‘’Hz. Muhammed hakkında ne düşünüyorsunuz? diye soruldu. Ben de dedim ki; Tarihsel olarak baktığımızda Peygamber Muhammed bir düzeni değiştirmiştir, dolayısıyla devrimsel bir süreci başlatmıştır ve devrimcidir.’’
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün Faik Bulut’un konuşma metnini yayınlıyoruz.
Teşekkür ederek hepinize hoşgeldiniz diyorum. Girizgah olarak bir iki şeyden bahsetmek istiyorum.
İlki bu Aleviler meselesi üzerine 1963’de sağ basın neler yazmış bir bakalım. Alevilerin anayasal vatandaşlık meselesi üzerine bir önergesi var. Bu, belli bir grubun önergesi. Fakat bu sağ basında şöyle yansımış: ‘’Bu cümbüş denen şeyi, mum söndü denen şeyi şimdi camiye taşıyacaklar’’ diye böyle uzun uzun yorumlar yapmışlar. Rezalet bir antikomünizm, rezalet bir antialevilik (daha doğrusu mezhepçilik), korkunç bir şey.
Bir de Almanya’da yine bir konuşma yapıyordum. Kendisini Maocu diye tanımlayan bir kardeşimiz ‘’Hz. Muhammed hakkında ne düşünüyorsunuz?’’ diye sordu. Ben de dedim ki; ‘’Tarihsel olarak baktığımızda Peygamber Muhammed bir düzeni değiştirmiştir, dolayısıyla devrimsel bir süreci başlatmıştır ve devrimcidir.’’ Ara verdiğimizde bu kişi kendince; ‘’Ya işte bu Muhammed’i de devrimci saydı’’ diye bir şeyler söyleniyordu. Ki ben tarihsel süreçten bahsettim halbuki. Ona bakarsanız Büyük İskender de bir devrimcidir, devrimsel süreç başlatmıştır. Çünkü Mısır Uygarlığını, Sümer Uygarlığını ve Hint Uygarlığını birbirine yaklaştırmıştır. Siz bunun farkında olmasanız bile tarih bazen size böyle görevler yükler.
Marks’ın ‘’din afyondur’’ sözü çok istismar edilmiştir
Genel olarak solcular ve sağcılar bu iki kesim ama özellikle sağcılar şu söyleyeceğim şeyi çok istismar etmiştir. Marks’ın ‘’din afyondur’’ sözü… Geçenlerde de Almanya’dan bir profesör gelmişti, hemen o cümleyi kurdu ‘’Marks’a göre din afyondur.’’ Ben de sosyalist biri olarak, dünyaya soldan bakan bir kişi olarak şunu söylüyorum ama bu da Marks’ın sözüdür, Marks şöyle söyler: ‘’Din baskı altındaki insanın ya da yaratığın iç geçirmesi yani ah çekmesidir. Taş kalpli bir dünyanın duygusur ve ruhsuz koşulların ruhudur. Ezilenlerin çığlıdır.’’ Bu anlamda din uyuşturan bir afyon değil; teskin edici bir ilaç yerine geçmiştir. Bir çeşit ağrı kesici, migreniniz vardır başınız ağrır bir ilaç alırsınız, bunun gibi bir şey. Fakat ne yazık ki Marks’ın söyleminin hepsini almamışlar, sadece o kısmını alarak ‘’din afyondur’’ demişler. Bu solcular, kendisini sosyalist zannedenler açısından da ama özellikle sağcılar açısından bayağa bir istismar edilmiştir. Bunu özellikle belirtmek isterim.
Kurtuluş teolojisi sadece İslam’a özgü bir şey değil
Herşeyi hatim etmiş olmasamda Marksist literatürü çok iyi bilen yalayıp yutmuş biri olarak, ayrıca ben İsrail cezaevindeyken Kur’an’dan başka kitap vermedikleri için Kur’an’ı da mecburen hatmettim. Önce Arapça öğrendim sonra 10 defa hatmettim. Her iki tarafa da vakıf olan ama sosyalist bir açıdan dünyaya bakan biri olarak söylüyorum.
Engels bir eserinde çok net söyler. ‘’Ortaçağdaki bütün tarikat, mezhep, kavgaları sınıfsal mücadelelerin bir tezahürüdür, bir parçasıdır’’ diye çok net belirtir. O zaman sosyalizm yok ki; filanca mezhepten, filanca görüşten, filanca akideden veya öğretiden desin gariban ‘’işte sosyalizmdir bu.’’ Başka diyecek bir şey yoktu. Dolayısıyla bunu Karmatiler meselesi olsun, Aleviler meselesi olsun, İslamın içinden çıkan bir dizi mezhep, tarikat, yol, türek olsun neye bakarsanız bakın, aslında sınıf mücadelesinin ezilenle ezenin, emekle sermayenin, tüccarla onun hizmetçisinin arasındaki mücadelenin bir tezahürüdür. Bunu çok net olarak söylüyorum. Ama Engels daha net bir şey söylüyor, bir cümlesi aynen kelimesi kelimesine şöyle; ‘’İşçi sosyalizmi kadar Hristiyanlık da kölelikten ve yoksulluktan gelecekte bir kurtuluş bildirirler.’’
Bu sadece İslama özgü bir şey değil, Hristiyanlıkta da kurtuluş teolojisi diye birşey vardı. Latin Amerika’da çok yaygındı. Sosyalistlerle, devrimcilerle bu kurtuluş teolojisinin sahibi ya da yayıcısı, propagandasını yapan, aktif olarak çalışan papazlar ve rahiplerle birlikte ortak çalışmışlardır. Latin Amerika’da zulme ve diktatörlüğe karşı da başarı elde etmişlerdir. Yani bu sadece islam’a özgü bir şey de değildi, çok önceden de bilinen bir şeydi.
Engelse devam ediyorum… Fakat birisi kurtuluşu ahirete havale eder, yani öteki dünyaya. Bu Hristiyanlıkta da böyle. Dikkat ederseniz İsa mesihten bahsederken, ‘’bu dünyada tamam da öteki dünyada rahata ereceksiniz’’ diye söylenir. Sosyalizm ise bu meseleyi, dünyada toplumun bir dönüşümüne bırakır. Yani bu sınıfsal mücadelenin, insanlığın, toplumun kurtuluşunu…” diye çok uzun bir paragrafta bahseder.
Engels ‘’Yarı proleterler arasında, köylüler arasında bilinçli olmayan emekçiler arasında din neden etkisini sürdürür?’’ diye bir girizgah yapar sonuçta şuraya gelir. ‘’Halkın bilgisizliğindendir…’’ Kimi burjuva radikalleri, ilericileri, demokratları, (siz bunu Türkiye’deki Kemalistler örneğinden sayabilirsiniz) böyle derler. Dolayısıyla sloganları hep şu olur: ‘’Yaşasın Materyalizm, Kahrolsun Din! Yaşasın Allahsızlık ya da Ateizm!’’ Bu küçük burjuvanın sloganıdır.
Fakat bugün dinin derin kökü, yani karakökü; ‘’Kapitalizmin gizli güçleri karşısında çaresizliğini ifade eden ezilen kesimindir.’’ Bunu Lenin çok net söyler. Ezilenlerin bir çığlığıdır ama bu çığlığı başka türlü ifade edemedikleri için, bu kapitalizmin gizemini, zalimliğini, vahşetini çözemedikleri için bunu bir şekilde Allaha havale ederler ya da dine havale ederler. Lenin’in çok net söylediği ibarelerden birisi de budur.
Neredeyse tüm hareketler evrensel olma iddiası taşırlar
Şimdi genel olarak dünyada ayetlere baktığınızda sadece Kur’an ayetleri değil, İncil’e, Tevrat’a da baktığınızda kardeşlikten, dostluktan, gelecekten bahsederler. Eşitlikten bahseden pek ayet görmedim ama denklikten, adaletten (özellikle Kur’an’da adaletten ) bahsedilir. Hatta bilirsiniz hadiste de geçer, şöyledir: Peygamber bir şeyi üleştirirken oradaki sahabelerden birisi diyor ki; ‘’Addil Ya Rasulallah’’ yani adil ol diyor. Muhammed de cevabını veriyor; ‘’Adalet benim hükmümdür, benim düsturumdur. Ben adil olmak zorundayım, hem şimdi hem tarih olarak adil olmak zorundayım…’’ diye cevap verir.
Dünyada bütün siyasi hareketler ve ideolojiler demeyeyim ama bir çok çıkış, siyasi hareket, mesela aydınlanma, sosyalizm, İslam (ilk çıkışı, dönemi itibariyle) hep evrensel olma iddiasını taşımışlardır. Gerçi evet Kur’an’da, ‘’Kur’an Medine için indirilmiş’’ der fakat Muhammed Peygamber son savaş Tebük Savaşında o savaşa hazırlık yaparken, çekici ile bir taşı kırıyor ve etrafa kıvılcımlar saçılıyor ve diyor ki; ‘’İslam işte bu kıvılcımların etrafa yayıldığı gibi yayılacaktır.’’ Ve artık yavaş yavaş o toplumun genişlediğini ve ilerlediğini gösteriyor. Çok sonradan bunu Türk İslamcılar ya da Emevi İslamı bunu sadece bir şeye indirgiyorlar, o da ‘’Cihanşumul İslam’’dır. Herhalde bizim anladığımız ile onların anladığı Cihanşumul İslam ayrıdır. Hatırlıyorsanız Muhsin Yazıcıoğlu’nun gençlik hareketinin adı da “Nizam-ı alem” idi. İsmi bile nizam vermek üzere… Kuşkusuz bizim anladığımız şey bu değildir. Aleme nizam falan vermeyeceğiz. Aleme nizamat vermek fetih ruhudur, fetihçiliktir.
Dolayısıyla bir perspektif olarak dünyanın her tarafında eğer bir davaya inanıyorsanız bu sonuçta Cihanşumuldür ve bunu devam ettirirsiniz. Bu iddianız devam eder ya da etmez o ayrı konu.
O dönemde komünal/ortakçı bir toplum, neden çürüdü?
İslam’ı sadece bir din olarak algıladığında bence yetmiyor. Bir tarih olarak, tarihsel İslam, politik İslam olarak ele aldığınızda (bugünkü anlamıyla söylemiyorum) bakınız, eskiden İpek Yolu kuzeydendi Şam, Basra ve Anadolu’dan geçen bir ticari yoldu. Bugün Çin’in yeniden ihya etmek istediği İpek Yolu. Fakat İpek Yolu bir dönem kapanıyor. Kapanınca o İpek Yolu Yemen’in aşağısından, Hürmüz Boğazı tarafından Hint Okyanusuna yeni bir ticaret yolu açılıyor. İşte o zamanki Arabistan toplumu artık buna cevap veremiyor, çürümüş bir cahiliye var. Evet zamanında komünal bir toplummuş ama çürümüş bir cahiliye var. Bir türlü bundan kurtulamıyor, bundan kurtulmanın tek yolu bu çürümüş Arabistan toplumunda devrim yapmak. İslama tarihsel olarak, politik İslam olarak baktığınızda da bu böyle.
Neden komünal/ortakçı bir toplum o dönemde çürümüş? Çünkü dar bölgecilik artık bir şeye yaramıyor. Size bir getirisi yok, daha evrensel bir şeyden bahsetmeniz lazım. İşte daha evrensel bir şeyden bahsetmek de o günkü şartlar altında Peygamberin önünü açıyor ve Arabistan’ı o dar bölgecilikten, kabilecilikten, aşiretçilikten kurtarıyor. İbn Haldun’da bu asabiye diye geçer, yani aşiretçilik, kavimcilik, kavmiyetçilik. Dolayısıyla buna bir kılıç atması lazım ve bir şekilde İslam’ın Mekke’yi fethetmesiyle zaten atmış oluyor.
Fakat eski türden kast sistemi var. O kast sistemi bir türlü yıkılamıyor. Kast sistemi sınıfsal ve bir türlü çürütülemeyen bir sistemdir. Dolayısıyla o kast sisteme yani sınıflarının hakimiyetine, sınıfsal hiyerarşiye (toplumlar arasındaki örgütsel değil) kılıç atmaktır, kılıç çekmektir. Bu sadece Mekke tüccarları için değil, aynı zamanda rahipler zümresi için de geçerlidir. Hıristiyanlıkta da ruhban sınıfı egemen olmuş. Zerdüştlükte de ilk önce tarım toplumu için çok güzel şeyler söylenmiş ama bakıyorsunuz ki ruhban sınıfı egemen. O dönemde Zerdüştlüğe itiraz Neomazdekçilik olarak ortaya çıkıyor. Bunlarda Hürremileri, Babekleri getiriyor.
Bir tarafta ruhban sınıfına karşı din savaşları oluyor. Avrupa’da hatırlıyorsanız engizisyon mahkemeleri kuruldu ve bunlar aşıldı. Diğer tarafa baktığınızda bizim ulema dediğimiz, daha çok iktidar bağlantılı (Ortodoks İslam diye geçer, çok yerinde bir tabir olmamakla beraber resmi İslam, devletin İslam’ı diye geçer bu Emevilerde de, Abbasilerde de aynıdır) bu elemanın deyim yerindeyse hakimiyetini, egemenliğini bozmak anlamına gelen bir harekettir. O manada Ebuzer çok önemlidir. Ebuzer Gıfari Alevi kesimin çok desteklediği biridir ve İran’da da çok kutsanır. Ali şeriati’nin hakkında yazdığı epeyce yazılar vardır.
İslam’ın da, Aydınlanmanın da tıkandığı nokta, sınıfları yok etme diye çok ciddi programlarının ve perspektiflerinin olmamasıdır
Geçenlerde ‘’Ebu Süfyan’’ diye bir kitap okudum, romanımsı, biraz kurgu çok ilginç bir kitap. İslam’ın o sevatiye yani birliktelik, eşitliğe yakın bir cemaat düzeninde bulunmasını eski Emevi tüccarları Müslüman olduktan sonra, yeniden karşı devrim yapıp İslamı tersine çeviriyorlar. Bu çok net bir şeydir. Nitekim Ali’nin seçilmesinde bile bu çok net görülür. Ebubekir’i ve Ömer’i bir tarafa bırakalım, fakat Ali ile Osman arasında kim halife olsun diye millet bir karar veremiyor. Ömer bir komisyon kuruyor, bu komisyonun yüzde sekseni zenginlerden oluşuyor. Mesela Abdurrahman bin Avf’ın bilmem kaç bin devesi, şu kadar cariyesi, şu kadar altını var. Adamlar Ali’ye niye oy versin. Sadece Abdurrahman bin Avf’tan bahsetmiyorum tabi ama genel olarak böyle. Halife Osman’a geldiğinde, benim açımdan tarihsel olarak baktığımda, karşı devrim zaten tamamlanmış oluyor. Nitekim bunu Ali Şeriati de söyler. Sadece Ali Şeriati değil bazı İslam alimleri de bunu çok net eleştirirler. Osmanlı döneminden başlayan bir yozlaşma bozulma var. Eski sınıfsal hakimiyetin yerini İslam Devrimi (o zaman için söylüyorum) yeniden iktidarı ele geçirip hakimiyetini devam ettirmektedir. Bunun da alt yapısı önemli.
Kufe niçin Hz Ali’nin Hz Hüseyin’in bölgesi oldu da, niçin Şam Muaviye’nin bölgesi oldu? Çünkü zenginlik ve tüccar takımı oradaydı. Bizans’tan devralınmış bu zenginlik, hakim sınıfların bulunduğu yer oradaydı. Mezopotamya bölgesinde (‘’Arzı’l-Sevda’’ diye geçer, verimli kara topraklar) yerleşen İranlı köleler ve Mevâliler vardır. Bütün verimli kara toprakların egemenleri, sahipleri gelip üstüne konuyorlar. Latin Amerika’da da ‘’Laifundia’’ yani çok büyük çiftliklerin sahibi gelip üstüne konmuşlar. Mevâliler Kufe’de aç ve onlar açken geliyorlar oraya konuyorlar. Zenci isyanları orada oluyor. Dolayısıyla Kufeliler ister istemez Şam’a itiraz ediyorlar. Bu da bir sınıfsal itirazdır. Ben tarihsel olarak bakarak kendi açımdan böyle yorumluyorum. Bunun üzerine kurulu bir şeyden bahsediyorum. Çünkü köleci toplumdan çıkmış belli bir yere doğru giderken bu sefer farklı, hem Bizans’ın, hem Sasani’nin etkisi ile karşılaşıyorlar.
İslam toplumunun çok eski anayasası yok. Bir Medine Sözleşmesi’ni biliyoruz. Onun ötesinde çok net bir şey yok. Hatta ordu bile doğru düzgün ordu değildi. Sivildiler, savaş çıkınca toplanıyorlardı. Giden gidiyor, gitmeyen gitmiyordu. Ama Ömer zamanında tamamen halifelik, devlet oturuyor. Toprak sistemi yeniden değişiyor.
İlk bozulma nerede başladı diye sorarsanız? Bana göre; ‘’Müellefetu’l- Kulub’’ ile başladı. Hatırlarsanız belli egemenler, nüfuslu kimseler vardı İslam’a itiraz eden. Orada ‘’Biz bunlara belli haklar, devlet hazinesinden özellikle de ganimetlerden verelim ki bunların kalpleri İslam’a ısınsın’’ dendi. Ama sonuçta prensipten taviz verdiğiniz zaman bozulma başlar. Lenin’in dediği gibi ‘’kaymanın sınırı yok’’ Aydınlanma da böyledir, sadece İslam üzerine konuşmuyoruz. Aydınlanma da aslında bir çıkış, çok ciddi bir devrimsel geçiş, sanayi devrimi de öyle Avrupa’da. O da Ortaçağ Avrupa’sından çıkmanın sancılarını çekmiş ve Aydınlanma devrimi olmuş. Aydınlama da çok önemli proletarya, kardeşlik, eşitlik, özgürlük diye başlıyor.
Fakat bu sefer millet sistemi (milletler, Osmanlı milleti değil; ulus devlet anlamında) diye bir sisteme geçiyor. Ulus devlete geçtiği zaman bu sefer ulus devletin hakim sınıfları devam ediyor. Bu manada ulusçuluk, ulusalcılık bu sefer egoizmini şişiriyor. Bu sefer egosu şişen ulus devlet ne yapıyor? Gidiyor diğer ulusu eziyor veya işgal ediyor. Emperyalizmde daha sonra işte bu şekilde gelip üstüne oturmuş oluyor. Genel bir çerçeve çizmek açısından durum bu.
Bence genel olarak aydınlanmanın da, devrimsel İslamın da tarihsel olarak baktığımızda tıkandığı nokta; sınıfları yok etme diye çok ciddi program ve perspektiflerinin olmamasıdır. Tersine aydınlanma sınıfları tümüyle tahkim etti. Yani burjuvazi geldi, aristokrasiyi yenerken güzel eşitlikçi özgürlükçü vs. ama kendisi o iktidara oturduğu zaman bu sefer kendi sınıfını tahkim etti. Bu sefer yeniden ezilenlerin kafasına tokmağı sallamış oldu. Bunu sınıfların yok edilememesi açısından söylüyorum.
Derseniz ki; ‘’Devrim yapanlar iktidara oturunca bozuldular, peki orada öylece kaldılar mı? Hayır öylece kalmadılar. İslam İmparatorluğu/Uygarlığı kurulduğu zaman çok genişledi. Endülüs’e, Fas’a, Afganistan’a hatta Orta Asya’nın bütün her tarafına kadar gitti. Tam burada işte giderken tarihte yeniden bir şey oldu. Orta Asya’daki Türklerin, mesela Oğuzların, oradaki Kürtlerin, Afrika bölgesindeki Berberilerin, Özbeklerin o zamanın ortakçı/komünal diyebileceğimiz, bozulmaya yüz tutmuş ama hala esas olarak ortakçılığı esas alan, (Türkmenler deniliyor ya, Oğuzlardan bahsim odur) böyle kor ruhu, yani eşitlik, hala komünal, ya da kabilesel, kana dayalı bir klancılık var. Ama o kana dayalı klancılık belli oranda eşitliği de getiriyor. Sadece aşiretin reisleri, klanların reisleri eşitler arası birincidir. Bunun dışında meşveret var, her şey var… İşte bu gençlik aşısını Emevi ve Abbasiler zamanında İslam İmparatorluğu’nun içine yeniden aşıladıklarında görüyoruz. Abbasiler bununla bir ivme daha kazanıyor ama daha sonra tekrardan çürüme başlıyor.
Bahri Üçok’un tarihini okuyunca, tabi çok soyut bir tarih okuması. Kendi Kemalist tarih okuması. Zaten pozitivist bir tarih, hatta çok dar anlamda kendince bir aydınlanmacı tarih okuması. Abbasilerin ne kadar iyi olduğunu, ne kadar hoşgörülü olduğunu vs. yazıyor. Aslında orada Karmatiler isyan etmiş, köylü isyanı var, Zenciler zaten isyan etmiş, hatta bütün Ortodoks İslamına, yani devlet dini olan İslama itirazlar her taraftan geliyor. Aleviler damarı tâ Fas’a kadar gitmiş yayılmış durumda.
Dolayısıyla Abbasiler bu durumda, nispeten gerileme döneminde olduğu için kendini liberal/hoşgörülü göstermeye çalışıyor. Tüccar takımı oldukları için şöyle yapıyor: Moda defileleri düzenliyor Bağdat’ta. Şam’da da şunu görüyorsunuz, genelevi, cami, hamam yan yana. Önce geneleve sonra hamama sonra camiye gidiyor adam. Ama niye, para çünkü paraya tamah edilmiş bir Abbasicilikten, bir islamdan söz ediyoruz. Ama buna karşılık bir sürü ayaklanma var. Hariciler buna dahil. Evet pusulaları yanlış olabilir ama Hariciler bir anlamda islamın anarşistleridir. Anarşist ruhlu, aslında mutlak eşitlikçilik isteyen damarıdır. Fakat ne yazık ki, hem resmi İslam tarafından çok kötülenmişlerdir ve zaten ayrıca da bir programları olmadığı için tarih onları ancak orada bırakır.
Herkese çok teşekkür ederim.
adilmedya.com