Modern İslami siyaset düşüncesinin bir örneği olarak Milli Görüş’ü oluşturan egemen kültürel altyapının büyük ölçüde Emevi-Osmanlı saltanat geleneğine dayandığını tespit ettiğimizde, bu geleneğin tüm kurum ve kurallarıyla hem siyasal örgütlenmeye aktarıldığını, hem de bu siyasal hareketin taraftarlarınca politik kültür olarak benimsendiğini de görmüş oluyoruz. Mesela SP içindeki tartışmalarda oğul Erbakan’ın babası durumundan ve soyadı itibariyle kendisine siyasal kat elde etmesi ve adeta bir şehzade gibi babadan kalacak siyasi mirasa hazırlanmasıyla ilgili değerlendirmeler karşısında ortalama bir SP’linin sarsıcı bir sorgulama ve eleştiri ihtiyacı duymaması bununla ilgilidir. Saltanatçı politik kültür nasıl ki tarihsel durumları sorgusuz ve eleştirisiz kabul etmeye alışıksa kendi dönemindeki güncel gelişmeleri de aynı şekilde sorgulama olmaksızın kabullenmeye zihnen hazırdır. SP dışından bu parti içindeki tartışmaları izleyenlerin Erbakan ve arkadaşlarından sadır olan Kurtulmuş aleyhine değerlendirme ve beklentilerin nasıl olup da bu kadar rahatlıkla telaffuz edilebildiğini, bu ifadelerin nasıl olup da partililerde infiale ve yankıya neden olmadığını anlayamamaları, partinin politik kültüründeki güçlü saltanatçı temelden habersiz olmalarıyla açıklanabilir.
Her şeye karşın artık bizzat Erbakan’ın denge ve hakemlik rolünü bir yana bırakarak tartışmada taraf olması ve Kurtulmuş’a ve onun parti içindeki destekçilerine karşı mücadelenin bayrağını eline almasıyla Milli Görüş’ün önemli bir eşiğe geldiği düşünülebilir. Bu yeni gelişmeden kaynaklanan ve şimdilik siyasi bir tutum olarak uç veren eleştirel ve sorgulayıcı davranışın zaman içinde politik kültürü de, teorik/doktriner temelleri de gözden geçirme ihtiyacı duyacağı iyimser bir beklenti olarak kayda geçilebilir. Belki Milli Görüş’ün SP’den ayrılıp yeni bir parti kurma aşamasına geçmiş olan saltanatçı ana damarından geriye kalacak siyasi tercih ve onun politik personeli, AK Parti tecrübesinden farklı olarak başkalaşmadan ama eleştirel ve sorgulayıcı arınmasını da gerçekleştirmiş olarak toplumsal umudun sorularına alnı açık, göğsü kabarık, yüreği ferah ve kafası net cevaplar vermeye başlayabilir.
İslam siyaset düşüncesinin kendi içindeki ayrışmasının AK Parti ile ortaya çıkan sağ-muhafazakar fraksiyondan ibaret olmadığı, SP içindeki son tartışmayla anlaşılmış olmalıdır. En son Erbakan’ın yayınladığı bildiriler ve yaptığı konuşmalarda görüldüğü gibi, Milli Görüş, ancak 70’li yıllardaki tarz, üslup, dil ve söylem sürdürülebildiği ve o yıllardaki siyasi heyet tüm kişileriyle korunabildiği takdirde bekasını muhafaza edebileceği ve var olabileceği farz edilen yeni bir mecraya girmiş bulunuyor. Böyle olmasının gerekmediğini düşünen Milli Görüş mensuplarıyla yaşanan derin ihtilaf böylelikle yeni ayrışmanın da temelini oluşturmuş bulunuyor. Nitekim Erbakan’ın, yayınladığı bildiriler ve yaptığı konuşmalarda dikkat çektiği iki nokta, Kurtulmuş’u davadan inhirafla suçlarken gerçekte Milli Görüş’ün soğuk savaş yıllarındaki diline dönülmesi, o dönemin politikacılarının partide etkili ve yetkili kılınmaları, siyasetin sosyolojisindeki ve koşullarındaki dramatik değişimleri hesaba katan yenilenmelerin sapma olacağı uyarısının özünü oluşturmakadır.
Erbakan’ın iki temel itirazı ve uyarısı şunlardır:
2) Ekonomi ve dış politika konferansları ve bu konferanslarda dile getirilen görüşler
Erbakan, siyasetin sosyolojisinde yaşanan radikal değişimi Kurtulmuş’un doğru okuduğunun kanıtı olan SP’nin seçmen profilindeki değişimi Milli Görüş’e tehdit olarak algılamaktadır. Yani seçmen profilindeki değişimi görüp sorunlara cevap veren yenilenmeci, gelişmeci ve kitleselleşmeye açık siyasi üslup yerine, soğuk savaş yıllarının diline kulak verecek az sayıda seçmenle yetinme arasındaki tartışmadır yaşanan. Dolayısıyla yeni durumun teorik/doktriner ihtiyacını karşılamak üzere Kurtulmuş’un verdiği ekonomi ve dış politika konferanslarını da Milli Görüş’ün saptırılmaya çalışıldığının kanıtı saymaktadır. Ona göre SP, soğuk savaş yıllarında oluşturulmuş dış politika ve ekonomi görüşleriyle yetinir ve zamanın şartlarına cevaplar veren yenilenme arayışlarına kulak tıkarsa inhiraftan korunmuş kalabilecektir.
Tartışmanın, fıkıh ve kelam tarihindeki ictihad/yenilenme tartışmasıyla olan kuvvetli benzerliği dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu tartışma, ünlü el-Ta’lim ve’l-Müteallim isimli kitapta Ebu Hanife’ye sorular soran talebenin harika sözüyle özetlenebilir:
“Birtakım kimseler, ‘Bu meselelere asla girme zira Hz. Peygamberin ashabı bu konulara girmediler, onlar için kâfi olan şey senin için de kâfidir.’ diyorlardı. Onların halini, büyük ve suyu bol bir nehirde çıkış yerini bilmediği için boğulacak olan kimseye ‘Yerinde dur, sakın çıkış yeri arama!’ denmesine benzetiyorum.”
Milli Görüş’ün 70’li yıllardaki üslubu ve söylemi dinî kimlik ve medeniyet milliyetçiliğine dayalıydı. Tıpkı Büyük Doğu ve Diriliş gibi, Milli Görüş de kendi döneminin tanıdık bu tarzını aynen aldı ve siyasetteki farklılığının temeli yaptı. Fakat bugün siyasi çelişkinin, iki ayrı (dinî-laik, Doğulu-Batılı) kimliğin karşılaşmalarında dinî kimliği koruma çevresinde oluşmadığını, iktidar tekeline ulaşarak evrimini tamamlamış dindar-sağ/muhafazakâr siyasetin ekonomi, dış politika ve dünya görüşü üzerine fikirleri ile dindar sol/sosyal adalet siyasetinin kendi dünya görüşü arasındaki çelişkiye dayandığını tespit eden başlangıç önermesi, soğuk savaş yıllarının dilini, üslubunu ve söylemini hiçbir toplumsal, sahici ve siyasi değeri olmamasına rağmen sürdürmeli midir? Erbakan ve arkadaşlarına göre, evet, sürdürmelidir; Kurtulmuş ve taraftarlarına göre ise böyle yapılırsa hayali bir cemaate dönüşmekten başka olunabilecek bir şey yoktur.
Görüldüğü gibi, ihtilaf, uzlaşabilir bir sorundan kaynaklanmıyor, dolayısıyla Asiltürk ve Kazan’ın başını çektiği muhtemel yeni parti mutlaka kurulmalı ve 70’li yılların nostaljisini devam ettirmek isteyen heyet bu partide kendi tarzını, üslubunu ve söylemini gönlünce dile getirebilmelidir. Böylelikle Milli Görüş içinden sağ/muhafazakar bir siyasi fraksiyon (AK Parti) çıkmış olduğu gibi, bu kez sol/sosyal adalet siyasetine dayanan bir fraksiyon olarak SP de siyasi rekabete kazandırılmış olacaktır. Meseleyi teorik/doktriner bir konu olarak algılayamayıp siyasi hareketle siyasi kişileri özdeşleştiren Asiltürk-Kazan tercihinin ise başka bir gövde olarak varlığını sürdürmesi de en doğal hakkıdır.