Bayazıt İlhan
Bir yıl önce OECD’nin bir ilk niteliğindeki çalışmasının ön sonuçlarına dair yazmıştım. Geçtiğimiz ay çalışmanın tümü yayımlandı. Raporun önemi, hasta odaklı geri bildirimleri pek çok ülkeden toplamasından, kronik hastalıklara ve birinci basamak sağlık hizmetlerine odaklanmasından kaynaklanıyor. Sağlık hizmetlerinin doğru yapılanmasında yol gösterici önemli bulgular içeriyor.
Hatırlatayım, çalışmanın adı: “Hasta Tarafından Bildirilen Gösterge Araştırmaları (Patient-Reported Indicator Surveys-PaRIS)”. Raporda 19 ülkeden, 45 yaş ve üzeri, bin 800’den fazla sağlık merkezinden, 107 bin hastadan elde edilen veriler değerlendirilmiş.
Çalışmaya katılan ülkeler şunlar: Avusturya, Belçika, Kanada, Çekya, Fransa, Yunanistan, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Romanya, Suudi Arabistan, Slovenya, İspanya, İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri ve Galler. Nedendir bilinmez, Türkiye dünyaya örnek sağlık sistemi olduğunu bildirse de, en az parayı harcayarak en fazla hasta memnuniyeti elde ettiğini duyursa da bu çalışmaya katılmamayı tercih etmiş.
SAĞLIKLI OLABİLMEK VE KALABİLMEK
Çalışma esas olarak hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp hastalığı, kanser, artrit gibi kronik hastalıkları olan ve birinci basamak sağlık hizmetlerini kullanan kişilerin deneyimlerini ve sağlık durumlarını araştırıyor. Yaşam süresi uzuyor ama bu daha iyi yaşadığımız anlamına gelmiyor. Katılımcıların yüzde 82’si en az bir, yüzde 27’si üç ve daha fazla kronik hastalığı olduğunu belirtiyor. Birden fazla kronik hastalığı olanların yüzde yetmişten fazlası günde en az üç farklı ilaç kullanıyor. Araştırma DSÖ iyilik hali skalasını kullanarak, ruh hali, canlılık ve tatmin duygusunu değerlendiriyor. Kronik hastalıklar arttıkça tüm bu yönlerden iyilik hali bozuluyor.
Sosyoekonomik durum sağlığı doğrudan etkiliyor. İyi konutlarda oturma, güvenceli iş ve gelir sağlığın önemli belirleyenleri arasında. Yoksullar ve daha az eğitimliler daha erken hastalanıyor ve hastalandıklarında da sağlık hizmetlerinden daha az yararlanabiliyor. Geliri az olanlarda ruh sağlığı, iyilik hali ve sosyal işlevsellik ölçümleri iyi gelirli olanlara göre daha düşük. Yoksulların sağlık hizmetlerine güveni daha az.
Sağlığa daha çok kaynak ayıran ülkelerde sağlık sonuçları daha iyi olsa da, Çekya ve Slovenya örneğinde olduğu gibi, doğru planlamayla daha az kaynak ayırarak iyi sonuç alınabildiği belirtiliyor. Hastaların onda dördü sağlığını takip etmede yetersiz olduğunu, yine onda dördü sağlık sistemine güvenmediğini belirtiyor. Kadınların yaşam süresi daha uzun olsa da fiziksel ve ruhsal sağlığa dair geri bildirimleri daha olumsuz. İyilik hali skorları kadınlarda erkelere göre farklı ülkelerde yüzde 3 ile 9 arasında daha düşük. Kadınların sağlık sistemine güvenleri daha az.
Hastaların yaşı arttıkça ve eğitimleri azaldıkça sağlık bilgilerini anlamakta ve dijital teknolojileri kullanmakta daha fazla zorlanıyor, web sayfalarını kullanamadığını belirtiyor.
SAĞLIK HİZMETLERİNİ İYİLEŞTİRMEK İÇİN GEREKENLER
Hastaya yeterli zaman ayırmak çok önemli. Sağlık çalışanlarının kendilerine yeterli zaman ayırdığını söyleyenlerde sağlık sistemine güven yüzde 64 iken yeterli zaman ayırmadığını söyleyenlerde yüzde 34’e düşüyor. Bizde neden hastaların güvensiz olduğunu, doktor doktor gezip şifa aradığını anlıyorsunuz, değil mi? Son verilere göre yılda ortalama hekime başvuru sayımız 11,3. Bizden çok daha yaşlı ve zengin ülkelerde hekime başvuru bizim yarımız kadar. Çalışmada birinci basamak hekimi ile devamlılığı olan ilişki de çok değerli bulunuyor ve sağlık hizmetinin niteliğini artırıyor.
Sağlık hizmeti alırken yaşanan sorunlar güveni çok azaltıyor. Randevu alamama, yanlış tanı ya da iletişim sorunları yaşamış olanlarda sağlık hizmetlerine güven yüzde 45, bunları yaşamamış olanlarda yüzde 70.
Hastalar esas olarak kendi ihtiyaçlarına odaklanan bir sağlık hizmetini alabildiğinde fiziksel ve ruhsal olarak daha sağlıklı olduğunu söylüyor. Bu, bakımı bireysel ihtiyaçlara göre uyarlamanın, hastaları kendi sağlığını etkili bir şekilde takip edebilmek için gerekli bilgi ve becerilerle donatmanın önemini gösteriyor.
Başka çalışmalardan da biliyoruz, sağlıklı olabilmek ve yaşayabilmek için bir yandan eğitimi artırmak, sosyoekonomik eşitsizlikleri azaltmak gerekirken bir yandan da başta birinci basamak sağlık hizmetleri olmak üzere doğru yapılanma gerekiyor. OECD çalışması açık gösteriyor, güçlü birinci basamak sağlık hizmetleri sağlıkta eşitsizlikleri önleme ve nitelikli sağlık hizmetleri için temel niteliğinde. Türkiye’de aile hekimliği modeliyle tasfiye edilen sağlık ocaklarını, bölge tabanlı yapılanmayı hatırlamak, kaybettiklerimizi kazanmak ve geliştirmek gerekiyor. Aile sağlığı merkezlerini kamusal mekanlara dönüştürmek, aile hekimlerinin çalışma koşullarını iyileştirmek ve bilimsel, akılcı olan sağlık sistemini kurmak şart.
Evet, boşuna söylemiyoruz, başka bir sağlık sistemi, başka bir Türkiye mümkün.