Yine de bir Ramazan rehaveti var belli ki, normalde her yolumuz düştüğünde en az birkaç gösteri ve protesto yürüyüşüyle karşılaştığımız İstiklal Caddesi’nde ses seda yoktu ve insanlar rutin işler ve gezinmeler için arşınlıyordu ara sokakları. Kafelerdeki müşteri sayısında belirgin bir azalma olsa da herkes yiyip içiyor, alışveriş yapıyordu olağan aylardaki gibi.
Bir iftara katılacaktım ve geç kalmaktansa erken gelmeyi yeğlediğimden vaktim boldu. Taksim Anıtı’nın içeriğine alıcı gözle hiç bakmamışım. İlk kez her veçhesiyle incelemeye aldım kendimce. İstiklal’e bakan cephede önde Atatürk, iki yanında İsmet İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak, Rus subaylar, sonra sivil giyimli halktan erkekler ve hepsi de bir şekilde başörtülü kadınlar. Daha arkada da çeşitli yönlere umutla ve onurla bakan insanlar. En arkada tuğ ve sancaklar. Bu bölüm Cumhuriyet Türkiye’sini simgeliyor. Heykelin 1928’de yerleştirildiğini unutmamak gerek.
Elmadağ’a bakan tarafta Atatürk öne eğilmiş heyecanla bir şey anlatıyor, yanında başörtülü genç bir kadın Atatürk Kültür Merkezi istikametini göstererek (tabii ki o zaman orada başka bir bina vardı, belki de henüz kırlık bir alandı) bir konuda fikrini söylüyor. Sağ tarafında ise başka bir başörtülü kadın kucağında bebek, yorgun bir yüzle oturmuş, hemen yanında muhtemelen taşımış olduğu top mermileri görünüyor. İki yanda komutan ya da askerler var, hatta biri arkada ve at üstünde. Bu yüz de Kurtuluş Savaşı’nı anlatıyor. Diğer iki cephede ise bayrak taşıyan asker figürleri. İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’dan yadigâr.
Geçen yıl Afganistan’da bir uçak kazasında hayatını kaybeden, Afgan halkının esenliği için canını veren Bahattin Yıldız’ın Güllerin Vedası kitabını okuyabilmek için bir ağaç altı arıyorum. Gezi Parkı tek yeşil alan ve nefes alacak yer. Daha önce burada bulunan Halil Paşa Kışlası’nın harika mimarisini sadece resimlerde görebilen biri olarak, hangi aklı başında millet böyle bir yapıya kıyabilir diye bir kez daha düşünmeden edemiyorum tabii.
Yaşlı sakallı bir meczup şeytanla konuştuğunu, kendisinden başka hiç kimseyi bu denli saptıramadığını söylüyor ve sürekli bir silah sesi çıkarıp vurulmuş gibi kanepeye düşüyor. Bir adam geçiyor orta yaşlı iri pazulu. Pazuya herkesin görebileceği bir dövme yaptırmış: Kill For You. Mesajı tam alamıyorum doğrusu birçok ihtimal var. Bir hayat kadınının tatlı sert götürülüşüne tanık olmak sonra elden bir şey gelmeden. Gerçi bu konuda eskisi kadar aktif değil buralar.
Polonyalı bir aile çocuklarını ağzını kocaman açmış aslan heykelinin bulunduğu parka getirmiş, salıncakla birlikte uçuyorlar kuş gibi. Bütün kanepelere erkekler oturmuş. Kadınların yer tutması kolay görünmüyor. Asırlık kestaneler çınarlar ve envaiçeşit ağaçlar hiçbir ayrım yapmadan herkese eşit gölgelik sağlamaya çalışsa da.
Tam güzel bir yer bulup kitaba başlamışken Apaçiler geliyor. İlginç kıyafetleri, koyu renk ve çok sayıdaki dövmelerle kaplı omuzları, sırtları, yukarı doğru ürpertilmiş saçlarıyla belli ki buraları yurt edinmişler, kültür-fizik hareketleri yapıyor ve kaslarını sıkılıyorlar. Ellerinde yiyecek poşetleriyle geçen gençleri takip ederek iftar alanına varıyorum sonunda.
Emek ve Adalet Platformu’nun öncülük ettiği, Özgür Açılım gençlik grubunun yardımcı olduğu alternatif bir iftar programı. Rüzgâr Taksim’deki bütün kasveti ve ağırlığı giderir, bulutlar koyu pembeye dönerken mübarek vakit gelip çatıyor. Hiçbir ezan sesi duyulmadığından vakit girdi girmedi muhabbeti sonra. Sanki Avrupa’dayız ve ezan sesi olmadığından saatimize dikkatle bakmak zorunlu. Yer sofralarında huşuyla bekleyen katılımcılarla birlikte genç bir arkadaşımızın okuduğu ezanı dinleyerek orucumuzu açabildik. Taşeron İşçileri, Katı Atık İşçileri, Afrikalı Göçmenler, Sokak Çocukları, Tarlabaşı halkından kadınlar ve çocuklarla birlikte iftar yapmak karşılıklı olarak kalbimizi sevinçle doldurdu.
Avrupa İslam Üniversitesi’nden Nebiye Arı’nın iftar duasına Yeryüzü Sofrası’na gelen solcu gençler de âmin diyerek ellerini açmıştı. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” düsturu etrafında toplanmamızdan daha güzel ne olabilir? “Derede abdest alırken bile suyu boşa harcamayın.” diyen Peygamber’in hatırlanmasından…
Gençlerin yaşadıkları dünyada olup bitenlerin temel sebeplerine eğilmeleri, duyarlılıklarını Ramazan duyarlılığıyla birleştirerek kitlelere duyurma çabaları takdire şayan. Oruç günlerinde uğultusunu daha çok duydukları açlığın sesiyle küresel açlığın senfonisini birleştirdiklerini, kibir kulelerinin dibine umut sofrası ektiklerini söylüyorlar ki, genç olmak tam da budur. Meselenin tüketimle ilgili boyutu kadar üretimle ve üretilenin nasıl bölüşüldüğüyle ilgili boyutu da önemli.
Somali’de son üç ayda beş yaşından küçük 29 bin çocuk ölmüşken açlıktan, orada kim bilir hangi dertlere deva olacak paraların lüks tüketim için bir saatte harcanabilmesi bir Müslüman’ın vicdanını yaralamalı elbette. Emeği sermayeyi üretim araçlarını paylaşma biçimini gündeminize aldığınız tartışmaya açtığınız anda solun peşine takılmakla suçlanmak hak ve adalet duygusuyla bağdaşmaz. Vicdanların bir şekilde buluşmasının yollarını aramak kutlu bir çaba.
Ebu Zer Gıfari ilkelerin adamı olduğu için gadre uğramış, hüzünle andığımız bir sahabe. Onu hatırlatmak bütün zamanlarda sıkıntı yaratıyor, nefesleri daraltıyor. Sözünü esirgemeyen, Peygamberimiz’in vefatının hemen ardından uç vermeye başlayan saltanat emarelerini görüp kıyasıya eleştiren bir muhalif çünkü. “Herkes bir lokma bir hırkayla yaşamaya zorlanamaz.” denilerek haklı eleştirileri susturulmak istenmişti. Medine’den çıkarılmış, tatlı sert Rebeze mevkiine sürülmüştü. Günümüzde yüreklerin gizli arzusu insanlara mağrur bir duruşla “eşitim değilsin, kiminle konuştuğunun farkında mısın” diyecek dünyevi merhaleye, bu yüce makama erişmek. Tam da böyle bir zamanda Ebu Zer ruhu aramızda dolaşmalı, varlığını hissettirmeli ki, dünyayı ele geçirmeye limitsiz sahip olmaya seferber olmuş insanlığın ürkütücü gidişatı içinde toplumsal adaletsizlik küresel yoksulluk ve sefalet iyice kontrolden çıkmasın.
Apaçi gençleri, kill for you yazan adamı, çıldıran meczubu adalet yatıştırabilir. Eşitlik, kardeşlik ve paylaşma duygusu yaraları sarabilir. Apaçi gençler bu kadar kalın pazuları ne güne geliştiriyor acaba? Arada Taksim Anıtı’na dönüp bakmalı, nereden geldiğimize. Yeryüzü Sofrası çok anlamlı geldi bana, safiyetle, halisane duygularla, gençliğin temiz yüreğiyle kotarıldı bu iftarlar.
Yıldız Ramazanoğlu / Zaman