Bugün, suçluluk duygusu ve türleri, çocuklarda utanç duygusu, duygusal farkındalık ve sağlıklı başa çıkma yollarını konu ettik.
Suçluluk sebebi #1: Gerçekleştirilmiş eyleme dair suçluluk.
Suçluluk duygusunun en belirgin nedeni gerçekten de yanlış olduğu düşünülen bir şey yapmış olmaktır. Bu yanlış eylem bir diğerine zarar vermekten etik ya da ahlaki kuralları çiğnemeye (yalan söylemek, hırsızlık yapmak vs) veya asla yapmayacağınıza dair kendinize söz verdiğiniz şeyi (sigara içmek, içki içmek, aşırı yemek yemek vs.) yapmaya kadar uzanan bir listeyi içerir. Bu suçluluk tipinde eylem gerçekleştirilmiştir.
Yanlış bir eyleme girişildiğinde suçluluk duymak normal ve uygun bir davranıştır. Aksine, yanlış bir eyleme girişildiğinde suçluluk duymamak bir patolojidir. Sorun suçluluk duymakta değil suçluluğu geviş getirircesine zihinde sürekli döndürüp durmak ve bu konu üzerinde sürekli olarak düşünmektir. Kişi ne kadar arzu ederse etsin geçmişi değiştirmek mümkün değildir. Bu durumda yapılabilecek şeyler, olanı kabul etmek, mümkünse zarar verilen kişiden özür dilemek ve gelecekte benzer bir eylemi tekrarlamamakla sınırlıdır. Suçluluk sebebi, kişisel standartların ve ahlaki çerçevenin ihlal edilmesi ise (aşırı alkol tüketimi, sigaraya yeniden başlamak, partnere ihanet vs.) yapılması gereken, benzer bir durumu gelecekte yeniden yaşamamak için destek almaktır. Bireysel psikoterapi ya da grup terapisi bu durumda son derece işe yarayacaktır.
Suçluluk sebebi #2: Gerçekleştirilmemiş ancak arzulanan eyleme dair suçluluk.
Ahlaki standartların ya da etik çerçevenin dışına çıkan eylemlerin gerçekleştirilmesine dair arzular ve planlar bu suçluluk türünü tanımlar. Örneğin, bireyin, eşinden ya da uzun süreli partnerinden başkasını arzulaması eyleme geçilmemiş olsa da suçluluk doğurabilir. Bu, başa çıkılması güç bir suçluluk türüdür. Evet, eyleme geçilmemiştir; dolayısıyla kişi, ahlaki olarak halen avantajlı durumdadır. Ne var ki kişi bazen sadece düşünerek de olsa, eyleme geçmişçesine suçlu hissedebilir. Kişi, yasak düşünceler ve tabulara dair kendisini sürekli olarak yiyip bitiriyorsa bastırmak ve reddetmek yerine kabul etmek ve devam etmek çok daha sağlıklı bir sonuç verebilir.
Kabul ve Kararlılık Terapisi (Acceptance and Commitment Therapy) bu tür bir suçlulukla nasıl başa çıkabileceğinize dair iyi bir rehber olacaktır. Terapide bu tür “yasak” düşünceleri tanımayı, fark etmeyi, kimi zaman benliğin bir parçası olarak kabul etmeyi ve gerektiğinde davranışını değiştirmeyi öğrenmek mümkün. Suçluluğa neden olan bu düşünceleri halının altına süpürmek yerine bu düşünceleri fark etmeye, belki kabul etmeye belki de değiştirmeye gayret etmek çok daha sağlıklı bir çaba olacaktır.
(Haftaya suçluluk türlerini anlatmaya devam edeceğiz.)
Çocukları utandırmayın
Utanç duygusu çocukları yaralar. Kolaylıkla gözden kaçırabileceğimiz bu duygu onları eleştirdiğimizde, yargıladığımızda kendilik algılarında iz bırakabilir. Birbirini çok seven ve önemseyen aileler bile zaman zaman çocuklarını utandırabilir. İstekleri, ihtiyaçları veya davranışları nedeniyle utandırılan çocuklar bunu kişiliklerinin bir parçası olarak algılayabilir. Utandırıcı ifadeler genelde çocuğun yaptığı yanlıştan ziyade, kim olduğu ile ilgili fikrini hedef alır. Bu tür yorumlara sıkça maruz kalan çocuklar gerçek potansiyellerinden uzaklaşıp içe kapanma eğilimindedir. Kendi yetersizliklerine odaklandıklarından, çevrelerine olan ilgileri bölünür ve empati kurmakta zorlanırlar. Çocukları aşağılayıcı yorumlarla her utandırdığımızda, onlara sorunlarla başa çıkmak için yanlış yollar göstermiş oluruz. Biri yanlış bir şey yaptığında onu yargılamak ve eleştirmekte bir sakınca olmadığını ima ederiz. Böylece çocuklar kendilerinin ve başkalarının yanlışlarıyla etkili şekilde baş etmeyi öğrenemez. Fazlaca yargılanan çocukların kendilerini güçsüz ve önemsiz hissetmeleri olası. Bu duyguları bastırabilmek için kendilerinden güçsüz bireyler üzerinde hakimiyet kurmaya çalışabilir, uygun sosyal becerileri geliştiremeyebilirler. Yargılanmaktan kaçınmak adına yalana başvurabilirler.
Oysa bazen yanlış davransa da her çocuk doğruyu yapmak ve çevresindekileri mutlu etmek ister. Onları utandırmak bu sürecin sekteye uğramasına yol açabilir. Buna engel olmak için yanlış bir davranış gördüğünüzde çocuğunuzu genel olarak yargılamaktan ve etiketlemekten kaçının. Kişiliği ile ilgili yorumlar yapmaktansa davranışa odaklanın ve alternatiflerle ilgili yol gösterin. Diğer insanların yanında, onu başkalarıyla kıyaslamamaya önem verin. Hatalarında onunla konuşun, başkalarının ne hissediyor olabileceği ile ilgili fikir verin, daha farklı davranmanın yollarını paylaşın. Çocukları yargılamak ve utandırmak, kendileri ile ilgili olumsuz fikirler geliştirmelerinden başka bir işe yaramaz. Ancak ebeveynlerin görevi, çocukların yanlışlarını yüzlerine vurmak değil, onlara işlevsel davranışları öğretmektir.
Halüsinasyonlar/Oliver Sacks
Yakın zamanda kaybettiğimiz dünyaca ünlü nörolog-yazar Oliver Sacks, bu kitabında okurları halüsinasyonların gizemli, şaşırtıcı, yer yer komik yer yer dehşet verici dünyasına götürüyor. Hastalıkları soğuk bir bakış açısıyla gözlemleyip birkaç semptoma indirgemek yerine her hastanın öznel deneyimine odaklanıyor. Kültürel ve dinsel bağlamları gözden kaçırmıyor ve sadece çağdaş tıbbın son bulgularından değil, 19. yüzyılın öncü tıp adamlarının keşiflerinden de yararlanıyor. Sacks incelemesini edebiyat ve tarihe yaptığı göndermelerle zenginleştiriyor.
Halüsinasyonların dünyasının ne kadar geniş olduğunu, sadece görsel alanla sınırlı kalmayıp işitsel, dokunsal, kokuyla ilgili, hatta vücudun konumunu yanlış algılamayı içeren halüsinasyonlara da sık rastlandığını gösterirken, halüsinasyonlara maruz kalanların yalnızca psikiyatrik sorunlar yaşayan kişiler olduğu yönündeki önyargıyı da yerle bir ediyor. Kitapta karşılaştığımız onlarca vaka hikâyesini okuyunca, bu davetsiz misafirlerin, migrenden görme kaybına, yakın ölümünden uzuv kaybına dek çeşit çeşit sebep sonucunda insanın gündelik hayatına bir anda dahil olabildiğini ve bu hayatı cümbüşe ya da kâbusa çevirebildiğini görüyoruz.
Duygular ve sağlıklı başa çıkma yolları
Duygular, insan hayatının merkezinde olmasına rağmen, fark edilmesi ve tanımlanması çok da kolay olmayan olgulardır. Bilimsel literatürde duygu, “organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara verdiği koordine tepkiler bütünü” olarak tanımlanır. (Lazarus, 1993) Bu koordinasyon, bilişsel, davranışsal, fizyolojik ve nörobiyolojik mekanizmalar arasında olur. Duygunun öznel yaşanışı ve algılanışı ise “hissetmek”tir. Bu anlamda duygu ve his, birbirini tamamlayan kavramlardır. Mod (mood) ise, belirli duyguların hâkim olduğu, daha uzun süreli duygu durumlarına denk gelir. Gündelik yaşamda özellikle negatif duygulardan bahsederken sık kullanılan ifadelerden biri de strestir. Stres, bazı koşullar ve duygu durumlarına karşı verilen alarm tepkisinin ismidir. Duygu, his ve mod kavramları birbirinin yerine kullanılagelmektedir.
Bu yazı dizisinde bahsedeceğimiz “emosyonel regülasyon” (duygusal düzenleme) kavramı, son dönemde yoğun olarak psikoloji ve psikiyatri literatürüne girmiştir. İlk olarak Thompson 1994 yılında emosyonel regülasyonu şöyle tanımlar: Kişinin yaşamsal hedeflerine ulaşmak için, içsel ve dışsal uyaranlar sonucu oluşan duygularını gözleyebilmesi, anlık ve zamansal reaksiyonlarını düzenleyebilmesi ve değiştirebilmesi.
Negatif ve istenmeyen duyguların işlevsel biçimde regüle edilmesi (düzenlenmesi, ayarlanması) ruh sağlığı ile yakından ilgilidir. Örneğin, depresyondaki kişiler sıklıkla duygularını tanımlamakta, kabul, tolere ve ifade etmekte, bu duyguları yaşarken kendilerine destek olmakta zorlanmaktadırlar. Araştırmaların sunduğu bir diğer bilgi, duyguları felaketleştirici biçimde yaşamanın ve buna eşlik eden ifade güçlüğünün, tüm diğer ruhsal sorunlar ile büyük ölçüde ilişkili olduğudur. Berking’e (2014) göre depresyon ve bu gibi diğer ruhsal sorunlar, negatif duygularla başa çıkmak adına, kaçınma ve buna benzer işlevsel olmayan stillerin aşırı kullanımı sonucu ortaya çıkan durumlardır. Kişinin negatif duyguları ile başa çıkabileceğine dair inancı ise ruhsal hastalıklardan koruyucu bir etkendir. Uzun süreli çalışmalar, duyguları düzenleme becerisinin yalnızca ruhsal sağlık değil, fiziksel sağlık açısından da belirleyici olduğunu göstermektedir.
Berking ve Whitley (2014), uzun süren klinik gözlemler ve bunu takip eden bilimsel araştırmalar sonucunda, duygular ile adaptif bir biçimde başa çıkma yöntemleri öneren ACE modelini (The Adaptive Coping with Emotions) geliştirmişlerdir.
ACE modeli duyguları düzenlemek adına 6 basamak tanımlar:
1- Duygulara dair bilinçli bir farkındalık geliştirmek
2- Duyguları tanımlamak ve isimlendirmek
3- Duyguyu ortaya çıkaran ve sürdüren faktörleri keşfetmek
4- Duyguları yaşamla uyumlu olacak şekilde modifiye edebilmek
5- Negatif duyguları kabul ve tolere etmek
6- Negatif duyguları tetikleyebilecek durumlar ile yüzleşebilmek
7- Stresli ve zor yaşantılar karşısında kendi kendine destek sağlayabilmek:
– Kendine şefkat gösterebilmek,
– Kendini yatıştırabilmek ve yüreklendirebilmek,
– Kendine rehberlik edebilmek.
Duygular ile işlevsel biçimde başa çıkabilme becerisi, elbette her bireyin doğuştan sahip olduğu bir yetenek değildir. Ancak, teorik olarak öğrenilebilir ve pratik edilebilir. Bu yazı dizisine, duygusal farkındalık ve sağlıklı başa çıkma stillerine dair basamakları açıklayarak devam edeceğiz.
Kaynak: Berking, M., Whitley, B. (2014) Affect Regulation Training.Springer Science Business Media New York
THERAPIAGROUP PSİKOLOJİ&PSİKİYATRİ REHBERİ köşesi Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu öncülüğünde; Uzm. Psk. Burcu Gençer, Psk. Ceylan Özge Kunduz, Uzm. Psk. Şencan Taşkale tarafından hazırlanmaktadır.
SORULARINIZ İÇİN: [email protected]
Facebook: facebook.com/TherapiaGroup
Twitter: TherapiaGroup
İnternet adresi: www.therapiagroup.com