Demirtaş, Bölgesel Özerklik Talebi bildirisini, HDP’nin PKK tarafından oyun dışına atılmasının, hatta bitirilme noktasına getirilmesinin rahatsızlığını ve üzüntüsünü içinde hissederek okudu. Böyle olduğunu tahmin ediyorum.
Konuyla ilgili düşünürken şu soruyu sordum kendime: 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 7 Haziran Genel Seçimlerinde, sadece Kürt Sorununa çözümün ana aktörü değil, aynı zamanda da bir “Türkiye Partisi” olarak tanımlanan HDP’nin Eş Başkanı olarak Demirtaş, Moskova’ya gidip, “Ankara haksızdı” der miydi?
Moskovo’da konuşan Demirtaş, bir Türkiye Partisi de olan HDP’nin Eş Başkanı olarak mı, yoksa PKK’nın elçisi olarak mı konuşmuş tu?
Benim yanıtım net: eğer Demirtaş, Moskova’ya HDP Eş Başkanı olarak gitseydi, bu sözleri söylemezdi, hatta Moskova’ya Lavrov ile görüşmeye gitmemeyi bile düşünürdü.
Moskova’da Demirtaş-Lavrov görüşmesi, 7 Haziran öncesi başlayarak giderek sorunlu hale gelen “PKK-HDP ilişkisi”nde, PKK’nın ipleri tamamiyle eline alması anlamına da geliyordu.
Moskova dönüşü, Demirtaş’ın açıklamalarının giderek PKK-KCK-Kandil ağırlıklı bir söylemi içerdiğini izledik.
HDP’nin PKK tarafından oyunun dışına itilmesi süreci hızlanmıştı.
İkinci, belki de son hamle, DTK Kongresi sonrası Demirtaş’ın “Bölgesel Özerklik Talebi”ni içeren bildiriyi kamuoyuna okuması geldi.
Soralım: Demirtaş, DTK Bölgesel Özerklik Bildirisini, HDP Eş Başkanı olarak mı okudu? Sanmıyorum.
Bir Türkiye Partisi de olan HDP’nin Eş Başkanı olarak Demirtaş, şiddeti siyasetin önüne koyan, şiddeti ön koşul yapan, silahlı öz yönetim isteyen bir Bildiriyi okumak ister miydi? Hiç sanmıyorum.
Demirtaş, Bölgesel Özerklik Talebi bildirisini, HDP’nin PKK tarafından oyun dışına atılmasının, hatta bitirilme noktasına getirilmesinin rahatsızlığını ve üzüntüsünü içinde hissederek okudu. Böyle olduğunu tahmin ediyorum.
7 Haziran akşamı HDP’nin seçim başarısından, ve bu başarı içindeki Türkiye Partisi olmak algısının öneminden rahatsız olan PKK, DTK Kongresinde, Bölgesel Özerklik Talebini Demirtaş’a okuturken, aynı zamanda, HDP üzerindeki hegemonyasını tümüyle inşa ediyor, ve, HDP’yi oyun dışına itiyordu.
7 Haziran’dan 27 Aralık’a uzanan süreçte, HDP’nin yükselişinden, Türkiye Partisi olmasından, ve Meclis’in “Üçüncü Büyük Partisi” olma konumuna gelmesinden, hızla zayıflatılışına, işlevsizleştirilişine ve sonunda oyunun dışına itilişine şahit olduk.
Bu süreçte, Demirtaş’da, HDP’de aslında direndi; “Çatışma bitsin” çağrıları yaptı; “Hendek Siyaseti”ne karşı çıktı.
Diyarbakır ve bölgedeki dostlarımla sıklıkla görüşürken, hep şunu duydum: Demirtaş, Kandil’e, PKK-HDP ilişkisindeki muğlaklıktan rahatsızlığını sürekli aktarıyordu; HDP’nin ve siyasetin önünün açılmasını istiyordu.
PKK’ysa, şiddeti siyasetin önüne koyuyordu; bu da, HDP’yi paralize ediyor, siyaseten önemini yitirmesine neden oluyordu.
1 Kasım seçimleri sonra artan şiddet ve PKK eylemleri, “PKK mı, HDP mi, hangi aktör ön planda olacak” sorusunun içerdiği muğlaklığı daha da arttırdı. PKK-HDP ilişkisindeki muğlaklık, Demirtaş ve HDP’yi çok zor durumda bırakmaya başladı.
Moskova ziyaretine kadar, muğlaklık sorunu yaşanmaya devam etti.
Moskova ziyareti ve arkasından DTK bildirisi, PKK-HDP ilişkisindeki muğlaklığın bitimi anlamına da geliyor.
PKK, “tek aktör benim” diyor; “HDP’nin siyasetteki varlığını” önemsemiyor.
PKK için artık önemli olan, başta Suriye ve Irak olmak üzere bölgedeki gelişmeler.
PKK, bölgesel öneminin çok arttığını düşünüyor; IŞİD’e karşı savaşın kilit aktörü benim düşüncesi temelinde hareket ediyor; Bölgesel Özerklik Talebi ile Suriye ve Irak’ın geleceğini ilişkilendiriyor.
PKK, gerek Amerika, gerek Rusya ile iyi ilişkilerinden karlı çıkacağını; bu ilişkilerden HDP’nin siyasetteki öneminden çok daha fazla artı değer elde edeceğini düşünüyor.
Bu, PKK için, çatışmanın ve silahın siyasetin ve müzakerenin önüne geçmesi demek.
PKK’nın bu düşüncesinde ve hesabında “büyük hata” yaptığını düşünüyorum.
HDP, hem Kürt sorununa çözüm, hem de Türkiye demokrasisi için çok önemli ve değerliydi.
HDP’nin oyunun dışına itilişi, “önemli bir değer”in de kaybedilmesi anlamına geliyor.
Demirtaş’ın, kendisinin ve HDP’nin bugün düştüğü durumdan çok rahatsız olduğunu tahmin ediyorum. Diyarbakır’da da konuştuğum çoğu kişi, rahatsızlığı teyit ediyor.
Bölgedeki Kürtler, dostlarımız, Türkiye Cumhuriyeti eşit vatandaşı olması gereken insanlarımız, bu süreçten ve çatışmadan büyük zarar görüyorlar, acı çekiyorlar.
Kürtler, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde, hem Kürt sorunun ana aktörü hem de Türkiye Partisi olma iddiasındaki HDP’ye ve Demirtaş’a büyük destek verdiler. Bu destekleri devam ediyor. Şiddet değil Siyaset, Çatışma değil Müzakere, Ölüm değil Yaşam istiyorlar.
Peki, bu gerçekler içinde, ne yapılmalı?
Devam edeceğiz…
FUAT KEYMAN