Muradı nedir bilemem ama, evet, Süheyl Batum haklı.
TSK kağıttan bir kaplandır.
Hatta, CHP de kağıttan kaplandır. 1965’te milli bakiye nispi sistem ile % 52 oy alan Demirel de. % 47 ile Özal da.
“En STK, TSK” başlıklı yazımda bunları yıllar önce yazdım. Okumayan, ki okuyan çok azdır aranızda, Kıbrıs’ı Verelim, Musul’u Alalım kitabımdan (s: 341) okuyabilir… İlk yayınlanış tarihi 14 Kasım 2002’dir. AKP’nin iktidar olduğu günden on gün sonra şunları söyledim o yazıda:
“… bu satırları yazan kişinin kendisi hem 12 Mart cuntasından, hem de 12 Eylül diktatörlüğünden; babası da CHP’li bir asker olmasına rağmen 60 ihtilâlinden epeyce hırpalanmış biridir. Doğan Avcıoğlu’nun babasının Bektaşi fıkralarıyla büyümüştür. Ve Türkiye’deki geleceğin yolunun ‘aydınlığa açık, karanlığa kapalı’ olmasını oluşturacak olan siyasal yapının, bir yanda Müslüman Demokrat, diğer yanda Sosyal Demokrat iki partili bir meclisten geçeceğine tam 25 yıldır inanmış ve içinde bulunulan dönemdeki iktidarın, demokrat, laik, din istismarcılığı yapmayan, çoğulcu bir merkez sağ partiden olması doğrultusunda çalışan solcu bir kişidir.”
Ve aynı yazıda bu cümlelerin biraz öncesinde de şunları söyledim:
“…. bence artık iktidarın bir unsuru olarak Ordu’ya böyle bakmalı [AKP]. Çünkü, TSK en STK.”
“Böylelikle, Cengiz Çandar gibi, AKP’yi provoke etmeye çalışan kişilerin mezaliminden de kurtulmuş olur. AKP’yi 4 Kasım sabahından bu yana, Anayasayla, IMF anlaşmalarıyla, üst kurullarla, Başbakanın kim olacağı ile ilgili (halkın hiç ihtiyacı olmayan) konularda provoke edip, onu Ordu ile karşı karşıya getiren post-modern zihniyet’ten artık kurtulmak gereklidir. Bence artık, darbeleri ve 28 Şubat gibi olguları yukarıda ayrıntısız olarak ifade ettiğim hipotez ile yeniden test etmek ve yorumlamak gereklidir.”
“Hiç kimse unutmasın; Osmanlı’da din (devşirme Şeyhülislam’ların da olmasına rağmen) bir devlet kurumuydu; Ordu ise (Yeniçeri) tampon bir sivil kuruluş (STK). Bu açıdan bakılırsa, kim sivil, kim devlet belki daha fazla anlaşılır. Ya da Osmanlı’da ve T.C.’de, hem devlet, hem ordu sivildir demek daha mı doğrudur! Bu Eflatunî soruya cevap bulmak gereklidir.”
Bu satırlardan yedi yıl sonra ise, Başbakan, CHP’li bir anayasacının söylediği “TSK kağıttan kaplan” sözüne karşı TSK’yı savunuyor; sanki arada, geçen yıllar yaşanmamış gibi:
“Silahlı Kuvvetlerine yönelik, işte ‘kartondan bir kağıtmış’, öbür taraftan ‘ABD içini oymuş oymuş’ diye, orduyu adeta Amerika’nın yönetimine, Amerika’nın idaresine vermiş bir havada gösterme anlayışı bir suçtur… Ve şu anda da Zonguldak böyle bir işi başlattı. Ben de buradan aynen bu suç duyurusunu ilan ediyorum. Ben de buradan özellikle TSK bizimle ilgili bir kuruluştur, dolayısıyla bu suç duyurusunu yapıyorum. Gereğinin yapılması lazım. Bu karşılıksız kalamaz. Bu karşılıksız kaldığı anda TSK ile futbol topu oynar gibi oynarlar. Bunun bedeli ödenmelidir, ödettirmelidir. Kimse burada demokratik süreçle bunu iç içe koyamaz. Hiçbir zaman, TSK’yı, biz herhangi bir ülkenin yönettiği veya içini boşalttığı gibi bir yaklaşıma prim veremeyiz. Bir ‘karton kutuya’ benzetme olayına prim veremeyiz, vermemeliyiz. Buna yönelik adımların da özellikle savcılarımız tarafından atılmasının gereğini burada özellikle vurguluyorum.” (Ayrıntısı için tıklayın: 1 – 2)
Espiri mi yapıyor, dalga mı geçiyor Batum’la Başbakan çok belli değil ama “kağıttan kaplan” sözünün geçmişini bilmediği kesin, bilseydi, dünya diplomasi tarihine ve ideolojik savaşa (soğuk savaş) altın harflerle nakşedilmiş bu sözü; “kartondan bir kağıt,” “karton kutu” gibi tamlamalar olarak, Batum’un “kağıttan kaplan” terimi yerine kullanmazdı. Davutoğlu da uyarmamış belli ki. Oysa, sadece bugünkü değil, 60’dan bu yana, TSK’ya, cuk gibi derler ya, ne güzel de oturuyor Batum’un daha doğrusu Mao’nun bu deyimi. Hakaret falan da değil, sadece Maoist bir tanımlama. Marksizmin, “taşa baktığında atomu görseydin, bilime gerek yoktu” sözlerinin ampirik tezahürü.
“Kâğıttan Kaplan,” “göründüğü ve sanıldığı kadar güçlü olmayan” anlamına gelen Mao’nun çok sevdiği Çince bir deyimdir. Mao Zedung henüz iktidarda bulunmadığı yıllarda, devrimci uzun yürüyüş döneminde, Ağustos 1946’da, Amerikalı Marksist gazeteci Anna Louise Strong’a verdiği bir mülakatta kullanır ilk kez bu deyimi (Tıklayın: 3): “Atom bombası kağıttan kaplandır, bütün gericiler kağıttan kaplandır. Bütün diktatörler kağıttan kaplandır.”
“Strong: … suppose the United States uses the atom bomb? Suppose the United States bombs the Soviet Union from its bases in Iceland, Okinawa and China?”
“Mao: The atom bomb is a paper tiger which the U.S. reactionaries use to scare people. It looks terrible, but in fact it isn’t. Of course, the atom bomb is a weapon of mass slaughter, but the outcome of a war is decided by the people, not by one or two new types of weapon. All reactionaries are paper tigers. In appearance, the reactionaries are terrifying, but in reality they are not so powerful. From a long-term point of view, it is not the reactionaries but the people who are really powerful. In Russia, before the February Revolution in 1917, which side was really strong?”
“On the surface the Tsar was strong but he was swept away by a single gust of wind in the February Revolution. In the final analysis, the strength in Russia was on the side of the Soviets of Workers, Peasants and Soldiers. The Tsar was just a paper tiger. Wasn’t Hitler once considered very strong? But history proved that he was a paper tiger. So was Mussolini, so was Japanese imperialism. On the contrary, the strength of the Soviet Union and of the people in all countries who loved democracy and freedom proved much greater than had been foreseen.”
“Chiang Kai-shek and his supporters, the U.S. reactionaries, are all paper tigers too. Speaking of U.S. imperialism, people seem to feel that it is terrifically strong. Chinese reactionaries are using the “strength” of the United States to frighten the Chinese people. But it will be proved that the U.S. reactionaries, like all the reactionaries in history, do not have much strength. In the United States there are others who are really strong — the American people.”
Bu mülakattan on yıl sonra bu kez ABD emperyalizmini doğrudan kastederek bu deyimi iki Latin Amerikalı muhabire 14 Temmuz 1956 verdiği röportajda yineler Mao. Bu kez tüm dünyanın bildiği bir deyim haline gelir “kağıttan kaplan”, çünkü söyleyen artık lise öğretmeni ihtilalci bir gerilla değil, devlet başkanıdır: “ABD kağıttan bir kaplandır, ABD emperyalizmi güçlü görünüyor ama halkından ve kitlelerden uzaklaşmıştır.” “Now U.S. imperialism is quite powerful, but in reality it isn’t. It is very weak politically because it is divorced from the masses of the people and is disliked by everybody and by the American people too. In appearance it is very powerful but in reality it is nothing to be afraid of, it is a paper tiger. Outwardly a tiger, it is made of paper, unable to withstand the wind and the rain. I believe the United States is nothing but a paper tiger.” (Tıklayın: marxists.org)
İlkinden haberdar olmayan ve 1956’da Çin’i bir numaralı düşman ilan etmek üzere olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçof, Mao’nun 1956’daki bu sözleriyle alay ederek, “Güzel de, kağıttan kaplan’ın nükleer dişleri var” diye karşılık verir: “The paper tiger has nuclear teeth. Only a madman would speak of a new world war”
Mao’nun severek kullandığı ve daha sonradan tüm dünya devrimcilerinin ağzına sakız olan bu deyim, işin ironik tarafıyla, görülmektedir ki, tam da Süheyl Batum’un kullandığı bağlama koşut bir anlamda kullanılıyor Mao tarafından, her iki kez de. Birincisinde ABD ordusunu ve onun güçlü atom silahını kast ederek; ikincisinde ise yine ABD emperyalizmini ve onun ordusunu kast ederek.
Yani, gündelik ve politik kullanımı ne olursa olsun, “kağıttan kaplan” ordular ve saldırgan emperyalistlere karşı kullanılan bir deyim. Benim yedi yıl önce söylediğim gibi Süheyl Batum bilmeden 27 Mayıs’tan beri geçerli olanı söylemiş. Savcılar neyi soruşturacaklar? İleri demokraside “Anıtkabir’de sap gibi durmaya gerek yok” da denebilir, orduya “kağıttan kaplan” da. Ne var bunda? Kemalistler de “kağıttan kaplan.” [Söz Kruşçof’a gelmişken bir de İhsan Sabri Çağlayangil anektodu: Kruşçof bir kokteylde soruyor Demirel’in Dışişleri İhsan Sabri Çağlayangil’e, ‘siz o kadar büyük orduyu kimin için besliyorsunuz?’ ve devam ediyor, ‘eğer komşularınız içinse çok büyük, bizim içinse çok küçük.’]
TSK’ya karşı ne düşündüğünü pek bilemediğimiz Başbakan’ın birden bire TSK savunucusu olması benim aklıma bir başka kağıttan’ı getirdi: Artık biliyorsunuzdur, “Paper Moon” (Kağıttan Ay) diye bir bar var, MEME sosyetesinin devam ettiği (MEME açılımı için diğer yazılarıma bkz.; kitaplarımda da var; para vermek istemiyorsanız tıklayın: 4).
Tevfik Fikret’in,
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
dediği cinsten, tıksırıncaya kadar içilen bir bar bu, tabii kağıdı olana; olmayan önünden bile geçemiyor. (Şiirin tamamı için tıklayın: 5)
AK Merkez’in yanındaki medyanın üst düzey yöneticilerinin uğrak mekanı Papermoon`da (Kağıttan Ay Barı’nda) Akit gazetesi şer-muharriri Hasan Karakaya, jöleli mediokıro Ülker-Doğan alışverişinden ötürü nişasta uzmanı kesilen damat yiğit Bulut ve manipülasyonu haber diye yurdum MEMEcilerine kakalayan yükselen yıldız Sevilay Yükselir ile birlikte yediği yemeği yazdı. Bu vesile ile mutlaka duymuşsunuzdur; daha önce duymadıysanız hadi buradan tıklayın, sakın haa tıksırmayın: 6 (Tıklayınız.)
Paper Moon’da, MEME’nin ağır ankıromenlerinin toplanması Mao’nun ne demek istediğini apaçık anlatıyor: Kağıttan kaplanlar, kağıttan mekanları seçerler. (Bu konuda güzel bir yazı için tıklayın: 7.) İşleri güçleri kağıttır bu kaplanların, adlarına Anadolu, Hitler, Ay, Yıldız, vs. denmesi meseleyi değiştirmez.
Nazım Hikmet, bizim kağıt diye yazdığımızı kâat diye yazar.
“taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâattandı iki santimden yedi metreye kadar.
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında.
parklarda ağaçlarımızın üstündeydi; taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gölgesi,
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik.
yok oldu bir sabah!
yok oldu çizmesi meydanlardan,
gölgesi ağaçlarımızın üstünden,
çorbamızdan bıyığı,
odalarımızdan gözleri,
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kâadın”
Bilin bakalım bu kâattan olan kaplan kim? Yukarıdaki şiiri Stalin için değil de Mao için yazmış olsaydı, “kâattan kaplan” diyecekti Nazım. Yazar mıydı bilemem.
Özetle, kağıt meselesi oldukça önemlidir, ha kaplan olmuş, ha dolar; bütün kağıttan kaplanlar, kaplan değil kağıttır. Ama iş burada başlar (Marx’ın M-P-M ya da P-M-P döngüsü bunu ifade eder). Kâat, kağıt çeşit çeşittir ama hepsi bir kapıya çıkar: İskambil, para, hisse senedi, belge. İşte mesele karşınızdaki kaplanın hangisi olduğu değil, hepsi birden olduğudur.
O nedenle, kağıttan kaplanların mutlaka dişleri çelikten olur. Kağıt oldukları anlaşılana kadar.
Eminim, Mao, Visa, MasterCard vs., plastikten para döneminde yaşasaydı, kağıt yerine, “plastik kaplan” terimini kullanırdı. Kruşçof yaşasaydı,”plastik milastik ama dişlerimizi döktü” derdi. Bu durumda bile Süheyl Batum haklı çıkardı. Türkiye’deki kadar büyük ve kaplan bir ordunun kağıttan başka kimseye faydası yok.