Bugün 11 Eylül. Neşe dolmuyor insan. On yıl önce bugün kötü şeyler oldu. İkiz Kuleler’e çakılan iki uçak, dünyanın gözü önünde tarihi değiştirdi. Ezilmemek ya da yanmamak için atlayarak ölmeyi tercih eden o siluetlere bakarken aklımızdan geçen tek şey, kimsenin böyle ölmeyi hak etmeyeceğiydi. Pembe kaftanlı postmodern hülyalara dalmış, “Soğuk savaş da bitti, daha barışçıl bir dünya mümkün”, “Farklılıkların bir arada yaşaması mümkün” saflıklarında yüzerken, acı bir tokat gibi çarpmıştı gerçek. Bir dönem bitiyordu.
ABD’nin orada burada yürüttüğü ve geniş kitlelerden saklayabildiği vekil savaşları bitiyordu. Klasik dünyadan devralınan ve modernizm tarafından kurumlara/devletlere hamledilmiş olan “iyiler-kötüler!”, “bizler ve onlar!” “dostlarımız ve düşmanlarımız!” tüm haşmetiyle geri geliyordu. Aranan bahane bulunmuştu. Bu bahanenin Bush’tan çok önce bile arandığını, Rumsfeld, Wolfowitz, Perle, Rice çetesini tanıdıkça öğrenecektik. Her zaman bir düşman lazımdı, dün Sovyetler’di, şimdi “Müslümanlar” olsundu, bu işler savaş olmadan yürümezdi; savaş hayati sektörleri zengin eder, halkı “içinden geçmekte olunan hassas döneme” kilitler, insanları oyalar, yoksullar için lüzumlu-devletler için hamallık olan harcamaları yeniden tasarlama fırsatı verir, enerji dahil birçok kaynak ve hammaddenin gasp edilmesini kolaylaştırırdı.
Sen küçük beynini bunlara yormamalıydın minik Bush, belgeleri imzala, hazırladığımız ateşli konuşmaları oku, bir de Segway’den düşmemeye çalış, düşsen de olur. “Çete” planı hayata geçirdi. Afganistan delik deşik edildi, Irak’ta kan gövdeyi götürdü, kalan gövdeler de mezhep çatışması tarafından rehin alındı. An itibarıyla 1.5 milyon Iraklının öldüğünü ifade eden kaynaklar, 4 milyon Iraklının mülteci durumuna düşmesi gibi gerçekler var ve bunlar artık çoğumuzun duymak bile istemediği şeyler. Biraz da herkes kendi derdine düştüğünden…
Bush açık konuşmuştu: Ya bizimlesinizdir ya da o teröristlerle! Ya bizdensinizdir ya onlardan! Yani… Ya “iyi Müslüman”sındır ya “kötü Müslüman”… Formül belliydi, “iyi bir Müslüman” olabilmen için, Irak işgaline elinle destek vermeli, olmadı söyleminle beslemeli, o da olmadıysa hiç değilse kalbinle buğzetmeliydin ki, sonuncusu iman etmenin en düşük derecesiydi.
Kimsenin bu terör eylemini onaylayacağı yoktu; ama sözde kimyasal silahlarını teslim etmediği için işgale ve kıyıma layık görülen Irak meselesinde şeksiz şüphesiz “iman” beklentisi bazı Müslümanların midesini bulandırdı, bazı Müslümanları küçük olduğunu düşündükleri bedelleri öderlerse, bu yangından kurtulabileceklerini zannetmeye sevk etti. Ne çare kurtulamadılar sözde saygın think-thank’lerin, düşünce kuruluşlarının, enstitülerin hazırladığı o “kötü Müslüman” listeleri tarafından kıskıvrak yakalanıp fişlenmekten, hedef gösterilmekten.
DEMOKRASİ EMPERYALİZMİ
11 Eylül, enerji kaynaklarına; kaynakların yüksek düzeyli refah olmazsa kendisini mutsuz hisseden gelişmiş ülkelere aktarılmasını sağlayan yollara; madeni, elması, muzu, iri balıkları, kaliteli tarım yapılabilecek arazisi olan ülkelere “liberal müdahale” adı altında kolayca el konulmasını meşru hale getirdi. Klasik emperyalizm bitti, klasik kolonyalizm bitti, neoliberalizmle beraber “demokrasi emperyalizmi”* dönemine girildi.
İşin içinde demokrasi var, yönetimin halk tarafından belirlenmesi/halkın yönetime katılmasından daha iyi bir model keşfedilmedi ve kimsenin toplumlara sen bu modelden mahrum kal deme hakkı yok, demokrasi dendi mi, akan sular duruyor; lakin “hangi” halkın bu teveccühe layık olacağı emperyal konumda olanın “çıkar ve menfaat” dedektörüyle seçiliyor.
Kongo’ya bir şey olmuyor misal, Bahreyn’de Suudilerin Şiileri ezip geçmesine izin veriliyor, İsrail’in BM’nin gözünün içine baka baka nükleer silah denemeleri yapması sorun değil, ama Libya toz duman, İran sırasını bekler. 11 Eylül, yanan gökdelende can vermektense atlamayı tercih eden mazlumların son günüydü.
Kurbanların acısını uzak bir coğrafyayı halıya dağılmış bir yapbozu andırana dek didiklemek için kullananların, bunu artık çok serazad yapacak olanların ise ilk günü. Mazlumların acısını paylaşalım, ama nasıl bir senaryoya kurban gittiklerini unutmadan. * Tabir Atasoy Müftüoğlu’na ait.
HT