Dünyada kötü şeyler olmaktadır ve bunun her şeye gücü yeten ve sevgi dolu bir tanrının varlığıyla nasıl uyumlu olduğu açık değildir. Bu yüzden pek çok filozof ateizm adına hakkaniyetli olmadığı düşünülen derin acıların varlığına dayanan güçlü argümanlar formüle etmiştir.
Önder KULAK – Kurtul GÜLENÇ
Yunan tragedyasının tartışmasız en etkileyici örneklerinden biri Sofokles’in Kral Oidipus eseridir. Eserle tanışan sıradan bir kişi Aristoteles’in ileri sürdüğü estetik amaca uygun şekilde Sofokles’in kurguladığı olay örgüsü karşısında biraz acıma biraz da korku duygusuna kapılır. Oidipus Thebai kralı Laios ile kraliçe İokaste’nin çocuğudur. Dünyaya gelmeden hemen önce Tanrı Apollon Oidipus’un lanet getireceğini ve büyüdüğünde babasını öldüreceğini söyler. Bunun üzerine kral ve kraliçe Oidipus’u bir dağın yamacına bırakır. Bir çoban Oidipus’u bulur ve çocuğu olmayan Korinthos kralına armağan eder. Aradan yıllar geçer ve artık bir yetişkin olan Oidipus bir kahine giderek geçmişi hakkında sorular sorar. Kahin Oidipus’a geçmişte tam olarak ne yaşandığını anlatmaz ama babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini haber verir. Bunu duyan Oidipus anne ve babası olarak bildiği kişilere zarar vermemek için saraydan ayrılır. Kendisini tehlikelerden uzaklaştırdığını sanan Oidipus yolculuk sırasında karşılaştığı bir grup askeri bir tartışma sonrasında öldürür. Öldürdükleri arasında gerçek babası da vardır ama kendisi bunu bilmez. Ardından yolu Thebai’ye düşer, kenti Sfenks’ten kurtardığı için halkın sevgisi ve güvenini kazanarak kral olur. Evlendiği kişi ise İokaste, yani annesidir. Kehanet gerçek olmuştur. Tragedyanın sonunda tüm bu olan biteni öğrenen Oidipus yaşadıklarının acısına dayanamayarak gözlerini kör eder.
Eserin estetik kaygısının yanı sıra alımlayıcısına sordurduğu başka bir soru daha vardır: Oidipus’un hatası nedir? Başına bunca kötülük neden gelmiştir? Olup bitenler adil midir? Sofokles’in kurgusundaki önemli detay şudur: zaten daha en başından, henüz daha bebekken Oidipus’un bunları yapacağı bellidir, dolayısıyla aslında kaderinden kaçmak için verdiği her karar ve yaptığı her hamle kaderinin bir parçasıdır. Örneğin kahinle konuştuğu için mi yaşadığı şehri terk etmiş, babasını öldürmüş ve sonrasında annesiyle evlenmiştir yoksa kahin söylediklerini söylememiş olsaydı bile Oidipus’un başına yine bunlar gelecek midir?
KÖTÜLÜK PROBLEMİ
Bu sorular bizi daha kapsamlı felsefi sorulara bağlar. Oidipus örneğinde beliren felsefi sorulardan en önemlisi kötülük problemi hakkında olandır. Günümüzde gündelik sohbetlerden sosyal medyada herhangi bir olay hakkında yapılan yorumlara, bireysel ya da toplumsal bir eyleme ilişkin analizlerden kişilerin kimi zaman kendi konfor alanlarını yaratmak için başvurduğu ahlaki değerlendirmelere kadar sıkça kullanılan bir kavram kötülük. Özellikle 20. yüzyılda yaşanan savaşlar, soykırımlar ve felaketlerden sonra kavram hakkında çağdaş felsefede kayda değer bir literatür de oluştu: Kötülüğün Sıradanlığı (Hannah Arendt), Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme (Alain Badiou), Kötülüğün Şeffaflığı (Jean Baudrillard) ilk anda akla gelen eserler. Ama kötülük probleminin kökleri bir hayli eskiye dayanıyor. Özellikle teodise tartışmalarıyla düşünce tarihindeki yerini alan bu problem esas olarak her şeye gücü yeten Tanrı’nın sınırsız iyilik ve adaleti ile evrendeki kötülüğün varlığı arasındaki gerilimle ilgili. Tanrı inancına yönelik en güçlü felsefi itirazlar da bu gerilimden kaynaklanıyor. Bu sebeple kötülük problemine ilişkin tartışma teizm içindeki başka tartışmalara pek benzemiyor çünkü bu problem teizmin temel öncüllerini sarsma potansiyeline sahip. Dünyada kötü şeyler olmaktadır ve bunun her şeye gücü yeten ve mükemmel, sevgi dolu bir tanrının varlığıyla nasıl uyumlu olduğu açık değildir. Bu yüzden pek çok filozof ateizm adına hakkaniyetli olmadığı düşünülen derin acıların varlığına dayanan güçlü argümanlar formüle etmiştir. Oidipus örneğinde açığa çıkan mesele tam da budur. Oidipus niçin bu acıları yaşamak zorunda kalmıştır? Dahası Oidipus’un başına gelen acılar Tanrı’nın bilgisi dahilinde olduğu halde Tanrı neden bu acıları önlememiştir?
Tanrı’nın her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve mutlak anlamda iyi bir varlık olduğu iddiasına dayanan teistik argümanlara karşı bir itiraz olarak yükselen bu soru esasen 18. yüzyıl filozofu David Hume tarafından sorulmuştur. Filozofun amacı kötülük probleminin içerdiği mantıksal çelişkiyi ortaya koymak ve evrenin belirli bir düzene sahip olduğu, bu düzenin ise bir yaratıcısının olması gerektiğini iddia eden teleolojik Tanrı delilini çürütmektir. Hume Epikouros’tan esinle şunları sorar: “Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da, gücü mü yetmiyor? O halde güçsüzdür. Gücü yetiyor da önlemek mi istemiyor? O halde kötücüldür. Hem gücü yetiyor hem de önlemek istiyorsa, o halde kötülük nereden geliyor?”
Bu sorular çağımızda yeniden gündemdedir. Kötülük problemi tanrının varlığı ve sıfatları konusunda derin çelişkiler barındırsa da probleme yönelik teistik çözüm önerileri hala sunulmaya devam etmektedir. Teistik argümanlardan bazıları şunlardır: a) kötülüğün ontolojik gerçekliği yoktur, b) bu dünya içerdiği tüm kötülüğe rağmen mümkün dünyaların en iyisidir, c) kötülük insanın özgür iradesinden kaynaklanır, d) özgür iradeye yer vermek için Tanrı kendini (sıfatlarını) sınırlandırabilir, e) kötülük insanın olgunlaşması için gereklidir, f) Tanrı insanların kötü olarak gördüğü şeyleri esasen iyinin bir uzantısı olarak yaratmıştır.
Zaman zaman sönümlense de dinin bireysel ve toplumsal işlevinin konumuna bağlı olarak kötülük problemi her daim tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor. Kötülük probleminin altından salt teolojik bir sorgulama kalkabilir mi? Bilinmez. En azından şu ana kadar bunun becerilemediği söylenebilir. Adorno’nun da dediği gibi hiçbir kötülük, kötülük olarak tarif edilmekle aşılamamıştır.
David Hume, Dialogues Concerning Natural Religion and other Writings, ed. Dorothy Coleman
Cambridge University Press, 2007, s. 74.