahip bulunuyorsa, onun fiyatı 2.000 dirheme yükselirdi. Aynı köle ok yay ve silahlar üretip yapma becerisine sahipse, o zaman da 4.000 dirheme satılırdı. Cahiliye de Ukaz Panayırlarında güzel şiir söyleme yeteneğine sahip bir köle için 6.000 dirhem ödendiği de kaynaklarda yer almaktadır. Şimdiki enflasyonla oranladığımızda ucuz bir kölenin asgari ücret tutarlarında satıldığı hesaplanabilir. Kölelik ticareti gelişmiş olup Arz-talep durumu kölelik ticaretinin en önemli unsurlarından birini oluşturmaktaydı. . Her malın piyasasında olduğu gibi, köle ticaretinde de bu alış-satış dengesi önemliydi. Ancak bu kural daha ziyade vasıfsız kölelerle vasıfsız cariyelerin ticaretinde aktifti. Zira yüksek fiyatlarla satışa sunulan vasıflı köleler şehir meydanlarında bulunan köle pazarında değil, saraylarda önemli kervanlarda başta hükümdarlar olmak üzere yüksek rütbeli devlet yöneticilerine pazarlanırdı.
Ve tüm bu gidişata, kötülüğe uyarı olarak İlahi Kudret 6 asır sonra son kez Kitaplı ikazını yapmak için Muhammed’i seçmişti.
Devam edecek…