- Sorun ile Sorunsal
Vahyin içeriği ve niteliği tartışmasında “Vahiy meselesi bir sorun mu, yoksa bir sorunsal mı?”[1] sorusuyla yola çıkarsak düşüncenin geniş caddesine girmiş oluruz. O nedenle öncelikle iki kavramın birbirinden ayrıştırılması gerekir.
Bunlardan birincisi olan sorun (problem); çözüm bekleyen, ancak kolayca açıklanamayan ve çözümü zor olan konu veya durum; araştırılıp öğrenilmesi, düşünülüp çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması gereken durum; çözüm bekleyen karmaşık mesele, cevap bekleyen soru veya karşılaşılan güçlük diye tanımlanır.[2]
Sorunsal (problematik); olması veya olmaması eşit derecede mümkün olan, henüz çözümlenememiş olan, şüpheden kurtulamamış olan, sorgulamaya açık duran, belirsizliğini koruyan ve tartışmalı bir mesele olarak kaldığından güncelliğini kaybetmeyen diye tanımlanır.[3]
Sorun, bir biçimde çözülecek olan olay ve durumları anlatır. Ancak sorunsal, bir sorunun çıkar yol bulunamamış veya bulunamayacağı düşünülen durumudur ve üstünden tartışma hiç eksik olmaz. Örneğin bir şehrin trafik sorunu olduğu gibi adâlet, eşitlik ve özgürlük sorunsalı vardır. Trafik kurallarına uyum ve trafik yasalarının güncellenmesi bir biçimde çözülebilecek bir sorundur; fakat adâlet, özgürlük ve eşitlik kişilerin durduğu yere, ideolojik bakışına göre anlam kazandığı için birer sorunsaldır. Mesela vicdân elçisi Muhammed’in Tanrı’dan Cebrâil aracılığı ile vahiy aldığı tezi ve iddiâsı, hem Mekkeliler hem de sonradan gelen insanlar arasında akıl, mantık ve bilimsel yöntemlerle çözümlenmiş bir mesele olmak yerine inanılması gereken ve öyle olduğuna dair şüphe duyulmaması istenen bir inanç biçimini almıştır. Bu sebeple vahye iman etmek[4] ile vahyin mâhiyetini[5] ortaya koymak arasında epey bir makas açılmıştır.
İman eden, yani Kur’ân’ın Tanrı sözleri olduğu konusunda düşünsel ve bilimsel bir kanıt ve mantık yürütmeye gerek duymadan güven belirten ile vahyin mâhiyetini sorgulayan arasında uzlaşmaz bir ayrım vardır. O nedenle sorun ve sorunsal sözcüklerini açığa çıkardıktan sonra vahyin Kur’ân’daki anlamları ile geleneğin vahye yüklediği anlam arasındaki çelişkileri ortaya çıkarmak bir zorunluluktur.
- Vahiy Nedir?
Vahiy; işaret dili, söz dışı bir yöntemle hızlı iletişim kurma,[6] içe doğma, hızlı biçime işaret etme; remz,[7] îmâ[8] ve işaretle[9] konuşma; emretme; seslenmeden konuşma, el veya ayakla işaret ederek konuşma, yazı yazarak konuşma; dil, dudak, ağız, göz, kaş ile işaret ederek anlatma; gizlice bilgilen(dir)me, zorla boyun eğdirip bir amaca yönlendirme, acele etme, hızlanma, boğazdan kesme; ses, söz, yazı anlamlarına gelir. Bu bağlamda Araplar, acele yapılan bir işe emrun vahyun derler.
Bu anlamlarla bağlantılı olarak âyetlerde bir varlığın doğasına yerleştirilen ve varlığın kendini gerçekleştirmesini sağlayan içsel yönelimler, bir varlığa doğuştan kodlanmış bilgi, Peygamber’in vicdânından yükselen ses; vicdân, akıl ve sağduyu mesajları; bilginin en kısa ve en hızlı biçimde ulaşması, varlığın içine kodlanmış olan bilgiyi hatırlatan dış mesaj, kodlama, evrensel yazılım gibi anlamlara gelir.[10]
“Peygamberin vahiy alması nedir?” sorusuna genelde bir peygamberin melek Cebrâîl aracılığı ile Tanrı’dan bilgi ve haber alması diye beylik[11] bir yanıt uydurulur. Bu cevabın mutlak[12] doğru kabul edilmesi oldukça sorunludur. Öncelikle Cebrâîl’in ne olduğunu açığa çıkarmayan bir geleneksel zihniyetin vahiy tanımı da sağlıklı olmaz. Hâlbuki yeme, içme, merak duyma, üreme, üretme, tuvalete gitme, sevme ve nefret etme gibi bedensel ve ruhsal tüm doğal yazılımlarla donanmış olmaya; bilgi ve habere en hızlı ve en kestirme biçimde ulaşmaya; gizli kapaklı biçimde bilgilendirilmeye; olay ve durumlar karşısında ânında veya en hızlı biçimde içte bir anlam ve sözün doğmasına vahiy almak veya vahiy gelmesi denir. Yoksa ne göklerden gelen bir melek ne de Tanrı’nın sözlerini taşıyan ve Tanrı mesajlarını insan diline çeviren bir elçi vardır. Bu meselenin gerçekliğini fark eden Mehmet Âkif,
Gökten inmez bir de hiçbir şey…Bütün yerden taşar;
Kendi ahlâkıyle bir millet ölür, yâhud yaşar.[13]
diyerek vahyin yerden, yürekten, vicdândan doğan bir patlama olduğuna vurgu yapar.
- 1. Vicdân Mesajları Zinciri
“Ey Muhammed! Nûh ve Nuh’tan sonra gelen vicdân, sağduyu ve akıl habercileri ile remz, îmâ ve işaretle konuştuğumuz, onları doğuştan kodladığımız; onlara dil, dudak, ağız, göz, kaş ile işaret ederek bir şeyler anlattığımız; onlara bilgiye en kısa ve en hızlı biçimde ulaşma yeteneği verdiğimiz kimseler gibi sana da onlara verdiğimiz yazılımdan yükledik. Aynı yazılım ve donanımı merhametin babasına;[14] vicdan, akıl ve sağduyunun sesine kulak verene,[15] huzurlu günlere yelken açana,[16] uzun zaman yaşayana,[17] kabîleler halinde yaşayanlara, kurtarıcı öndere,[18] yanlışından vazgeçene,[19] statükoyla mücâdeleye girişene,[20] korkusuz bir cömerte[21] ve barışsever[22] olana da verdik. Bunlardan biri olan ve göz bebeği gibi sevilene[23] de içinde hikmetli sözler barındıran ve aklın gücünü ortaya koyan bir kitabı insanlara hiçbir karşılık beklemeden sunması için verdik.”[24] âyetinde vicdân elçisi Muhammed’in dile getirdikleriyle Nûh, İbrâhîm, İsmâîl, İshâk, Ya’kûb, Îsâ, Eyyûb, Yunus, Hârûn, Süleyman ve Dâvûd’un mesajlarının aynı içeriğe sahip olduğu belirtilir. Böylece Nûh ile Muhammed arasında ideolojik içerik bakımından bir süreklilik olduğu vurgulanır. Vicdân[25] ve sağduyudan[26] beslenen aklın tüm habercileri, aynı çizginin mirasçıları olarak birbirinden beslenerek gelen önderlerdir.[27] Onların herbiri kendi toplumunda zihniyet devrimi gerçekleştirirken kendi koşullarında geçerli olabilecek şeriatlar[28] getirmişlerdir. Onların hepsi bir öncekinden devraldığını kendi şartlarında değiştirip geliştirerek insanlığın uygarlık yürüyüşüne önderlik etmişlerdir. Bu sebeple Doğu medeniyetinin gelişiminde ve insanlık erdemlerinin[29] benimsenmesinde vicdân elçilerinin payı büyüktür.
Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ân birbirini takip eden; birbirini belli oranda tekrarlayan, öncekinin bazı kurallarını değiştiren ve yeni uzlaşı[30] yöntemleri getiren eserlerdir. Bunların hiçbiri ötekini lanetlemez, tam tersine yeni koşullarda yeni söylemlerle değişime uğratarak sürdürür. Ancak vicdân elçisi Muhammed dinler tarihini bitiren, peygamberlik kurumunu sonlandıran devrimci önder; Kur’an ise kutsal kitap geleneğine nokta koyan devrimci eserdir. Onlar (Kur’ân, Muhammed) geleneksel dinler çağını bitirip akıl çağını başlatmışlardır.[31] Bu sebeple vicdân ve sağduyu elçisi Muhammed, peygamberliği bitiren son devrimci peygamber; Kur’ân, kutsal kitaplar geleneğini noktalayan son sözlerdir. Muhammed ve Kur’ân iki dünya arasında bir köprü kuran, bir ayağıyla eski dünyaya, öteki ayağıyla yeni dünyaya basan konumdadır. Bu bağlamda vicdân elçisi Muhammed’in davranışları ile Kur’ân’ın sözlerinde eski kültürün izlerini okurken yeniye dair mesajlarını da görmeliyiz, onların tarihsel üslup, dil ve davranışlarından evrensel ilke ve değerlerini ortaya çıkarmalıyız.
_____________________________________________
[1] Abdülgaffar Aslan, Kur’an’da Vahiy, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000.
[2] M. Taha Tunç, Soru(n)un Serüveni: Felsefe Dilinde Soru, Sorun, Sorunsal, 4 Nisan 2023, viraverita.com
[3] Süleyman Hayri Bolay, Belkili mad., Felsefe Sözlüğü, Akçağ Yayınları, 9. baskı, Ankara, 2004.
[4] İman etmek, hiçbir şüphe taşımadan güvenmektir.
[5] Mâhiyet: Mâ hüve (Bu nedir?) sorusundan oluşturulmuş bir isimdir. Öz, asıl, esas, iç yüzü, içerik, neliği, ne olduğu, bir şeyi kendisi yapan şey, bir şeyin kendine özgü özellik(leri).
[6] Vahiy, kaçınılmaz olarak iki özelliğe sahip olmalıdır: süratlilik ve gizemli bir gizlilik
[7] Remz: Göz kırpma, isteği veya amacı üstü kapalı bir şekilde söyleme.
[8] Îmâ: Kapalı anlatım. (Remz daha kapalı olan anlam, ima ise birazcık düşününce hemen fark edilen kapalı anlamdır.)
[9] İşâret: Bir şey bildiren/anlatan şekil, bir şeyi gösterme, bir şeyin kendini değil kendine verilen anlamı göstermesi. (Kırmızı rengin “Dur!” anlamını, yeşil rengin “Geç!” anlamını göstermesi bir işarettir/göstergedir.)
[10] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, V-H-Y mad., çev. ve not. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007; Muhammed Esed, Kur’an Kavramları, Vahiy mad., çev. Ömer Aydın-Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları, İstanbul, 2016; John Penrice, Kur’ân Sözlüğü, Vahy mad., çev. Ömer Aydın, İşaret Yayınları, İstanbul, 2010; Hakkı Yılmaz, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Vahiy mad., Nergiz Yayınları, İstanbul, 2017.
[11] Beylik: Herkesin kullandığı, herkesin bildiği, basmakalıp, rahat yaşama, merkeze tam bağlı olmayarak bir beyin yönetimi altındaki ülke; emîrlik, emaret, mirlik.
[12] Mutlak: Kayıtsız, şartsız, hiçbir sınırlaması ve şartı olmayan. (Mutlak’ın tersine mukayyet denir.)
[13] M. Âkif, Hatıralar, Hadîs Meâl-i Celîli, “Biz ki Yarmıştık Şuûnun En Büyük Ummânını” şiirinden bir beyit, 3 Temmuz 1913.
[14] İbrâhîm
[15] İsmâîl
[16] İshâk
[17] Ya’kûb
[18] Îsâ
[19] Eyyûb
[20] Yûnus
[21] Hârûn
[22] Süleyman
[23] Dâvûd
[24] Nisâ, 163/İn-nâ evhay-nâ iley-ke kemâ evhay-nâ ilâ nûh(in) ve’n-nebiyyîne min ba’di-hi ve evhay-nâ ilâ ibrâhîm(e) ve ismâ’îl(e) ve ishâg(a) ve ya’gûb(e) ve’l-esbâti ve ’îsâ ve eyyûb(e) ve yûnus(e) ve hârûn(e) ve suleymân(e) ve âtey-nâ dâvûde zebûr(an)
[25] Vicdân: Sevgi, acıma ve adâlet duygularının birleştiği/kesiştiği/buluştuğu/kaynaştığı nokta.
[26] Sağ-duyu: Sağ; diri, canlı, sağlıklı dokunma; duyu; görme, işitme, koklama ve tat alma organlarıyle kavrama yeteneği demektir. Sağduyu, dokunma, koklama, işitme, görme ve duyma organlarının arızasız çalışması sebebiyle tatları, görüntüleri, sesleri, kokuları ve dokunulan şeyleri gerçek ve doğru biçimde algılamadır.
[27] Önder: İçinde bulunduğu topluluğun davranış ve etkinliklerini değiştirip yönetme yeteneğine sahip olan, öncü, önde giden, çığır açan, yol açan, liderlik yapan.
[28] Şeriat: Kânûn, yasa, hukûk, norm, nâmûs (nomos), su kaynağı. (İnsanlık, ilkel şeriatlardan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, hayvan hakları, çocuk hakları, kadın hakları ve eğitim hakkı gibi modern şeriatlara ulaştı.)
[29] Erdem: Kişiliği oturmuş olmak. Cesur, doğru, dürüst, iyi ve alçak gönüllü niteliklerine sahip olma. Erliğin demlenmesi, demlenmiş erlik, eksiklerden olabildiğince arınmış yönetme yeteneği.
[30] Uzlaşı: Uz; işe yatkın; becerikli, maharetli olmaktır. Becerikli, işe yatkın olana uzman denir. Uyumsuzlukları kaldırarak uyumlu hale gelmek.
[31] Ahzâb, 40.