Hani, R. İhsan Eliaçık kardeşimiz, “Bir gün yeryüzü cennetinin kurulacağına inanıyorum” diyor ya; işte o umuda!
Değerli okuyucu kardeşim, seninle yılarca önce yazdığım ve 24 Ekim 1982 tarihinde Yeni Devir gazetesinde yayımlanmış bir Öykü’mü, harfi harfine, noktası ve virgülüne kadar olduğu gibi paylaşmak istiyorum. Öykünün, günümüzde icat edilip üretilen ve kullanılan araçlar bağlamında epeyce ilginç olduğunu da söylemek isterim…
I
“Güvenli ülkenin saygıdeğer insanları, yaptığımız çağrıya uyarak toplantıya geldiğiniz için hepinizi kutlar, en derin saygılarımla selâmlarım.” diyerek sözlerine başladı, toplantının konuşmacısı. Söz konusu güvenli ülkede bu tür toplantılar periyodik bir sistem içerisinde ve halkın en rahat bir biçimde katılabileceği yerlerde yapılırdı. İşte bu toplantılardan biri de 23.05.2167 tarihinde kentin en geniş alanı olan Kutlupınar alanında yapılıyordu. Toplantı, duyurusu yapılan saatte yukarıdaki konuşma ile başlamıştı. Toplantıya katılan insanlar gelişi güzel değil de düzgün bir görünüm içinde ve kendi görevlerini yerine getirebilecek biçimde yerlerini almışlardı. Toplantıda kadın erkek, büyük küçük her yaş ve cinsten insan vardı. Yeryüzünde insanların toplanarak meydana getirebileceği en anlamlı ve görkemli görüntü işte bu sahnede seyredilebilirdi. Herhalde bunun dışında da, bu mümkün olamazdı. Toplantı günü yaz mevsiminin başlamasına birkaç gün kaldığını duyurabilecek kadar sıcaktı. Artık güneş tepeden vurmağa başlamıştı. Toplantı da zaten güneş tepeden biraz batıya kaydığında başlıyordu. Bu durum bu tür toplantıların genel ve kesin kuralı idi. Toplantıda verilecek bilgiler ve topluca yerine getirilecek görev çok önemli olduğu için sıcağın olumsuz etkisi giderilmeliydi. İşte bu nedenle, çok ileri hava tahmin teknolojisine sahip bu ülkenin konu ile ilgili görevlileri gerekli önlemi almışlardı.
İnsanlardan on beş-yirmi metre yükseklikte güneşi izleyen, gökkuşağı biçiminde bütün alanı gölgeleyebilecek bir örtü oluşturmuşlardı. Ayrıca insansız, gürültüsüz dolaşabilen gezer vantilatörlerle bütün alan serinletiliyordu. Toplantı alanının hiçbir yerinde kablo, hoparlör cinsinden hiçbir araç, gereç yoktu. Oysa konuşma alanı çok geniş ve toplantıda on binlerce insan vardı. Konuşmacının sesi herkese sanki kendi yanında konuşuyormuş gibi geliyordu. Bu da alan atmosferine salgılanan bir gaz ile sesin aynı tonda yayılmasını engelleyen kuvvetlerin yalıtılması ile sağlanıyordu. Bu gazın insanlara hiçbir zararı olmadığı gibi, hoş bir kokusu da vardı. Ayrıca kürsünün bulunduğu plâtforma yerleştirilen ses dalgalarını itici -hızını artırıcı- bir aygıt sesin yayılma hızını artırdığı gibi insanları da rahatsız etmiyordu.
Uzayın çeşitli yerlerine yerleştirilen uydular aracılığıyla konuşmacının sesi evrende insan yaşayan her yere iletildiği gibi başka uydular yardımı ile de toplantı, elde gezer televizyonlarda üç boyutlu olarak izlenebilecek biçimde görüntüleniyordu. Konuşmacı toplantıda bulunan insanların dili ile konuşuyordu. Ne var ki, evrenin değişik yerlerinde yaşayan insanların hepsi bu dili bilmiyorlardı. Evrensel Uyarı’nın bütün insanlara en iyi biçimde ulaştırılmasını kendilerine görev kabul eden bu ülkenin insanları bu sorunu da çözümlemişler. Bütün insanların konuştukları diller saptanmış ve kodlanmış. Herhangi bir konuşmayı anında bu dillere çeviren aygıtlar geliştirilmiş ve uydulara yerleştirilmiş. Böylece herkes bulunduğu yerde kendi dilinde dinliyordu konuşmaları.
Toplantıya katılmak isteyen herkes yeryüzünün neresinde olursa olsun, sekiz saniyede toplantı yerinde olabiliyordu. Işık ile yük ve insan taşıma teknolojisi buna imkân sağlıyordu. Ayrıca konuşmanın evrensel plânda yapıldığı süre içinde evrenin neresinde olursa olsun bu konuşmaya karşılık olarak yapılan olumlu, olumsuz bütün konuşmalar anında bantlara kaydediliyor, konuşan kişilerin adresleri ve künyeleri kodlanıyordu. Böylece yapılan eleştiriler, gösterilen tepkiler, kabul edilen görüşler saptanıyor, gerekli işlemler yerinde ve tam zamanında uygulanıyordu. Konuşma ile yayılan seslerin insanlara götürdüğü mesajı duymak, ya da duymamak gibi seçeneğe hiçbir insan sahip değildi. Ancak bu mesajı kabul etmek, ya da reddetmek herkesin kendi elinde idi. Daha açık bir deyimle; inanmak ya da inanmamakta herkes serbestti. İnanmak yönünde hiç kimseye herhangi bir zorlama yöntemi uygulanamazdı. Fakat hiç kimsenin arzda fitne, fesat çıkarmasına, çeşitli ülkelerin yöneticilerinin tağutlaşmasına izin verilmezdi. Bu tür davranışlara yönelenlere en ağır cezalar anında uygulanırdı.
“ Saygıdeğer dostlarım, bilim ve teknolojide kaydettiğimiz ilerleme sayesinde evrensel mesajımızı bütün insanlığa iletebilme imkânına kavuşmuş bulunuyoruz. Ne var ki; bütün insanlar mesajı duydukları halde kulak veren çok az. Bilimsel ve teknolojik ilerleme, bununla birlikte gelen ekonomik ve sosyal refah, siyasal üstünlük, insanların inanmaları için yetmiyor. İnsanların çoğu inanmıyor diye biz onları uyarmaktan vazgeçecek değiliz. Bu eylem bizim ölünceye kadar sürdüreceğimiz görevler arasında önde gelenlerdendir.”diyordu, konuşmacı konuşmasının bir yerinde. Konuşmacı konuşmasını kesiyor, bir süre duruyor. Böylece ortaya çıkan sessizlikten ötürü herkes konuşmacıya bakarak dikkat kesiliyordu. Bu dikkatin insanlarda doruk noktasına vardığını saptayan konuşmacı, en etkili bir ses tonuyla Kur’an’daki yerini söyleyerek başlıyordu, Kur’an’dan okumaya:
“ “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım. Rahman ve Rahim Allah’ın adı ile. Âlemlerin Rabb’i Allah’a hamd olsun. Rahmandır. Rahimdir. Din gününün sahibidir. Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz. Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmişlerin yoluna değil.” Sevgili kardeşlerim sizlere Fatiha sûresini okudum.”
Konuşmacı bu ayetleri okuduğu sırada tepkileri kaydedici bantlara şöyle sözler geliyordu, çeşitli dillerden;
“Aaamiin, âmin Yarabbi.” , “Bu sözler de ne oluyor? Ne imiş âlemlerin Rabbi, din günü, nimet, ibadet… Biz böyle şeylerden anlamayız ve bizi ilgilendirmez, bizim böyle çağ dışı işlerle kaybedecek vaktimiz yok. Biz Dünyada yaşar, ölür ve toprak oluruz. Bu nedenle böyle gereksiz sözlere kulak asıp, eğlencemizden taviz vermeyiz.”
Bantları değerlendiren görevliler birbirlerine şöyle söylediler: “İnkârcıların inkârlarını anlatmaları her zaman ve mekânda aynı olmuştur. İşte bu kâfirlerin sözünden durum bir kez daha gözler önüne serilmiş oluyor. Sanki onlar nesiller boyu sapıklıklarını ortaya koymak için kullanacakları metotları birbirlerine tavsiye etmişler. Bunu Şanlı Kur’an’dan çok açık bir şekilde görüyoruz. Ayrıca insanların yazdığı tarihler de böyle yazıyor. Bu da Yol’umuzun doğru ve evrensel olduğunu kanıtlamaya yeterde artar bile.”
Konuşmacı sürdürüyor okumasını: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile. Elif. Lâm. Mim. İşte o kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur. Muttakiler için yol göstericidir. Onlar ki gabya inanıp, salâtlarını ikame ederler ve kendilerine verdiğimiz rızktan infak ederler. Sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. İşte onlar, Rabb’ lerinden bir hidayet üzeredirler.
Ve işte felah bulanlar da onlardır.” Bu ayetleri okuduktan sonra konuşmacı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ey insanlar, şimdi okuduğum Bakara sûresinin ilk altı ayetinden Kur’an’ın bütün insanlara değil, ancak muttakilere yol gösterdiğini anlıyoruz. Bir insanın muttaki olabilmesi için kendisinde bulunması gerekli özellikleri de ayetler açıkça bildiriyor. Bu özellikleri inceleyip, araştırdığımızda, karşımıza gerçek anlamda Müslüman çıkar. Evet, evet Kur’an inananlara ÖĞÜT bütün insanlara UYARIDIR…”
Bu sırada uzayda dolaşan Elif-Be-Te: 41 uzay aracında bulunan R. A’ ya: “Duydun değil mi? Kur’an’ın bir insana yol göstermesi için, o insanda bulunması gerekli beş özelliği. Hem de Kur’an’ ın ilk ikinci sayfasında bu konu dile getiriliyor.”dedi. A. da: “ Evet, duydum dostum. Bunu biliyorum ben. Aslında bilgi olarak birçok insan bilir bunu. Ne var ki, iman-Bilgi-Bilinç çatısı sağlam kurulmadığı için genellikle bu konu pek anlaşılmaz. Hele hele bilgi pratiğe konmadıkça, Kur’an anlaşılmaz.”dedi. Ve arkasından ekledi: “Bir de Kur’an’ ın insana açılması söz konusu. Bunun için de öğrenilen bilgiler derhal pratiğe aktarılmalıdır.” R. Önündeki bir takım düğmelere bastı, çeşitli ekranlardaki diyagramlara baktı ve daha büyük bir ekranda yeryüzündeki toplantı görüntülendi.
Herhalde toplantı bitmiş, insanlar yeryüzüne dağılıp, herkes işinin başına gidiyordu. Bir yandan görüntüleri seyrettiler, bir yandan da konuşmaya devam ettiler.
- :
— Çok doğru sevgili kardeşim. Bu söylediklerinin insanlık tarihinin sadece bu diliminde değil, her zaman böyle olmuştur. Bunu da hem Kur’an’dan hem güvenilir tarih eserlerinden öğreniyoruz. Selâm olsun inananlara !..
–Selâm doğru yolda olanlara !..
- ve A. ‘nın yolculukları yük boşaltmak için gittikleri gezegene varmaları ile son bulmuştu. Yükleri, gezegende çalışma yapan robot ve siborglardı. Robot ve siborglar gemiden indiler. Waw gezegeni maden ocakları işletmesi cevher çıkarma kısmı yönetim kurulu başkanı Cim de inen robotlar arasında idi. Cim R. ve A’ ya dönerek:
— Teşekkür ederiz, şimdi siz dinleniniz. Biz iş yerlerini dolaşalım. Bakalım bizim metalik kardeşlerimiz ne yapıyorlar? Bizi insan dostlarımıza karşı utandırmasınlar. Hani, böyle bir şeyin olmasına hiç ihtimal vermiyorum da, ne olur ne olmaz. Ayrıca kış mevsimi yaklaşıyor, çalışmamızı hızlandırmalıyız. Bu aslında Dünyadaki insanları ilgilendirir, ama onların yakıt ihtiyaçlarını biz buradan karşılıyoruz, bildiğiniz gibi. Gidiyoruz, sevgili dostlarım. Marş, marş. İlkin merkezdeki ekrandan izleyelim çalışmaları, sonra dolaşırız. Onlar da bizi ekrandan görürler, ama yanlarına varmamız daha iyi olur. Dünyayı merak edip, soran çıkabilir belki. Laf aramızda, aslında insanlar biz akıllıyız derler, ama bu tam doğru değil herhalde. Şunu da teslim etmeliyiz, bizi buraya getiren R. Ve A. gerçekten akıllarını kullanıyorlar. Robotluk sınır ve yasalarını aşmayalım, işimize bakalım.
Dedi Cim ve yollarına devam ettiler.
Robotların elde ettikleri madde, Dünyada insanların merkezi sistemle topluca ısınmalarını sağlıyordu. Bir merkezden birçok şehir ısıtılıyordu. Burada şu önemli durumu belirtmeden geçmek haksızlık olur: Bu ülkenin sürdürdüğü bütün çalışmaların hiçbir parçasında yoksul insanların kanı yoktu. Bu insanların siyaset literatürlerinde ‘sömürmek’ diye bir kavram ve olay yoktu. Hiç kimsenin emeği sömürülmez, herkese çalıştığının karşılığı verilir ve çalışan herkes de sadece çalıştığının karşılığını alırdı. Bu yöndeki uygulamalara tam bir adaletle devam edilirken, insanların bu konularda eğitimine de özel bir önem gösterilirdi.
Örneğin; bu ülkenin insanlarına siyasi ve ekonomi tarih iyi ve doğru öğretilir, gerekli derslerin alınması sağlanırdı. Birçok öğrencinin konu ile ilgili tarih kitaplarında şu cümlelerin altı çizili idi.
–-Yirminci asırdaki uzay ve diğer bilimsel, teknolojik çalışmalarını sürdüren birçok uluslar diğer ulusları çeşitli yöntemlerle iliklerine kadar sömürüyorlardı.–
…
—Özellikle petrol ürünleri ile çalışan uzay araçları ve bunları yapan fabrikalar Ortadoğu’da birçok insanın ölümüne, yurtsuz ve aç kalmasına neden olurken, Afrika’ nın da madenleri yağmalanıyor ve insanları aynı kötü sonuca itiliyordu–
…
—Süper güçler Ortadoğu’ da ve Afrika’ da petrol ve diğer madenler için sürekli kargaşalıklar çıkardıkları gibi çoğu kez yönetim biçimlerini ve yöneticileri kendileri seçerlerdi. Beğenmediklerini devirir, sömürü çıkarlarını daha iyi işletmek için, daha uygun kukla ve uşak yöneticileri iş başına getirirlerdi. Her zaman çıkar çatışması içinde bulunan bu emperyalist güçler kendileri aleyhine bir tehlike belirdiği an hemen birleşirler ve leşe üşüşen leş kargaları gibi, hep birlikte acımasızca o tehlikenin üzerine çullanırlardı.–
“Yazıklar olsun o dönemin insanlarına!” diyorlardı, bu satırları okuyan kutlu ülkenin fedakâr insanları. Tarihler incelendiğinde yirminci asrın kapkara sayfaları arasında bir tane olsun aydınlık sayfa yok muydu? Evet, yirminci asrın son çeyreğinde gerçekten bilinçli, süper güçlerin çıkarlarına amansız darbe indiren, hiç olmazsa belli bir beldede insanlara adalet, özgürlük, eşitlik, onur havasını teneffüs ettiren şanlı bir kıyam ve inkılâp kaydedilmiş tarih sayfalarında. “Ne mutlu o insanlara!” diyorlardı, aynı Yol’un yolcusu olabilen insanlar bu satırları okuduklarında…
Bu ülkenin insanları gerçek anlamda belli ilkeler içinde çalışıyorlar, herkes sorumluluğunu tam yerine getiriyordu. Başıboşluk, yalancılık, boş gezmek diye bir olay kesinlikle görülmüyor. Ülke çapında uyarı ve mesaj iletme sistemleri geliştirilmiş. İnsanlar sürekli uyarılıyor ve denetleniyor.
Adalet, eşitlik, özgürlük oldukça boy sürmüş bu ülkede… Bilim adamlarına her türlü imkân ve destek sağlanmış, onlar da gerektiği gibi çalışıyorlar. İşçi-İşveren sorunu diye bir şey kalmamış. İşçi gerektiği gibi çalışıyor, işveren de işçinin hakkını tam olarak ve zamanında veriyor.
Kimi kez herkesin kulağına şöyle bir ses geliyor:
“Uyarı Merkezi ve Herkese Eğitim Kurumu’ndan !: Ha, Mim! Herkes duyuyor mu? Sad, Ayn, Kaf! Herkes duyuyor mu?
…
Herkes -duyuyorum- sinyalini versin!
…
Tamam. Hem işinizi sürdürün, hem beni dinleyin!”
Bu uyarıyı yapan kişinin bulunduğu yerde içbükey ve oval biçiminde bir görüntü ekranı var ve bu ekranda bütün ülkenin bütün insanları görünüyor. “Duyuyorum.” Sinyali bu aygıtla alınır ve ondan sonra konuşmağa başlanır.
Tarih Dersleri Üniversite’sinin Yirminci Asır Tarihi Fakültesi’nde dersler gerçek hayattan alınmış orijinal filmler gösterilerek işleniyordu. Film, olayların yer ve zamanını orijinal renkleri ile ve üç boyutlu olarak gösteriyor, ayrıca bilimsel belgeler de sunuyordu.
Derslerden birinde film gösterisi son bulmuştu. Salonun orta sıralarında oturan D. Ayağa kalkarak:
- Sevgili arkadaşlarım, sayın hocam, izin verirseniz, dağılmadan önce bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Filmi izlerken çok heyecanlandım. Dehşetle ürperdim. Kimi kez ağlamamak için kendimi zor tuttum. Şu andaki gözlerinizin bakışları, yüz hatlarınızın duruşu, aynı psikolojik durumda olduğumuzu, bana rahatça anlama fırsatını veriyor.
İşte bu durumdan cesaret alarak, psikolojik atmosferin uygun olduğunu düşünerek, sayın
Hocamızdan filmin içerdiği konu ve dönemle ilgili birkaç söz söylemesini rica edeceğim.
İnşallah bizi kırmazlar. Ayrıca acilen gitmesi gerekmeyen arkadaşlarımın da Hocamızın
konuşmasını dinlemeye vakit ayıracaklarını düşünüyorum.
- konuşmasını bitirince, herkes ayakta olduğu halde ders hocasına doğru baktılar. Bu arada salondan birkaç kişinin çıktığı görüldü. Kır saçlı, keskin bakışlı, orta boylu, dinamik bir bedene sahip, baktığı zaman karşısındakini derhal etkisi altına alabilen Yirminci Asır Tarihi Dersi öğretim üyesi S. ayağa kalktı, etrafa bakındı. Herkesin dinlemeye iştahlı olduğunu gördükten sonra:
“Çok yerinde konuştunuz, sevgili kardeşim. Değerli zamanınızın bir bölümünü bana ayırdığınız ve böyle seçkin bir öğrenci kitlesine derslerin dışında konuşabilme imkânı verdiğiniz için, önce sana sonra bütün kardeşlerime teşekkür ederim… Evet, insanlık tarihi kutlanacak birçok sahnelere sahip olduğu gibi, hiç de hoş karşılanmayacak, nefret edilecek dönemlere de sahiptir. Şimdi seyrettiğimiz ve benimle birlikte sizleri de dehşete düşüren, tiksindiren sahneler insanlık tarihinin yüz karalarından biridir… Petrol… Petrol… Ne kadar da önemli emperyalistler için o dönemlerde…
Ortadoğu kan gölü, Ortadoğu cadı kazanı, Ortadoğu yurtlarını terk eden insanların diyarı. Ortadoğu sürekli pazarlıklar, entrikalar alanı o dönemlerde… Gemiler, Gemiler… Trenler, Trenler… Uçaklar, uçaklar… Otobüsler ve kamyonlar insan taşıyor… Terörist yetiştirme yuvası dağıtılıyormuş… Bundan bütün hür dünya, doğu, batı ve herkes sevinebilirmiş… Neden bu insanlar silah ile kardeş olmuş? Onlar diğer insanlar gibi yaşamayı bilmiyorlar mı? Ya da istemiyorlar mı? Yoksa buna hakları mı yok? Kim bu hakları dağıtan? Bunları anlayamamış, kavrayamamış ve seyirci kalmış olanların başına da sonraları aynı şeyler gelmemiş mi? Evet, bu insanların toprakları ellerinden alınmış. Sadece toprakları mı? Hayır! Maddi ve manevi bütün değerleri yok edilmiş. Yazık o dönemin insanına ki, hüsranda çoğunluğu. İnsanlar birlik olmadığı için, en kötüsü; şirkin içinde yüzdükleri halde kendilerini Müslüman sandıklarından ya da kendilerine öyle kabul ettirildiğinden inanmayanlar yani, zalim tağuti güçler daha kolay zulmetmişler. Gerçekleri herkesin gözü önünde örtmüşler. Dahası, insanları Allah ile kandırarak uyutmuşlar da uyutmuşlar. Bu tarihi olaylarda bizim için alınacak çok dersler vardır, sevgili kardeşlerim. Hepinizi selâmlar, hayırlı işlerinizde başarılar dilerim.”
II
Bugün kentlerin en büyüğü gene bir insan kalabalığı ile coşuyor, coşuyordu. İnsanlar toplantı yerine doğru akıyor, akıyordu. Herkes tertemiz giyinmiş, kararlı ve ciddi adımlarla gideceği yeri bilerek, yürüyor, yürüyordu. Toplantı yerinde bu bilinçli insanlar kadın, erkek, çocuk, genç ve ihtiyarlar gerçekten görkemli bir görünüş sergiliyorlardı. Toplantıyı yönetmekle görevlendirilmiş yetkili kişi bütün heybetiyle hazırlanmış platforma çıktı. Bütün gözler O’na doğru çevrildi. Sağlam bir binanın betonu gibi birbirine kenetlenip saf tutmuş, kahraman insan topluluğunu gözden geçirdikten ve önündeki ekranlara baktıktan sonra konuşmaya başlayan Toplantının Yöneticisi ve Konuşmacısı şunları söylüyordu. “ Rahman ve Rahim olan Allah’ ın adı ile. Bu gün 30.05.2167 haftalık toplantı günümüzdür. Toplantımız bütün insanlık için kurtuluş vesilesi olsun. Müslümanlar sevinsin, kâfirler korksun gelecek günlerden.”dedi.
Konuşmasının devamında; ülkenin iç ve dış sorunları ile ilgili bilgileri verdikten sonra, gerekli uyarılarda bulundu. Bütün insanlığa evrensel çağrısını yaptıktan sonra da o günün gündeminde bulunan, anlaşmalarla ilgili olarak Kur’an’ı Kerim’den Tövbe sûresini okuyarak sürdürdü. “ Kovulmuş şeytandan Allah’ a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile. Allah ve Resulü’nden anlaşma yaptığınız müşriklere bir ihtardır: dört ay daha yeryüzünde dolaşın, bilin ki siz, Allah’ı aciz bırakamazsınız ve Allah kâfirleri rezil edecektir. En büyük hac günü, Allah ve Resulü’nden insanlara tebliğdir. Allah ve Resulü puta tapanlardan(müşriklerden) uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için daha iyidir. Ve eğer dönerseniz bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz…
… …”