
Zeki Gül
Devletin, sadece güvenlikçi değil, iyileştirici yüzünü göstermesini teşvik etmenin zamanı gelmedi mi?
Sembolik de olsa birkaç yüz kelime Kürtçe bilen hekime maaşa ek tazminat verilmesi, sembolik olduğu kadar yapısal bir jest olmaz mı?
Kalıcı ve pozitif barış için hekimlerin rolü estetik ve kültürel katmanlar içerir.
Hekimlik bir sanat olarak tanımlanır yasalarda. Yine hekimliğin sanatla ilgisi tarihseldir.
Hekimlerin Kürtçe öğrenmesi yeni bir dil ile tanışmanın çok ötesindedir. Sanat ve edebiyattaki temel bazı akımların iz düşümü kendi farkındalıkları olmasa da barizdir bu tutum alışta.
Denebilir ki hekimin 100 Kürtçe kelime öğrenmesi; bir dil kursu değil, bir epistemolojik ve estetik duruştur. Bu jest, toplumcu gerçekçilikteki halkla özdeşlik, metamodernist öz düşünüm, sürrealist sezgi ve antikoloniyal direnişin bir bileşimidir.
Kanımca hekimlerin sembolik de olsa geçmişin yasaklı bir dilini öğrenme tercihini en iyi sanat eleştirmenleri anlatabilir bize. Böyle bir perspektifi ele alan yazıları sanat dergilerinde okumak ne hoş olur!
Tıpkı toplumcu gerçekçi bir yazarın halkın diline, yaşamına, hakikatine dikkat kesilmesi gibidir hekimin hastasının ana dilini öğrenme çabası. Sabahattin Ali’nin, Yaşar Kemal’in romanları misali. Hatırlayalım; halk, bir nesne olarak değil, özne olarak temsil edilir o romanların dilinde. Benzer şekilde az da olsa hastasının ana dilini bilen hekim artık yukarıdan bakan değil, birlikte yürüyen biridir. Aynen resim sanatında Turgut Zaim, Nuri İyem misali.
Bir o kadar da modern akımlarla örtüşür ötekinin dilini öğrenme edimi: Edebiyat ve sanatta ‘metamodernizm’. Postmodernizmin ironi ve mesafesine karşı, yeniden samimiyet, anlam, empati ve etik sorumluluk arar. “Ne yapabilirim?” sorusunu sorar metamodernizm.
Hekimin Kürtçeyi öğrenmesi bir “bilgi” değil, bir etik karardır. Hekimin kendi kimliğini sorgulaması ve hasta karşısında kırılganlığını kabul etmesi, metamodernist öz düşünümle de uyumludur. Tıpkı bir “Lars von Trier filminde olduğu gibi; bireyin çaresizlik içinde sorumluluk” üstlenmesine benzer.
Yeni sürrealizm, sessizliğin imgesi ve dilin kaybı olarak sanatta yer edinmedi mi? Bu resim akımı “Dilin sınırlarında, sessizliğin ve bilinçaltının simgeleriyle, görünmeyeni görünür kılma çabası” değil midir aynı zamanda? Frida Kahlo’nun “beden ve kimlik temsillerini”, Anselm Kiefer’in “kolektif hafıza çalışmalarını” bu bağlamda okuyan eleştirmenler var. Buradan yola çıkarsak bir hekimin, Kürt bir hastanın sessizliğini duyabilmesi, sürrealist bir hassasiyetle de örtüşür. Duyulamayan bir dile kulak vermek; görünmeyeni görmek, bastırılmışı sezmek demek değil mi bir o kadar da!
Elbette ezilenlerin sanatı bağlamında “direniş estetiği” ile de buluşmaktadır: “Dilsizleştirilmiş, bastırılmış halkların yeniden konuşmaya başlaması”. Sanatçı veya aydın kendini değil, halkı ifade ederken yeniden tanımlar. Bir hekimin Kürtçeye kulak vermesi, bir tür simgesel çözülme anıdır. Dil bir “teşhis aracı” değil, “Varoluşun onarımıdır”. Bu akımda edebiyatta Toni Morrison, resimde Diego Rivera, Şirin Neşat, Zehra Doğan akla gelenler.
Devletin, sadece güvenlikçi değil, iyileştirici yüzünü göstermesini teşvik etmek gerekiyor demiştim, tekrarında yarar var.
Kürtçe öğrenmeye meyleden hekime maaş tazminatı verilmesi, sadece Kürtler için değil, toplumun tamamı için iyileştirici bir adım olur. Çünkü barış, bir halkın değil, hepimizin sağlığıdır. Bu öneri bir ütopya değil; kamusal barışı büyüten bir uygulamadır.
Türkiye’de hekimlerin Kürtlerle barış ikliminde rolü önemli. Kürtçe bilen ya da en azından temel düzeyde anlayan bir hekimin, hastayla kuracağı ilişki daha sıcak, daha onarıcı olur. Bu, sadece bir iletişim kolaylığı değil; hastaya “Sen varsın” demektir. Hekim, Kürtçeye birkaç sözcükle bile yer açtığında, devletin susturduğu bir dile küçük bir nefes kanalı açmış olur.
Sağlık hizmetlerinde kültürel uygunluk, Dünya Sağlık Örgütünün de önerdiği bir ilkedir. Devletin hekimlere Kürtçeye teşvik vererek bu yetkinliği ödüllendirmesi hem kamu hizmetinin eşitliği hem de barışın kurumsallaşması adına önemli bir adımdır. Bu, sadece bir dil teşviki değil, aynı zamanda tarihsel inkarın telafisi olur.
Hekimler savaşın tanığı, ama aynı zamanda “Barışın failidir”. Şimdi değilse ne zaman Barış? Bölgemiz bir ateş çemberiyken, suskun kalmakla yetinmeyip, ana dilinde sağlık hakkını savunmak, hekimliğin etik boyutuyla da uyumludur: Pozitif barışa hizmet eder.
Hekimler artık mutsuz deniyor. Hekimler arasında intihar oranları da artmakta. Hastasının ana dilini öğrenmek iyileştirici bir öz taşır. Ben bu yazıda Kürtçe dedim, siz onu Ermenice, Süryanice, Lazca, Rumca anlayın…
Sağlıcakla kalın.