Bu yazı güvenle ilgili. Ülkemizde bunca üzücü olayın arasında garip bir konu gibi gelebilir ama aslında değil.
Biz ekonomistler veri ve modellere lüzumsuz zaman harcarız. Bir ekonomiyi analiz etmek için belki de en faydalı unsur çağdaş ekonominin temelini oluşturan güvendir. Fark etmesek de güven her ticari ilişkinin parçasıdır.
Bireyler ile şirketler arasındaki işleme aracılık eden güvendir. Para dediğiniz şey (özellikle kağıt para) güveni temsil eder. 100 TL’lik banknotun gerçek değeri 1 kuruş bile değildir. Kağıdın, mürrekkebin ve matbaanın ücreti. Ama 100 TL’lik banknotun karşılığı 100 TL’dir çünkü o kağıt parçası ülkedeki birey ve şirketlerin o ülkenin kurumlarına ve paranın değerini sabit tutacaklarına güvenini temsil eder.
Küresel kriz döneminde internet para birimlerinin (Bitcoin gibi) popularite kazanması gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının şuursuzca para basarak bireylerin güvenini sarsmasıyla ilgili. Örnekler çoğaltılabilir. Bir banka size kredi verirken geri ödeyeceğinize güvendiği için verir. Siz bankaya para yatırırken paranızın güvende olduğunuz için yatırırsınız.
Güven o kadar temel bir ekonomik olgudur ki tüm bunlar size çok doğal olarak gelebilir. Güvenin ne kadar önemli olduğunu anlamak için güvenin olmadığı bir ortama bakmak lazım.
Türkiye ve Gürcistan komşu olmalarına ve kendi para birimleri olmalarına rağmen dolar üzerinden ticaret yapar. Çünkü iki ülkedeki şirketler diğer ülkenin kurumlarına güvenmez. Türk şirketler ya Gürcü larisi değer kaybederse korkusuyla dolar üzerinden ödenmeyi tercih eder.
Bir ülkenin kendi içinde bile güven eksikliği bir masraftır. Ev sahipleri kirayı avroya veya dolara sabitler çünkü kendi kurlarına yeterince güvenmez. Dolar veya avro yükseldiğinde bu kiracıya bir yük olur. Bir şirket diğerine mal sattığında genelde 180 gün sonra ödenmeyi kabul eder. Bu aslında bir güven göstergesidir. Güven olan ülkelerde bu vade uzatılabilir. Güven olmayan ülkede ödeme süreleri çok kısadır.
Bakmayın bizde 180 gibi uzun olduğuna. Bu mecburiyetten ve derin bir faktoring piyasası olduğundan. Bankacılık sistemine güvenmeseniz kredi piyasası oluşmaz, sadece özkaynaktan yatırım yapılır. Özkaynak çok kısıtlı olduğu için büyüme de düşük olur.
Son dönemde ortaya çıkan Uber ve Airbnb gibi şirketlerin varoluş sebebi güvendir. Kullanıcıların diğer kullanıcılar veya şoförlerle ilgili geri bildirimi tamamen yabancı birinin arabasına binmenizi veya evinde kalmanızı sağlıyor. Uber ve Airbnbn aslında bir güven ağı kuruyor. Uber’in güven ağı taksi ücretlerinin çok ciddi bir biçimde düşmesini sağlıyor. Bu da tüketicinin bütçesini rahatlatıyor başka ürünlere yönelmesini sağlıyor.
Özetle, güven bir ekonomide üretkenliği artırırken, güvensizlik bir vergi işlevi görür ve masrafları artırır.
Peki biz ne durumdayız şu güven konusunda?
En yalancı ülkeyiz!
East Anglican Üniversitesi’nde bir araştırma yapılmış. 15 farklı ülke ve kültürden insanlara bir müzik sınavı gönderiliyor. Bazı sorular basit fakat bazıları o kadar zor ki birinden (veya internetten) yardım almadan bilmeniz imkansız. Her soruyu doğru yaparsanız 100 dolar ödül var (ülkelerdeki satın alım gücüne göre ayarlanmış bir miktar). Katılanlara yardım alamayacakları da tembihleniyor.
Buna rağmen en çok yüzde yüz doğru cevap kitapçığı Türkiye’den geliyor. Sonuç çok net: Ya hepimiz birer müzik dahisiyiz ya da bildiğin yalancıyız. Araştırmacılar ikincisinde karar kılmış.
Yalan söyleyen insanlar herkesin yalan söylediğini düşünür. Bu yüzden kimseye güvenmezler. Biz ülkece yalan söylediğimiz için hiçbir şekilde birbirimize güvenmiyoruz.
Bu gerçeği farklı anketler de kanıtlıyor. Aşağıdaki harita farklı ülkelerde bireyler arası güven endeksi. Malumun tekrarı.
Ne olmuş yalancıysak ve birbirimize güvenmiyorsak?
Bunun iki önemli etkisi var.
Öncelikle yolsuzluk gibi olayları önemsemiyoruz. 17-25 Aralık sonrası AKP’nin oyları düşmedi çünkü çoğumuz yolsuzuz. Yalancılık ve yolsuzluk arasında incecik bir çizgi var. Pek çok yalancı, yolsuzluk yapacak konumda olmadığı için yapamıyor ama bu yolsuz değiliz demek değil. Yolsuzluk illa rüşvetle olmuyor. Vergi kaçırmak için asgari ücretten adam çalıştırdığınızda, arabanızı park edilmeyecek yerlere park ettiğinizde, hastayım yalanıyla işe gitmediğinizde, okulu kırdığınızda aslında hep yolsuzluk yapıyorsunuz.
Siz nasıl bütün bunları ‘zararsız yalan’ olarak niteleyip kendinizi yanlış bir şey yapmadığınıza ikna edebiliryorsanız, ayakkabı kutularıyla rüşvet alan da veren de aynı şekilde kendini temize çıkarabiliyor. Siz nasıl ‘Herkes yapıyor abi’ diyorsanız onlar da aynen onu diyor. Aradaki tek fark suçun maddi boyutu.
Ama ikinci etki bence çok daha önemli. Güvensiz bir ortamda büyüyen insanlar zayıf olur. Etrafında olan olayları kontrol edemediklerini hissederler. Son dönemde yapılan psikolojik çalışmalar bu tür insanların komplo teorilerine inanmaya çok daha yatkın olduğunu gösteriyor. Türk’ün en çarpıcı özelliklerinden biri komplo teorilerine inanmaya ve hatta türetmeye yatkınlığı. Bu, cahil, eğitimsiz kesimle alakalı değil!
11 Eylül 2001’de ABD’deki El Kaide saldırılarının 10’uncu yıl dönümünde bizim bölgede bir anket yapılmış. Soru, ikiz kuleleri indiren saldırının Müslümanlar tarafından yapıldığını düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız bir komplo teorisine inanıyorsunuz demek, çünkü gerçekler ortada. El Kaide üstlenmiş suçu. Anket yapılan 10 müslüman ülke arasında inanmayanların oranının en yüksek olduğu yer neresi tahmin edin?
Ülkede 10 adamdan yedisi bir komplo teorisine inanmış bile. Siyasi görüşten bağımsız olarak hepimiz komplo teoricisiyiz. AKP’liler paralel örgüte inanıyor, CHP’liler ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne, HDP’liler Erdoğan’ın Doğan’ı arayıp liste verdiğine, MHP’liler herkesin Türkiye’yi parçalamaya çalıştığına… Siyasi tercihiniz inanacağınız komplo teorisini belirliyor.
‘Evet ama bunlar komplo teorisi değil ki hepsi düpedüz gerçek’
Bu inançsızlığın ardından genelde bir de, “Ooo bu adam da Türkiye’de neler olduğundan çok habersiz” gibi küçümsemeler geliyor. Gerçek şu ki ne isim koyarsanız koyun inanmayı seçtiğiniz teori tanım itibarıyla kanıtlaması neredeyse imkansız. Sorun da burada. Analitik düşünmek yerine kanıtlaması imkansız şeylere inanmayı tercih ediyoruz.
Komplo teorilerinin en büyük avantajı bireyi düşünmekten uzaklaştırır. Anlamanıza gerek yoktur. ‘Paralel yapı’ der geçersiniz. Bu yüzden düşünmüyoruz, inanıyoruz. Düşünen insanı kandırması zordur, inanan insanı inançları kullanılarak manipüle etmek çok kolaydır. Düşünmek yerine inanmayı tercih ederek, kandırılmaya daha açık oluyoruz.
Bu yüzden bir hükümet nüfusun yarısına aynı yalanları tekrar ve tekrar paketleyerek satabiliyor. Sorun insanların AKP’ye oy vermesi, AKP’nin her şeyi komplo teorileriyle örtbas etmesi değil. Sorun seçmenin bu teorilere inanması. Neden inanıyorlar peki derseniz? Tek nedeni güvensizlik. Ne kendimize güveniyoruz, ne de başkasına.
Güven ve siyaset
Türkiye’de hiçbir dönemde devlet en temel görevi sayılan bireyin can, mal sağlığını ve özgürlüklerini güvenceye alma görevini yerine getiremedi. Kanun her zaman siyasi iradenin güdümünde kaldı. Milletvekillerinin, bakanların, askerin dokunulmazlıkları onları kanunun üstüne koyarken hesap verebilirliği azalttı.
Güvencelerin olmadığı, güçlü olanın zayıfı baskı altına aldığı bu ortamda büyüyen insan doğal olarak bir koruma mekanizması geliştirir. Başkalarına güvenmemesi aslında kendini korumak içindir.
Ayrıca bu insan etrafındaki olayların kendi dışında geliştiğini düşünür. Olaylara bir etkisi olmadığına inanır ve suçu her zaman içinde bulunduğu şartlara atar. Bu insan komplo teoricisi olmuştur bile.
‘Eeeee bu adamlar başımızdayken ne yapılabilir ki’ sendromu
Kariyerim boyunca 40’ın üzerine gelişmekte olan ülkenin ekonomisini inceleme fırsatım oldu. Başarının bir formülü var mı derseniz bence var. Hatta iki formülü var…
Gelişmekte olan ülkelerin gelişmesi için ya vizyoner bir diktatöre ya da bilinçli bir halka ihtiyaç var. Dubai (Al Maktoum), Singapur (Lee Kuan Yew) ve Çin (Deng Şiaoping) ilkine örnek. Bugün Dubai ve Singapur demokratik olmadıkları halde dünyanın en zengin ülkeleri arasındaysa ve Çin dünyanın en büyük ikinci ekonomisiyse bunu vizyoner diktatörlerine borçlulular.
Daha kalıcı formül ikincisi: bilinçli bir halk. Kore, Şili ve Tunus bu grupta. Bu ülkelerde siyasiler halktan çekiniyor. Çekiniyor çünkü düşünen, organize olabilen ve birbirine güvenen halkları var. Gelişmiş ülkeler neden gelişmiş derseniz cevabı iyi liderlerde değil, iyi halkta yatıyor.
Ankara Emniyet Müdürlüğü binasının tepesinde Atatürk’ün bir sözü yazılıdır. “Herkesin polisi kendi vicdanıdır, fakat polis vicdanı olmayanların karşısındadır.”
Siz kendi vicdanınızın polisi olun. Yalan söylemeyin, yolsuzluk yapmayın. ‘İyi’ olun. Başkalarına güvenin ve size güvenmelerine sağlayın.
Belki AKP’li baskıcı yılların en iyi yanı bu ortamın oluşmasına katkısı. Hiç tanımadığı biriyle bile muhalif diye artık daha çabuk ısınır oldu gençlerimiz. Bu ruhu yaşatıp yaydıkça birbirimize güvenmeye başladıkça hem demokrasiyi özümser hem de ekonomimizi düzeltiriz.
MERT YILDIZ