Din tandanslı eşitlikçi ihtilal hareketlerinin anadolu topraklarındaki en önemli izdüşümlerinden birisi olan Şeyh Bedreddin, bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Simavna beldesinde 1370 dolaylarında doğmuştur. Kadı bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Şeyh Bedreddin, ailesinin sınıfsal konumundan ötürü ayrıcalıklı bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Bursa’dan başlayıp Konya’ya ardından Bağdat, Halep, Kudüs ve en son olarak da Kahire gibi dönemin en önemli İslam merkezlerinde uzun ve yoğun bir din eğitimi alan Şeyh Bedreddin, dönemin en önemli İslam Fıkhı uzmanlarından birisi olmuştur. Bu eğitimi sırasında karşılaştığı iki önemli olay onun hem teolojik hem de ekonomi-politik kopuşunun en önemli etmenleri olmuştur. Henüz Bursa’da medrese öğrencisi iken Yahudi din adamı olan Elisayos’un, bütün dinlerin aynı olduğuna ve dolayısıyla bütün insanların eşit olduğuna dayalı düşüncelerinden dolayı yakılarak idam edilmesi Şeyh Bedreddin’in vahdet-i vücut anlayışını benimsemesindeki en önemli travmatik etmenlerden birisi olmuştur. Diğeri ise Kahire’de din eğitimi aldığı sırada Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışması ve onun ‘’Bir lokma ve bir hırka’’ ile ‘’Mülk Allah’ındır’’ felsefesine dayanan eşitlikçi devrimci sufi yorumlarından etkilenmesidir. Şeyh Hüseyin Ahlati ile uzun süren tartışmaları ve çilehane dönemi Bedreddin üzerinde derin etkiler bırakmış, Ahlati’nin dini ve felsefi yorumlarından etkilenerek onun müridi olmuştur. Şeyh Bedreddin bu süreçten sonra geçmişe dair tüm kitapları ile malını ve mülkünü Nil Nehrine atıp, zühd ve takva anlayışının bir göstergesi olan kefen benzeri tek bezlik dikişsiz bir elbise giyerek geçmişinden hem teolojik hem de sınıfsal bir kopuşu yaşamıştır. Bu süreçten sonra Şeyh Bedreddin, İslam’ı mevcut otoriteye karşı bir isyan dili olarak kullanmış ve ilim yolculuğunun son durağı olan Kahire’den Edirne’ye dönüşü sırasında vahdet-i vücutçu yani Allah’ın, insan’ın ve dinlerin birliği anlayışı ile Mülk Allah’ındır bilincinden hareketle ortaklaşacı bir İslam anlayışının propagandasını yaparak ilk örgütlenme çalışmalarına başlamıştır.
Şeyh Bedreddin’in Vahdet-i vücut ile iştirâka yani, varlık birliği inancı ile eşitlikçilik, ortaklaşacılık anlayışına tekabül eden ontolojisi ‘’Kulun kula kulluk etmediği, yalnız en yüce varlık olan Allah’a kulluk ettiği’’ bir dünya için, cenneti yeryüzünde yaratmak hedefi doğrultusunda iktidar ve güç sahiplerine karşı mücadeleyi gerekli kılmaktadır. Şeyh Bedreddin bu mücadeleyi, Kur’an terminolojisindeki ifadesiyle tevhid, sufi terminolojisindeki ifadesiyle vahdet-i vücut anlayışından yola çıkarak Hristiyan, Yahudi, Müslüman, Sünni ve Alevi tüm ezilenleri kapsayacak bir teolojik anlayış ekseninde yapmıştır. Ahura Mazda, Tengri, Zeus, Brahma ve Allah birdir ve aynıdır diyerek Allah’ın; Mecusilik, Hristiyanlık, Yahudilik, İslam semavi olan olmayan bütün dinler birdir ve aynıdır diyerek dinlerin; doğulu batılı, Asyalı Avrupalı ve siyah beyaz bütün insanlar birdir diyerek insanların bir ve eşit olduğunu dolayısıyla sınıflara ve sınırlara gerek olmadığını dile getirerek farklı din, dil ve kültürlerden insanları bir arada toplamıştır. Şeyh Bedreddin, tarihsel determinizmin en yüksek ifadesi olan Allah yorumculuğuyla da tapıncı maddeden maneviyata oradan da ortaklaşacılığa evirmeye çalışmıştır. ”Mülk Allah’ındır” diyerek üretim kaynakları ve araçları üzerindeki özel mülkiyeti ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Mizancı Murad Bey, Şeyh Bedreddin’in Börklüce Mustafa aracılığıyla şu görüşlerini yaydığını belirtmiştir:
‘’Allah, dünyayı yaratmış ve insanlara bahşetmiştir. Servet ve tarım ürünleri herkesin ortak malıdır. İnsanlar eşittir. Kiminin servet sahibi olması, kiminin ekmeğe bile muhtaç kalması ilahi amaca aykırıdır. Nikâhlı kadınlardan başka dünyada her şey ortak olmalıdır. Birinin çevresi ve inançları ötekininkine benzemiyor diye onun üzerinde güç kullanılması, kutsal buyruklara ve amaçlara aykırıdır. Çünkü düşünce ve vicdan doğaya uyumla oluşur. Bunlar insanı gücün etkisinden korumalıdır. Müslüman, Hıristiyan, Musevi ya da Mecusi hepsi Allah’ın kuludur, birdir, kardeştir. Aralarında dostluk ve bağlılık olması gerekir. Bu birliktelik ve dostluk nedeniyle hak batıl olana üstün gelir. Yönetme ise zulüm ve baskıdır. Yönetenin saldırılarını anlayışla karşılamak, Allah’ın amaçlarına uygun olmayan buyruklarına uymak doğru değildir. Yöneticiler, halifeler döneminde olduğu gibi yönetilenler tarafından seçilmelidir.’’ Bu görüşlerinden de açıkça anlaşılacağı üzere Şeyh Bedreddin ‘’Mülk Allah’ındır’’ yani kamunundur söylemiyle devrimci bir mücadele hattını önermektedir.
Diğer yandan Şeyh Bedreddin epistemolojik düzeyde öznel idealizme de köklü bir eleştiri getirir:
‘’…Kul kendisinde Hak’tan ayrı bir yetenek, bir güç, bir varlık bulunduğunu sanırsa buna bilmezlik denir. (…) (Yapılan) İş görünüşte insanın, gerçekte Allah’ındır.’’
Şeyh Bedreddin’i bu toprakların ilk sosyal devrimcisi olarak tanımlayan Dr. Hikmet Kıvılcımlı konuyla ilgili şöyle der:
‘’Şeyh Bedreddin’in zamanına kadar medeniyetler, dıştan gelen barbar akınlarıyla -tarihsel devrimle- yıkılırlardı. Aksak Timur’un Yıldırım Beyazıt üzerine yaptığı akın tarihsel devrimlerin en sonuncusuydu. Şuursuz medeniyet yıkılışları karşısında ilk sosyal devrimi yapmaya çalışan, Modern Çağ’ın müjdecisi Bedreddin, düşünce ile davranışlarını birleştiren büyük bir kişidir. Düşüncelerini Varidat ve Teshil isimli kitaplarında söylemiştir. Şeyh Bedreddin gençliğinde uzun seneler Mısır’da, fıkıh, kelam gibi, zamanın ilimlerini tahsil etmiştir. O devirde halkın durumu yürekler acısıydı. Osmanlı Devleti, Padişah tarafından yönetilir, padişahın soyca yakınları olanlar, sultan, han, hünkar ve hünkar beyleri vb. adlarla ülkenin verimli topraklarını aralarında paylaşıp, topraksız köylüleri köle gibi çalıştırırlardı. Bu köylüler savaşlarda da asker olurlardı. Buna karşılık Şeyh Bedreddin ve müritleri, halkın arasına karışıyor, toprakların onu işleyen, ona alın terini karıştıranların olduğunu, insanların kardeşliğini öğütlüyorlardı.’’
Şeyh Bedreddin’in karşı çıktığı din anlayışı, dönemin egemen din anlayışıdır. Bedreddin, Allah’a değil; kendisini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak gören padişahların, sarayların, egemenlerin, köle ve cariye sahiplerinin ürettiği ‘’Allah’’a, İslam’a değil; İslam’ın yozlaştırılmasına, dine değil; din istismarına baş kaldırmıştır. İsyan, atılım gücünü Şeyh Bedreddin’in Kur’an’ın ezilenlerden yana yer alan anlayışından almıştır. Şeyh Bedreddin Varidât adlı eserinde, Kur’an’da ifadesi bulunan kelimelerin zahiri ve batini anlamları arasında belli açıların olduğunu savunmaktadır. Şeyh Bedreddin şöyle der:
‘’İyi bil, kuşkulanma, bildirilerde bize uzanan, yazılı belgelerle anlatılıp yayılan cennet, huriler, köşkler, ağaçlar, yemişler, ırmaklar, azap ve ateş, bunlara benzeyen başka varlıklar sözcüklerin doğrudan anlamlarıyla açıklanamaz, onların daha derin anlamları vardır.’’ Bedreddin şöyle devam eder, ‘’İbadeti gerekli göstermenin amacı gönülleri geçici varlıklardan sıyırıp en yüce varlığa, başlangıcı olmayan varlığa yöneltmektir. Geçici varlıklara bağlanan bir gönülle bin yıl namaz kılsan sevapla ilgili bir kazancın olmaz.’’ Şeyh Bedreddin, geçici varlıklara tapmaya kökten bir itiraz getirir: ‘’Birtakım insanlar, bir takım insanlara taparlar ya da altınlara, paralara, yiyeceklere, üne, şana… Bilmedikleri için de Allah’a taptıklarını sanırlar.’’
Tarihin sınıf savaşlarından ibaret olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Şeyh Bedreddin’in kıyamının temelinin de ekonomi-politik ve sosyal nedenlerden olduğunu net olarak görürüz. O dönem Rumeli’den Horasan’a kadar merkeziyetçi feodal devlet anlayışının etkileri net olarak gözükmekteydi. Temel üretici güç köylü sınıfıydı. Devlet ve aristokrat sınıf köylünün artı değerine hem el koymakta hem de ona ağır vergi yükleri yüklemekteydi. Bununla beraber göçebe yaşayan zümrelere karşın yerleşik hayatı sürdüren zümrenin alaycı tavırları ve rahatsızlıkları da göçebe yaşan zümrelerde sosyal anlamda ciddi rahatsızlıklar yaratmaktaydı. Halk üzerinde hem sultan, bey ve ağa zulmü vardı hem de bunlara karşın ezilen kitlelerin eşitlik ve özgürlük özlemi sürekli artmaktaydı.
Şeyh Bedreddin, bir ortaçağ ütopik eşitlikçi-ortakçı toplum anlayışını ortaya koymuştu. Anadolu’ya döndüğünde Musa Çelebi’nin isteği üzerine kazasker olan Şeyh Bedreddin, taht kavgaları sonucunda Musa Çelebi’nin kardeşi Mehmet Çelebi’ye yenilmesi sonucu İznik’e sürgün edilir. İznik’e sürgün edildiği esnada kazaskerliği döneminde kethudası (Özel Kalem Müdürü) ve isyanın askeri ve örgütsel önderi olan Börklüce Mustafa’yı ve diğer sadık müridi olan Torlak Kemal’i Aydın ve Manisa’ya göndererek eşitlikçi toplum modelinin pratiğe geçirilmesini ister. Aydın-Karaburun ve Manisa- Saruhanlı’da hızla eşitlikçi toplum modeli pratiğine geçen Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal bölgedeki Müslüman, Hıristiyan ve Yahudileri Şeyh Bedreddin’in dinlerin birlikteliği fikriyatından dolayı kolayca örgütler ve ezilen geniş halk kitlelerinin büyük desteğini alır. Toprak, yiyecek, elbise, hayvan vb. şeylerin üzerindeki özel mülkiyet ortadan kaldırılır, yârin yanağından gayri her şey ortak kullanılır ve üretim ortakça yapılıp herkese üretilenden eşitçe dağıtılır. Bununla beraber toprak beylerine ödenen vergi ve artık ürün teslimine son verilir, vergi almaya gelen memurlar halk tarafından köylerden kovulur. Bu komünal pratiğin yanında Börklüce Mustafa halka, egemen zihniyetin saldırılarına karşı silahlı eğitim verir ve milis güçler oluşturur. Propagandanın genişlemesinin ve halkta taban bulmasının farkına varan Osmanlı yönetimi bölgedeki sancak beyleri aracılığıyla köylere baskın yapmaya başlar. Bu baskınlardan umduğunu bulamayan yönetim, yaklaşık 150 bin kişilik Osmanlı Ordusunu harekete geçirerek ilk olarak Torlak Kemal’in örgütleme faaliyetleri yaptığı Manisa-Saruhan’lı Komünü’ne daha sonra ise Aydın- Karaburun komününe saldırı düzenler. Bu saldırılara karşı yaklaşık 30 bin kişilik milis gücüyle cevap veren halk, Osmanlı ordusunu büyük bozguna uğratmasına rağmen, Osmanlı ordusunun sayısal üstünlüğünden ve teçhizatından kaynaklı olarak bütün halk milisleri kuşatılarak kılıçtan geçirir. Yakalananlar şehir meydanlarında acımasız bir şekilde idam edilir. Börklüce Mustafa, İsa gibi çarmıha gerilip uzuvları gövdesinden ayrılarak katledilir. ‘’Yenenler, yenilenlerin dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını’’, ama asla aman dilemediler, tam tersine teslim olmayan bir feda devrimci kuşağının bu topraklardaki mihenk taşlarından biri olarak akıp giden tarihe adlarını yazdırırlar.
Komünün düşüşünün ve taraftarlarının katledilmesinin haberini alan Şeyh Bedreddin ‘’Meydanda bir sehpa kurulacaksa orada Börklüce değil, ben olmalıydım. Yarım kalan işi tamamlamak gerek, savaşı üzerimize alıyoruz, Osmanlı ile yeni bir çarpışmaya hazırlanmak üzere İznik’ten ayrılıyoruz, geri dönüşümüz yoktur, serbestsiniz, peşimizden gelmek isteyenlerde gönüllülük esastır.’’ Deyip harekete geçerek sürgünde olduğu İznik’ten ayrılıp Deliorman bölgesine geçer. Bölgede ilk dönem gazi dervişlerin ve akıncıların bıraktığı halk İslam’ı ve zühd anlayışına dayalı tasavvuf anlayışının da etkileriyle kendine çok sayıda taraftar bulan Şeyh Bedreddin, propaganda ve örgütleme çalışmalarına devam ettiği sırada bir ajan tarafından ihbar edilerek yakalatılır. Serez kasabasındaki bir esnaf çarşısında dönemin saray uleması tarafından oluşan bir mahkemede yargılanır ve yargılama sonucunda Mevlana Haydar Acemi’nin verdiği ‘’Malı haram, kanı helal’’ şeklindeki bir fetva üzerine 1416 tarihinde bir Perşembe sabahı çırılçıplak bir halde Serez’de katledilir. Şeyh Bedreddin’in son anları ve idamı bu konudaki ilk ve birincil kaynak olan torunu Hafız Halil’in Menakıbnamesi’nde şöyle anlatılır:
‘’Anlatalım şimdi Şeyh’in halini / Nasıl oldu hallerinin son demi / Asılmasına karar verilince / Girdiler Şah’ın divanına / Her ne ise orada cevap söylendi / Dediler: Bu kibirli biri / Aradan geçti yirmi yedi gün / Günlerden Şevval ayı Cuma günü / Dediğim güya kıyamet günüdür / Yahut mahşerde pişmanlık günüdür / Alem halkı derdi: Ya İlahi / Görmeyelim; tebah et ömrümüzü / Dediler: Göster rahmetini Ya Rabbi / Sönecek bugün ümmetinin kandili / Alem halkı ağlardı Şeyh için / Düşmanları gülerdi Şeyh için /Geldiler bunlar o sırada meclise / Her biri uymuştu bir iblise / Dediler: Şeyh bugün asılır / Cennet içinde yeri gülistan olur / Hayır gelmediğini anladılar / Meclisin önünde toplandılar / Baktılar, insanlar toplanmış / Dedi (Şeyh Bedreddin): İnna lillahi ve inna ileyhi raciun / Geldiler onu hapisten çıkarmaya / O imamı darağacına götürmeye / Dışarıya çıktığında o imam / bütün çevresine verdi selam /At getirmişlerdi; ata binmedi / Bir kez Allah dedi; kimseyi dinlemedi / Tevhid ile geldi darağacına / Gül yaprağı ulaştı o an dikenine / Hakk’a hamd ü sena etti / Orada bulunanlara dua etti / Asla kendini kaybetmedi / Hak kelamından dilini ayırmadı / Üç kere tekbir getirdi orada / Can kuşu uçtu Allah’ın rahmetine / Şeyh’i çektiler darağacına / Kıyas et Mansur’un darağacıyla / Asılı kaldı bir gün bir gece / Ertesi gün kuşluk vaktine kadar /Mecnun’a demişti: Beni sen yıka / Filan yerde kazıp koy mezara / Eski Cami’nin sağındaki yer / Islaktır şimdi yıkandığı yer / Vasiyetini yerine getirdi /O Mecnun-i ilahi’’
Şeyh Bedreddin’in katledilmesinin üzerinden yaklaşık 601 yıl geçti. 601 yıl önce fiziken katledilen Şeyh Bedreddin, bugün de üç şekilde ruhen katledilmeye devam edilmektedir: 1-İslam’ı Bedreddin’den soyutlamak 2-Bedreddin’i İslam’dan soyutlamak 3-Bedreddin’i isyandan soyutlamak. Birinci ve üçüncü konumlanış İslam’ı saltanatçı, kaderci ve serbest piyasacı refah teolojisini ekseninde yorumlayıp Tanrı devlet anlayışını benimseyen bir bakış açısıdır -ki bu bakış açısına göre Sünni olan ve Kur’an tefsiri yazan bir kişinin isyan etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ”Bedreddin ya dinden çıkmış rafizi olmuştur ya da Bedreddin aslında isyan etmedi ama Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in oyununa geldi” der. İkinci konumlanış ise İslam’ı ve özellikle de Sünniliği felsefi düzlemde bir bütün olarak kategorileştirmekte ve konjonktürel olarak ortaya çıkan politik iç ayrımları gözetmeksizin dini ‘’gerici’’ olarak addedip Ali’nin İslam’ı ile Muaviye’nin İslam’ı, Hüseyin’in İslam’ı ile Yezid’in İslam’ı, Ebuzer’in İslam’ı ile Osman’ın İslam’ı, Medine Sözleşmesi’nin İslam’ı ile Emevi, Abbasi ve Osmanlı saltanat düzeninin İslam’ı, Şeyh Bedreddin’in İslam’ı ile Çelebi Mehmed’in İslam’ı arasında net bir ayrım yapamayan, batı aydınlanmacılığıyla iğdiş olan “Dini olan her şeyin gerici, dinsel olmayan, laik olan her şeyin de ilerici” gören burjuva aydınlanmacı bir bir akış açısıdır -ki bu bakış açısına göre de ”Hem Müslüman hem de devrimci olunamaz. İslam gericiliktir, İslam’a inanan bir insanın bu bakış açısıyla isyan etmesi mümkün değildir. Bedreddin İslam’dan kopmuştur.” der. Bu son konumlanış, bunu ‘’ilerlemecilik’’ adına yaptığını söylese de egemen devletçi zihniyetin safına kaydığından habersizdir. Çünkü, Sünni olan ve ulemadan gelen birisinin Mülk Allah’ındır anlayışından yola çıkarak sömürüye ve zulme isyan etmesi devlet açısından oldukça tehlikelidir. Çünkü bu söylem, bu toprakların bir isyan dili ve sosyolojik gerçeği olan din olgusunun tam göbeğinde doğmuştur. Geniş kitleleri etkisi altına almada ve sisteme karşı öfkeyi örgütlemede önemli bir işlevi vardır. “Mülk Allah’ındır.” basit bir teolojik söylem değil, kendisini Allah’ın yeryüzündeki gözü ve gölgesi olarak gören halifelere, Tanrı devlet anlayışına ve tekelleşmeye başkaldıran ideolojik söylemlerdir. Bundan dolayıdır ki, Şeyh Bedreddin acımasızca katledilmiştir. Devletli din Şeyh Bedreddin’i sadece katletmekle kalmaz onu ‘’zındık ve mülhid’’ göstermek için elinden geleni yapar. Çünkü dinin her türlü yorumunun tekeli devletin elindedir. Devletin sultanı ise ‘’Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.’’ ‘’Sultana ve devlete isyan etmek Allah’a isyan etmek gibidir.’’ der. Bu üç bakış açısı da yanlıştır.
Şeyh Bedreddin, Öteki Hristiyanlık Tarihi’nin Bogomiller ve Katharlar’ının, Öteki İslam Tarihi’nin Hz. Muhammed, İmam Ali, Ebuzer el- Gifari ve İmam Hüseyin ile başlayan, tarih boyunca Ebu Müslim Horasani’den Babek Hürremi’ye, Zenc Hareketi’nden Karmatiler’e, Nizari İsmailileri’nden Celaliler’e ve Babailer’e kadar uzanan ‘’Mülk Allah’ındır’’ temelli eşitlikçi ihtilalci anlayışın hem kendi dönemindeki büyük bir izdüşümüdür, hem bu topraklarda yerel devrimci bir hat üretilmesi noktasında ideolojik yerelleşmenin en önemli taşıyıcı kolonudur, hem de TDH’nin din olgusuyla kurduğu burjuva aydınlanmacı ilişkinin aşılması noktasında önemli bir referanstır. Bu bağlamıyla Şeyh Bedreddin çağını aşan düşüncesi ile ilkel komünal düzene duyulan bir geriye dönüş özleminin dillendiricisi olmaktan çok, gelecekte ortaya çıkacak modern sosyalist düşünce ve uygulamaların müjdecisidir. Bu yönüyle devrimci mücadele tarihinde haklı bir yere sahiptir. Bu mücadelenin geleceğinde de, Şeyh Bedreddin’in sadece devrimci yönüyle değil, aynı zamanda teolojik düşünsel çerçevesiyle de bir sembol olarak gereken yeri alması gerekmektedir. Şu bir gerçektir ki: ‘’Bedreddin’in ölüsü, kemiksiz, sakalsız, bıyıksız, gözün bakışı, dilin sözü, göğsün soluğu gibi dirilecek. Bunu bilirim işte”… Bedreddin yine gelecek diyorsak, sözü, bakışı, soluğu bizim aramızdan çıkıp gelecektir, diyoruz..’’
Kaynakça:
Ocak, Ahmet Yaşar, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2013.
Hafız Halil, Mekakıbname, Tekin Yayınevi, Çeviren: Mehmet Kanar, İstanbul, 2015.
Şeyh Bedreddin, Varidat, Tekin Yayınevi, Çeviren: Mehmet Kanar, İstanbul, 2015.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Şeyh Bedreddin ve Manakıbı, Kapı Yayınları, İstanbul, 2017.
Parlak, Erdal, Devrimci Yenilenme Yolunda Bedreddini Hareket, Berdan Matbaacılık, İstanbul, 2005.
Kula, Onur Bilge, Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011.