Murat Menteş otel önü iftarlarına niçin katıldı? Deha hakkında ne düşünüyor? Erkeğin sosyal fonksiyonunu nasıl tanımlıyor? İhsan Eliaçık’ın müridi mi oldu? Zenginlere neden “Ruh hastası” dedi? Muhafazakar camiadan koptu mu? Sosyal medyadaki Murat Menteş karşıtlarına cevabı ne? Ona göre, Kürt sorununun çözümü için kimlerin muhatap alınması gerek?
Yazar Murat Menteş Dipnot Tablet okuyucuları için Caner Öngün’ün sorularını yanıtladı.
Sevilen bir romancısınız, neden siyasi konularda tavır alıyor, konuşuyor, yazıyorsunuz? Sadece roman yazsanız daha iyi değil mi?
Evet, daha iyi. Benim isteğim de sadece roman yazmak.
Sokak iftarlarındaki rolünüz nedir?
Misafir sanatçıyım. Davet edildim, sevinçle icabet ettim.
Zenginlere neden bu kadar tepki gösteriyorsunuz? Lüks bir sofrada iftar yapılması sizce gerçekten çok mu kötü?
Zengin, elinde para olan kimse değildir. Elindeki para alındığında, bir insandan geriye bir şey kalmıyorsa, ona zengin diyemeyiz. Bilgi, zarafet, ustalık, güvenilirlik, ifade gücü, merhamet, duyarlılık… Bir kimsenin lüks bir mekanda, dolup taşan bir sofrada yemek yemesi, şahsen beni hiç rahatsız etmez. Afiyet olsun. Ben de Boğaz manzarasına bakarak balık yemişimdir. Bizim itirazımız, birileri hep lüks içindeyken, çoğunluğun umutsuz bir mahrumiyet içinde yaşamasınadır. Lüks sofralar, aslında yoksuldan kaçılan yerler. Kimileri “Yoksul evlere gidin” diyor. “Yoksulları lüks sofralara buyur edin” diyemiyorlar.
“PARA BENDE… AMA KIROYUM!”
“Zenginler ruh hastası” dediniz, neden?
Hakaret kastıyla değil. Bir tür psikiyatrik genelleme ve tespit bu. 10 milyon dolardan fazla servete sahip olan kimseye hediye ya da yenilik sunulamıyor, sürpriz yapılamıyor. Bu kişiyi sevindirmek imkansızlaşıyor. Umut, çaba, hasret, merak, heves… gibi şeyler bu insanın hayatından sökülüyor. 10 milyon doların varsa, sana ancak bir fırt daha ‘kaliteli kokain’ verebiliyorlar. Duygular saridir, yani insandan insana sirayet eder. Servet sahibi olmanın tedavisi, yoksullara para dağıtmak, infak etmek, onları yoksulluktan kurtarmak, sevindirmek ve sevinçlerinden istifade etmektir. Kokain çekme, sevinç teneffüs et.
Hakikaten bir ruh hastalığından söz ediyor ve tedavi öneriyorsunuz yani?
Bu konuyu psikiyatri uzmanı Mustafa Merter ya da Kemal Sayar’la görüşseniz daha tatminkar cevaplar alırsınız. Ben edebiyatçı olarak, size, yaygınlık kazanmış bir cümleyi tahlil edeyim: “Kıroyum ama para bende” şeklinde bir slogan var. Yani “Kaba, cahil ve geri zekalıyım fakat param beni yetkin, makbul, üstün kılıyor.” Halbuki bu cümledeki kelimeler şöyle dizilmeliydi: “Para bende… ama kıroyum!” Yani “Tamam, hasbelkader para sahibi oldum, fakat maalesef hâlâ kıroyum, lütfen bana yardım edin, ben hakiki bir insan olmak, benliğime nüfuz etmiş bir zenginlik istiyorum.”
Muhafazakar, kokain kullanmayan zenginler yok mu?
Nereden bileyim?
“HOMOJEN BİR MUHAFAZAKAR CAMİA VARDI, ONUN İÇİNDE ŞEKER MİSALİ ERİMİŞTİM, SONRA BİR KİMYASAL UYUŞMAZLIK OLDU VE AYRIŞIVERDİM DİYEMEM.”
Muhafazakar camiadan koptunuz mu?
Bu tuhaf bir soru. İnsanlar bir çevrenin yeminli, kayıtlı üyesi oluyorlar, bir süre sonra istifa mı ediyorlar? Bana göre önemli ve öncelikli olan bireydir. Bir topluluğu komple benimseyip, onun her üyesine aynı duyguları beslemem zor. Bu anlamda, homojen bir muhafazakar camia vardı, onun içinde şeker misali erimiştim, sonra bir kimyasal uyuşmazlık oldu ve ayrışıverdim diyemem.
Muhafazakarlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Muhafazakarların [“Conservatist” ya da “mutaassıp” değil, “dindar Türk” anlamında kullanıyorum kelimeyi] çok büyük erdemleri, zarif, tatlı, yumuşak, hayranlık verici yönleri var. Şehirli muhafazakarlığın o ölçülü ve nezih, olgun ve mütevazı, bilinçli ve merhametli içeriği beni çok etkiler ve cezp eder. Yoksulu da, zengini de asildir. Savrulmazlar, patırtı yapmazlar, mütevekkildirler. Dinî tutumları, esasen gündelik ilişkilerine letafet katmada kendini gösterir. Muhafazakarlığın mottoları vardır: “Bu da geçer yâ Hû”, “Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler”, “Allah dağına göre kar verir”, “Hakkımızda hayırlısı”, “Gün doğmadan neler doğar”, “Garip kuşun yuvasını Allah yapar”… Muhafazakarlık; Anadolu ruhundan, İslam terbiyesinden süzülmüştür. Muhafazakarların hepsi böyle şahane insanlar mı? Pek sayılmaz. Fakat iyisi, kalitelisi cidden bal gibidir.
İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın müridi mi oldunuz?
Bugüne dek romancı, filozof, komedyen, şair, denemeci, yönetmen, hikayeci, senarist… yüzlerce, belki binlerce kişiyi okudum, izledim, takip ettim. Hepsinden dolaylı olarak ders, ibret, akıl, fikir aldım. İhsan Eliaçık’ı ta okuyor, dinliyor, takip ediyorum. Bir yanlışı, kusuru, hatası, boşluğu var mı diye de kendimce titizlikle bakıyorum. Şimdiye dek bulamadım. Son dönemde Türkiye’de politik, sanatsal, iktisadi ve sosyal açılımları, tezahürleri olabilecek yeni ve gelişkin entelektüel verileri serilmeyen yazarlardan biri İhsan Eliaçık. Muhtemelen birincisi. Ona yakınlık duyuyorum çünkü beni “zenginleştiriyor.”
“AYLİN ASLIM’IN BU KÜÇÜK, BASİT, SÜSSÜZ SOFRAYA GELMESİ, ORUCA, İFTARA, BESMELEYE, SALAVATA, HAMDA, SELAMA GELMESİ BÜYÜK BİR OLAYDIR.”
Aylin Aslım, Tuna Kiremitçi, Ahmet Mümtaz Taylan, Ece Temelkuran gibi ünlüleri siz telefonla arayıp davet etmişsiniz, öyle mi? Neden ünlüleri çağırmak gerek sizce?
Adını saydığınız kişileri ben aramadım. Onlar bir mekanda otururlarken beni anmışlar, aradılar, ben de hoparlörü açılan telefondan hepsine “Buyurun o halde, siz de gelin” dedim. Gelmeyi zaten istiyorlar fakat sanki biraz çekiniyorlardı. Ben de cesaretlendirdim. Çok da iyi yaptım. Ayrıca, cidden aklıma gelmemişti, gelse, bu insanları tek tek arayıp çağırırdım da. Fakat zaten Ece Temelkuran hariç hepsini iftarda yüzyüze tanıdım. Şimdi size çok önemli bir şey söyleyeceğim, sıkı durun: Ünlülerin çağrılması bence o kadar önemli değil, zaten genel bir davet var, fakat gelmeleri çok çok çok önemli. Sanatçılar, tabii ki paradan ve mülkten feragate, yoksulların ironik protestosuna ilgi duymalı. Hayatında hiç oruç tutmamış kişiler var. Kitlelerin hayran olduğu, tertemiz, cömert, bilgili… fakat oruç tutmamış hiç, bilmiyor. Tv programlarına, şovlara davet ediyorlar, gitmiyor. Galalara, açılışlara, ekstralara, seyahatlere, partilere… gitmiyor. Ve bu kişi, yoksul, öğrenci, göçmen, sokakta kalan çocukların sofrasına koşuyor. Aylin Aslım. Korktuğu, çekindiği, emin olamadığı, endişelendiği, yabancıladığı, utandığı halde geliyor. Aylin Aslım’ın bu küçük, basit, süssüz sofraya gelmesi, oruca, iftara, besmeleye, salavata, hamda, selama gelmesi büyük bir olaydır. İnsanlar sevineceğine, hakaret ettiler. Bir Allah’ın kulu da demedi ki “Çok güzel oldu.”
Ünlülerin dindarlaşması gerektiğini mi söylüyorsunuz?
Dua, tövbe, şükür ve zikir herkesin doğal hakkıdır. Kimse kimseye kendini beğendirmek zorunda değil. Kimse kimseyi durduk yerde ne sorgulama, ne de yargılama hakkına sahip. Aylin Aslım’ı yolda görsem sevinirim, selam veririm. İftar soframıza geldiğini görünce de sevindim, selam verdim… Bu kadar basit şeyleri açıklamak gerektiğine inanamıyorum ayrıca.
Ece Temelkuran ve Nuray Mert’i öven bir yazı yazdınız…
Övmedim, gerçeği söyledim. Ben bu insanlarda ne gördüysem ondan bahsettim.
Bu iki yazar hakkında neden yazma gereği duydunuz?
Çünkü her ikisi de ölüm tehditleri alıyor. Yanlış biliyorsam düzeltin: Savaşta bile kadınlara ve çocuklara dokunulmaz. Afet ve kazalardaki tahliyelerde kadın ve çocuklara öncelik verilir. Bir erkek, bir kadını düelloya da davet etmez. E peki, nasıl bir adam, bir kadına “Seni öldüreceğim, sana suikast düzenleyeceğim” diye açıkça haykırabilir? Bunu twitter’da alenen yapıyorlar. Böyle bir durumda susamazdım. Benimki bir insan, bir erkek, medeni bir birey olarak ortaya konmuş bir tepkidir.
Ölüm tehditleri sizce ciddi mi?
Tehdit, saldırı kadar ciddidir. Fakat asıl trajedi başka. Bu yazarlara “seni öldüreceğiz” diyen çocuklar şunu bilmiyorlar: O çocuk, Ece Temelkuran’a ya da Nuray Mert’e gitse, merhaba dese, her ikisi de o çocuğu buyur eder, onunla konuşur. Öğrenciyse, öğrenimine destek olur, ona ders çalıştırır, burs verirler. Hastası varsa ziyaret eder, kan verir, ilaç alırlar. Borcu varsa, denkleştirir öderler. Özellikle bu iki hanımefendinin bu anaç, dostane, şefkatli tutum ve tavırlarını bilen bilir. Çünkü gizlerler, duyurmazlar. Mevzu bu. Temelkuran ve Mert; bu memleketin bütün çocuklarını kendilerine kardeş bilen iki insandır.
Türkiye, bahsettiğiniz konularda neden duyarsız sizce?
Kimse kimseyi tanımıyor. İnsanımızda dövüşme cesareti, agresyon, isyan, pusu, taktik motivasyonu az çok var, fakat medeni cesaret hiç yok. Bir tane adam gösterin bana ki, mahallesinden, kabuğundan çıkıp, önyargısız, korkusuz, efendi, özgüvenli ve kibar bir şekilde başkalarıyla konuşmuş olsun. İslamcı sosyalistten ürker, sosyalist ülkücüden tırsar… Gideceksin ve düşman bildiğin kimseyle oturup yüzyüze, sabırlı, dikkatli ve mertçe konuşacaksın. En zor soruları sor, en derin kuşkularını dök, istersen suçla… Fakat göz göze bakmayı, adam gibi oturmayı, efendice konuşmayı öğren önce. Göreceksin ki o kişi senin kardeşin. Senin imdadına koşacak, sana sofra kuracak, senin hayatını kurtaracak. Göz çıkarmak, göz göze gelmekten kolay birçoğu için.
DEHANIN ÜÇ ÖZELLİĞİ
Ece Temelkuran ve Nuray Mert için “Deha” demeniz şaşkınlık yarattı. Gerçekten onlar sizce dahiler mi, yoksa bu bir iltifat mı?
Temelkuran’a “Gazetecilik dehası”, Mert’e “Siyaset dehası” dedim. Deha hakkında çok şey okudum. Ne olduğunu biliyorum. Dehanın tezahürü bir alana mahsustur. Einstein fizik dehasıydı fakat çoraplarını denkleştirip giyemezdi. Yani insan bir alanda dahi olur: Edebiyat, müzik, siyaset, botanik… Edmund Husserl, bilincin bir olaya, mefhuma müteallik olduğunu söyler. İnsan genel anlamda bilinçli olmaz, bir “konuda” bilinçli olabilir. Deha da öyle. İkincisi, insan popülasyonunda dahilerin oranı yüzde 6’dır. Bizim toplumumuzda her yüz kişiden 6’sı dahi. [İsmet Özel’in “Bize yüzde 6 derler” başlıklı eski, meşhur bir yazısı vardır, gerçi başka bir konuyla ilgiliydi, fakat bu konu için de geçerli.] Neredeler peki? Bu vazgeçilmez ayrıcalığın adını koymayarak neler kaçırıyor, kendimizi hangi imkanlardan mahrum bırakıyoruz, sormak gerekmez mi?
Dahi olduğunu düşündüğünüz başka kimler var?
Hüseyin Rahmi, Ahmet Hamdi, İsmet Özel, Attilâ İlhan, Nihat Genç, Hakan Albayrak, Mustafa Kutlu, Alper Canıgüz, Enis Batur, Murat Uyurkulak gibi yazarların birer edebiyat dehası olduklarını söyleyebilirim. Aralarında farklar vardır. Kimi şiirde, kimi hikayede, kimi romanda; üslup, anlatım, kurgu, konsantrasyon, akıcılık… gibi konularda ayrı ayrı değerlendirilirler. Fakat eminim, her biri dahidir. Mizah alanında Yiğit Özgür, Cem Yılmaz, Ersin Karabulut, Vedat Özdemiroğlu ve Ferhan Şensoy bence dahidirler. Münir Özkul bir oyunculuk dehasıdır. Orhan Gencebay deha sahibi bir kompozitördür; Neşet Ertaş, Mahzuni Şerif ve Sezen Aksu hakeza. Bahadır Baruter deha sahibi bir çizerdir. Köroğlu, Yunus Emre, Karacaoğlan geleneksel şiirimizin deha üçgenlerinden biridir bana göre. İsmini saydığım bu kişilerin hiçbiri kendini dahi olarak görmemiştir, bahse girerim.
Saydığınız isimlerin dahi olup olmadığı tartışılacaktır, peşinen bir cevap vermek ister misiniz?
Neden anlamıyorsunuz? Dahiler her alanda olağanüstü ürünler ortaya koymazlar. Birçok bakımdan beğenmediğimiz ya da gülünç duruma düşecek denli geri kişiler bir işte dehalarını ortaya koyabilirler. Ferhan Şensoy’un bir mizah dehası, dil ustası olduğunu niye örtbas edeyim? Beni birçok sözüyle ve yönelişiyle üzmüştür, fakat gerçek bu. Dahileri teşhis ve takdir etmezsek üçkağıtçıları, zorbaları, liyakatsiz kimseleri sırtında taşıyan riyakar şapşallara dönüşürüz. Çok önemli bir şey daha var…
Nedir?
Bir ülkede her dinden, mezhepten, ideolojiden, meşrepten insan deha vasfı ibraz edebilir. Nitekim adını andığım kişiler birçok bakımdan birbirinden epey uzaklar. Dehaya ehemmiyet atfetmek, ideal, model insan profilini bazı ayrımcı niteliklerden kurtarır. Türkiye’nin bütün çiçeklerinden bal alma imkanı doğar.
Sosyal medyada çok büyük tepki aldınız, bu yazınızdan ötürü. Bu sizi nasıl etkiledi?
Üzüldüm. Sövgü ve itham dolu, yargılayıcı, suçlayıcı ifadelerden hoşnutluk duymak zor. İtikadım, inancımla ilgili sorgu ve yargılardan hele çokça rahatsız oldum. Kimseden insaflı ya da daha açık zihinli olmasını talep etmiyorum fakat. Bir kimse insafsız, saldırgan ve budala olmaktan yüksünmüyorsa, onunla vakit kaybetmemeye bakarım.
Size yönelik tepkileri mesnetsiz ve yüzeysel mi buluyorsunuz?
Maalesef evet. Dolayısıyla, bir ara “Murat Menteş karşıtları cephesi”ne katılmak istiyorum. Desteğe ihtiyaçları var.
KÜRT SORUNUNDA ENTELEKTÜELLER MUHATAP KABUL EDİLMELİ
Kürt sorununa siz nasıl bakıyorsunuz?
Bu çok uzun ve karmaşık konuyu gerçek nitelikleriyle kavrayabildiğimi de iddia edemem. Türkiye’nin sosyo-psikolojik bir yarılma, bölünme yaşadığını açıkça görüyorum. İktisadi, duygusal, sınıfsal, ideolojik anlamda parçalara ayrılmış durumdayız. Ayırıcı etkenler, birleştirici faktörlerden çok daha işlek maalesef. Bölücü, ayrılıkçı unsurlardan sık sık söz ederken; birleştirici, bütünleştirici, toparlayıcı yapıların esamisi okunmuyor. Kürt sorunu, büyük bir sorunlar küme’sinin alt kümesi.
Kürt sorununun çözümü için sizce ne yapılmalı?
Bu konuyu kimlerle konuşacağız? Talepler, beklentiler, stratejiler, çözümler, bağlantı noktaları, gözden kaçan ayrıntılar, kritik yanlışlar, barışa yönelik imkanlar, iletişim kazaları… hakkında kimlerle teatide bulunacağız? Bana sorarsanız bölgeyi ziyaret etmiş, Kürt siyasetinin temsilcileriyle ve Kürt hareketinin katılımcılarıyla birebir görüşmüş, Kürtlerle haşır neşir olmuş, onları yeri geldiğinde yüzlerine karşı eleştirebilecek konumdaki entelektüellerle konuşulmalı. Örgütü ya da örgüt liderini muhatap kabul etmiyorsan, konunun köklerine inmeyi göze almış aydınlarla temas kur. Ece Temelkuran ve Nuray Mert işte bu nitelikleri haiz yazarlardır. Hükümet bir ara Nuray Mert’in de içinde bulunduğu bir grup aydınla bu konu hakkında toplantı yapmıştı. Sonra temas kesildi.
Kürt siyasetinin temsilcileri? Onlarla da masaya oturulması gerekmez mi?
BDP; bölge halkı, meşru siyaset ve örgüt arasında ister istemez biraz bocalıyor. Yerini bulabilmiş değil. BDP Kürt sorunun mahiyetini ifade etmede, hükümet ise çözüme yönelmede yetersiz kalıyor. Elbette Kürt siyasetçilerle de görüşülmelidir. Fakat sözünü ettiğim türde, bağımsız aydınlarla ‘sürekli’ bir temas halinde olunması öncelikli ve doğal bir gereklilik bence.
Eklemek istediğiniz bir şey?
Nesne – yüklem uyuşmazlığıyla malul cümlemi tekrar etmek isterim: Bir lafı nerenden anlarsan orana girer.
Caner Öngün/Dipnot Tablet