Cumhuriyet’e konuşan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Davranış Nörolojisi ve Hareket Bozuklukları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Başar Bilgiç, “Parkinson sadece hareketlerle sınırlı değildir; koku kaybı, uyku bozuklukları, depresyon, kabızlık ve unutkanlık gibi belirtiler de sıkça görülür” dedi, uyarılarda bulundu.
Parkinson, hastaların yaşamına sessizce giren, ama bir kez yerleştiği zaman hayatının tüm ritmini değiştiren nörolojik bir hastalık.
Dünya genelinde yaklaşık 10 milyon insan bu hastalıkla mücadele ediyor. 60 yaşını geçen her 100 kişiden 1’i, 80 yaşını aşanların ise yüzde 4’ü Parkinson hastalığına yakalanıyor. Parkinson, kadınlara oranla erkeklerde yüzde 50 oranında daha fazla görülüyor.
Cumhuriyet, 11 Nisan Dünya Parkinson Günü kapsamında Parkinson hastalığını ve hastalık sürecinde hastaların hayat kalitesini yükseltebilecek önlem ve alışkanlıkları İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Davranış Nörolojisi ve Hareket Bozuklukları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Başar Bilgiç ile konuştu.
Bilgiç “Parkinson hastalığının temelinde beyinde alfa-sinüklein adı verilen bir proteinin anormal bir şekilde birikmesi yatar. Bu birikim, sinir hücrelerinin işlevini bozarak, özellikle hareketlerimizi kontrol eden dopamin üreten hücrelerin kaybına yol açar. Dopamin eksikliği ise Parkinson’un temel belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olur” ifadelerini kullandı.
GENETİK YATKINLIK RİSKİ ARTIYOR
Hastalığın belirtilerinin yavaş ilerlediğini belirten Bilgiç, “En bilinen motor belirtiler arasında ellerde ya da vücudun farklı bölgelerinde görülen titremeler, hareketlerde yavaşlama, kaslarda sertlik ve denge sorunları bulunur. Örneğin, bir kişi yürürken adımlarının küçüldüğünü fark edebilir, yazısı giderek küçülebilir ya da bir nesneyi tutarken elleri titreyebilir. Hastaların mimiklerinde azalma olur. Ancak Parkinson sadece hareketlerle sınırlı değildir; koku kaybı, uyku bozuklukları, depresyon, kabızlık ve unutkanlık gibi belirtiler de sıkça görülür” dedi.
Parkinson hastalığının teşhisinin özen ve uzmanlık gerektirdiğini söyleyen Bilgiç, “Bu hastalığın tanısı, yalnızca bir test ya da görüntüleme yöntemiyle konulamaz. Aslında, teşhis bir nevi dedektiflik işidir; hastanın öyküsü, belirtileri ve muayene bulguları bir araya getirilerek bir tablo oluşturulur. Ancak, son yıllarda bilim dünyasında yaşanan gelişmeler, bu süreci daha net ve güvenilir hale getirmeye başlamıştır” diye konuştu. Bilgiç, genetik yatkınlığın hastalığa yakalanma riskini artırdığını belirtti.
KONUŞMA TERAPİSİ HASTAYA ÖZGÜR ALAN SUNUYOR
Egzersiz yapmanın beyindeki dopamin üretimini teşvik ederek hastaların kendilerini daha enerjik hissetmelerine yardımcı olduğunu söyleyen Bilgiç, “Fiziksel aktivite, Parkinson’un getirdiği kısıtlamalara karşı bir direniş gibidir; bedenin sınırlarını zorlayarak hareketin özgürlüğünü yeniden kazandırır” dedi.
Bilgiç, fizyoterapinin hastalık ile mücadelede önemine değinerek “Özellikle denge, duruş ve yürüme sorunları üzerinde çalışan fizyoterapistler, hastaların günlük yaşamlarını daha kolay hale getirebilir. Basit bir adımın bile zorlaştığı anlarda, doğru bir rehberlik ve teknikle bu adımlar yeniden mümkün hale gelir. Parkinson hastalığı yalnızca bedeni değil, sesi de etkiler. Konuşma terapisi, hastaların seslerini yeniden bulmalarına yardımcı olur. Ses kısıklığı, konuşma bozuklukları ve yutma güçlüğü gibi sorunlar, bu terapiyle hafifletilebilir. Bir kelimenin net bir şekilde ifade edilmesi, hastalar için büyük bir özgürlük anlamına gelir. Parkinson hastalığı, yalnızca fiziksel bir mücadele değildir. Aynı zamanda psikolojik olarak da direnç gerektirir. Depresyon ve anksiyete, bu hastalığa sıkça eşlik eder” dedi.