Öteden beri bölgenin dinamiklerini iyi bilen insanların söylediği şuydu: Mezhebi gerilim üreten mevcut krizleri İran ve Türkiye ortak hareket ederse çözebilir. Aksi halde eski düşmanlıklar da iki ülkenin önüne seriliyor. ABD ile İran nükleer krizi çatışma bağlamından çıkartıp müzakereyle çözme yoluna sokarak ve Afganistan’da tecrübe ettikleri işbirliğini Irak’a taşıyarak zıt eksenlerarası geçişe imkân verdi. IŞİD’le mücadelede sağlanan hedef beraberliği de iki ülkenin bu deneyimi ne kadar ileri götürebileceklerine dair yeni bir test alanı. ABD Başkanı Barack Obama’nın İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e gönderdiği mektup bir nevi işbirliği zeminini büyütme niyeti olarak okunabilir. Tam bu noktada İran ile Türkiye’nin bu yakınlaşmadan nasıl etkileneceği önem kazanıyor.
Geçen yıl İranlı bir diplomat özel sohbetimizde “İran İslam Cumhuriyeti, laik karakterleriyle öne çıkan hükümetlerle olmadığı kadar İslamcı gelenekten gelen AKP ile sorun yaşıyor” demişti. Aradan geçen bir yılda bu hissiyatı derinleştiren gelişmeler yaşandı. Son 4-5 yılda Ortadoğu’da deruhte ettikleri roller iki ülkeyi rakip kalelere oturttu. İki ülke özellikle Irak ve Suriye’de bir vekâlet savaşının tarafları haline geldi. Bundan ‘istikrarı temin eden ülke ile istikrarsızlık üreten ülkenin rolleri değişiyor’ sonucunu çıkaranlar var. Tabii her şey bu kadar düz değil. Her iki ülke de bir yerde değişim isterken başka bir yerde statükodan yana olabiliyor. Bahreyn’den Yemen’e, Lübnan’dan Suriye’ye birçok yerde bunun örneklerine rastlamak mümkün.
Suriye iç savaşının alacağı yön ve krizin çözüm şekli Tahran-Ankara ilişkilerinde kalın tortular bırakacak kadar büyük riskler taşıyor. Malum AKP yönetimi ‘İran, Suriye rejimini desteklemeseydi bu kadar kan akmazdı’ argümanını kullanıyor. İranlılar da Türkiye’nin bölgede Sünniler ile Şiiler arasında mezhepçi bir savaş çıkarma ve ‘direniş ekseni’ni çözme planına alet olduğuna inanıyor.
İRAN’IN BÖLGESEL PERSPEKTİFİ
Peki, İran diplomasisi bu duruma nasıl bakıyor? İranlılar 20 yıl sonra tamamlanacak resme bugünden bakmaktan yana. Bir grup gazeteci olarak İran’ın Ankara Büyükelçisi Ali Reza Bikdeli’ye İstanbul’da bir akşam yemeğinde konuk olduk. Sovyetler yıkılırken Moskova ve zor dönemlerinde Kabil’de diplomatlık yapmış Bikdeli’nin çizdiği çerçeveyi şöyle özetleyebilirim:
– İki ülkenin geleceğini ilgilendiren yeni bir geçiş tecrübesi yaşanıyor. İlk geçiş Napolyon savaşları sonrasıydı. 19. yüzyılda Avrupa iç savaşlarla meşgulken çevresini de savaşa sürükledi. İkinci geçiş 100 sene sonra Osmanlı’nın çöküşüyle oldu. İran 1919’da İngiltere’nin himayesine girdi. İran’ı bölmediler. İngiltere’nin menfaatleri gereği İran’ı Rusya’nın karşısında yekpare devam ettirmek gerekiyordu. Sovyetlerden sonra yeni bir döneme girildi. Şu an yaşanan geçişin ise hem kimliği hem özellikleri farklı: Savaş bölgeselleşiyor ve teröristler aktör olarak devreye giriyor. Bu süreçte Türkiye ve İran güçlerini birleştirmezse hedef olacaklar.
– Bu bir komplo teorisi olarak görülmemeli. 1990’da Ekim Devrimi’nin yıldönümünde ordu ihtişamla yürüdü. Komünist Parti de aynı şekilde. Her şey 1989’daki gibiydi. 23 gün sonra Sovyetler dağıldı. Mısır, Irak ve Suriye’deki olayların başka yerlerde olmayacağını sanmak basit bir düşünce olur. Bu, sınırları istikrarsızlaştırma meselesi. Çatışmalar ister istemez sınırlara yansıyacak. Yani sınırlar tehdit altında. İyimser olmak yersiz.
– İran’ın Suriye rejimini desteklemesinin Türkiye ile ilgisi yok. İran’ın Suriye ile özel bir geçmişi var. İslam Devrimi sonrası İran, Arap ülkeleriyle ilişkilerini Suriye üzerinden sağladı. (1982’deki) Hama katliamı ilişkileri soğuttu ama Irak’la savaş nedeniyle Şam’la dayanışmaya ihtiyaç vardı. Suriye, İran için altın anahtardı. Saddam Hüseyin sonrası tabi ki bölgenin durumu değişti. Ayrıca Suriye’nin önemi direnişe paraleldir. Suriye direniş cephesinde önemli bir üstü. Mezhebi açıdan da İran’ın Suriye ile hiçbir alakası yok. Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri düzelirken İran’ın ilişkileri kötüleşmedi. İran’ın menfaatleri Türkiye’nin menfaatlerine karşı değildi. Aksine İran, Türkiye’nin Suriye ile iyi ilişkilerinden memnundu. ABD için Suriye’yi İran’dan koparmak önemliydi. Bir senaryo hazırladılar ve yenildiler.
– Beşşar Esad gitseydi Suriye daha ciddi bir kaosun içine girer, bölge daha büyük tehditle karşılaşırdı. Esad’ın gitmesi sorunların çözülmesi anlamına gelmiyor. IŞİD ülke topraklarının yüzde 20’inde kontrolü ele geçirdi. Bu yüzde 40 olduğunda daha mı iyi? Yarım yamalak bir devlet, devletin olmamasından iyidir.
– Türkiye ile İran arasında müzakereler sürüyor. Taraflar ortak noktaları öne çıkartıp ihtilafları azaltmaya çalışıyor. Her iki taraf da Suriye’de istikrarı istiyor. Türkiye Esat’sız, İran Esad’lı çözüm istiyor. Esad’ın gidip gitmemesine halk karar versin. Toprak bütünlüğü ve egemenliğe saygı gibi uluslararası normlar dikkate alınmalı.
– Eğer Suriye’de Türkiye ile İran birlikte hareket ederse (Suudi Arabistan ve Katar’ı kasten) Arap ülkeleri o kadar etkili olamaz. Türkiye ile İran bir araya gelirse tehditleri bertaraf edebilirler. İki ülkenin bölgedeki menfaatleri ortak. (Şiilik-Sünnilik gibi) detayda meşgul olmak ihtilafları büyütür. AB’de Almanya ve Fransa ihtilaflarına rağmen anlaştı.
ASIL PARALELLİK ABD İLE
Bikdeli’nin çizdiği bu çerçeve İran’ın bölge siyasetinin genel parametrelerini ortaya koyuyor. Büyükelçi, İran ile Türkiye arasında bir yakınlaşmadan bahsetse de Esad’lı Esad’sız çözüm ısrarı nedeniyle taraflar hala zıt pozisyonlarını koruyor. Buna karşın bir süredir “Operasyonun hedefi Esad değil IŞİD” diyen Amerikan yönetimi Türkiye’nin pozisyonundan uzaklaşırken öncelik sıralamasında İran’a yaklaştı. Tabi buradan hareketle İran ile ABD’nin bugünden yarına dost olacağını
söylemek mümkün değil. Cumhuriyetçilerin Kongre zaferinden sonra Amerikan dış politikasının ne nispette değişeceği de belirsiz. Aslında Tahran ile Washington’ın yaptığı düşmanlık içinde ortaklık.
KÜRT KORKUSU ORTAK
İran’ın Irak ve Suriye’ye yaklaşımındaki çıkış noktaları ‘istikrar’ ve ‘sınırların güvenliği’. Bu iki konuda da ABD’ye karşı müthiş bir güvensizlik var. Sınırlarla ilgili korkunun başında açıkça dillendirilmese de dört parçalı Kürdistan geliyor. Bu, bugüne değil geleceğe ait bir korku. Mikdeli de ABD’nin bağımsız Kürdistan’ı hâlihazırda bölgesel aktörlerle ittifak ilişkisini önceliyor olması nedeniyle zamansız bulduğunu düşünüyor.
Burada büyükelçinin sözlerinin dışında İranlıların Kürt meselesinde farklı bir tonlama yaptığını hatırlatmak gerekiyor. O da iki ülkenin kavimlere bakış açılarının farklı olması. Etnik yapılarla sorunlar olduğunu İranlılar da inkâr etmiyor. Zira Hasan Ruhani sorunların çözümü için cumhurbaşkanı seçilir seçilmez Kavimler Danışmanlığı oluşturdu. Ancak sorun Türkiye’deki gibi etnik kimliğin inkârı düzeyinde değil. Mesela, Azeriler siyaset ve ekonomide muazzam bir güce sahip. Hamaney de Azeri.
İran’daki Kürt sorununu da şu avantajlı durumla birlikte düşünmek gerekiyor: İran’da Kürdistan ismi bir tabu değil. ‘Kürdistan vilayeti’ var. Şah’ın özel uçağının adı Kürdistan’dı. Bu uçak Ankara’ya indiğinde kriz yaşanmış, gazeteler Kürdistan yazısını kapatmıştı. Tahran’ın en büyük caddelerinden birinin adı Kürdistan.
Uygulamada olmasa da anadilde eğitim anayasada yer alıyor. Anayasada dille ilgili madde şöyle: “İran’ın resmi dili ve yazısı, halkının ortak dili olan Farsçadır. Resmi belgeler, yazışmalar ve okul kitapları bu dilde olmalıdır. Bununla birlikte basın, kitle iletişim araçları, aynı zamanda okullardaki edebiyat derslerinde Farsçaya ilaveten bölgesel ve kabilesel dillerin kullanımına izin verilir.” Anayasal garantiye karşın sorun uygulamada. Bu yüzden Kürtler mutsuz. Mevcut durum tatminkâr değil. Peki, Kürtler ne istiyor? Özetle şunu: Etnik kimliğe tam tanınma, Kürtçenin eğitim dili olması, Kürdistan’ın İlam, Hamadan ve Batı Azerbaycan vilayetlerine bağlanan topraklarının geri verilmesi, özerklik ya da federal sistem kurulması, siyasi mahkûmiyet ve infazlara son verilmesi.
ENDİŞE VAR ÇÖZÜM ÖNERİSİ YOK
Kürdistan’ın parçalarındaki gelişmeler birbirini etkileme potansiyeli taşırken İranlılar Türkiye’nin İran’dan daha kırılgan olduğunu düşünüyor. Tahran Türkiye’deki barış sürecine destek veriyor mu? Evet. Ancak İranlılar belirsiz ve ucu açık bir sürecin tehlikelerine dikkat çekip öngörülebilir, yönetilebilir ve uygulanabilir bir çözüm planı üzerinden gidilmesi gerektiğini vurguluyor.
Ezcümle öteden beri bölgenin dinamiklerini iyi bilen insanların söylediği şuydu: Mezhebi gerilim üreten mevcut krizleri İran ve Türkiye ortak hareket ederse çözebilir. Aksi halde eski düşmanlıklar da iki ülkenin önüne seriliyor.
Suriye ve Irak deneyimleri bize şunu söylüyor: Nüfuz siyasetini büyütmek için tarihin tozlu hatları üzerinden yürümek yerine tarihsel deneyimlerle işbirliğini geliştirmek önemli.
Tarihte şahlanıp da hinterlandı olmayan devlet var mı? Bütün mesele tarihten ders almak mı tarihi diriltmek mi? İkincisi çoğu zaman felaket getiriyor. (www.radikal.com.tr)