Memlekette yıllardır ramazan meddahları, orucu nelerin bozacağını tartışıp duruyor. Bir oyun-oynaşa, eğlenceli bir soytarılığa dönüşen bu ramazan gırgırı, ramazanın hedeflediğinin tam aksine yoksulluğun yeniden üretildiği, bir yığın teknik ayrıntının tartışıldığı anlamsız bir uğultuya dönüşmüş durumda.
Neyse ki Emek ve Adalet Platformu bu sürüp giden şamataya karşı çıkıp “Oruç kapitalizmi, kapitalizm de orucu bozar” diyerek çok zarif ve anlamlı bir eylemle ramazanın gerçek anlamını kurduğu insanlık sofrasında gösterdi.
Zaten zenginlerin yanından okunan ve uygulanan bir din anlayışı var memlekette. Yaşamda karşılığı olmayan, hiçbir derde deva olamayan ritüeller yığını haline gelmiş durumda. Aklı başında bir Müslümanın televizyonlardaki din muhabbetine çıldırmaması elde değil. Eşitliği emreden bir Kitap, ömrünü adalete adamış bir peygamber varken, yaşamın atardamarlarından kovulmuş bir din var.
Piyasa tektanrıcılığının insanı hırs, kibir, yarış cehenneminde aşağıların aşağısına indirdiği bu tabloda, Emek ve Adalet Platformu hem toplumsal hem de bireysel anlamda umut olabilecek içeriğe ve derinliğe sahip.
Platformun en önemli özelliği, komplolarla örülü artık paranoya düzeyine çıkmış saflaşmalara karşı, bu sahte kimlikleri aşarak ezilenlerin birliğini savunması. Çünkü iktidar hırsı, tarafları en açık zulümleri bile göremeyecek hale getirmiş durumda. Kavramlar kişilerin yaşamdaki duruşunu netleştirmekten ziyade daha da karmaşık hale gelip sadece gücü elde etmenin aracı olmuş. En temel haklar, en meşru istekler ister ulusalcı, ister İslamcı olsun komplo çamurunun içinde yok oluyor. Kafalar o kadar karışmış, niyetler o kadar bozulmuş ki, vicdanlardan içeri sızmak mümkün değil. Açlık,yoksulluk,ölüm gibi insan olanı sarsacak durumlar gıybet çukurunda yok ediliyor.
Tüm bu cendere içinde Emek ve Adalet Platformu tarafların anlamsız uğultularına “Artık yeter!” dercesine açlık, asgari ücret, işten atılmalar gibi gerçek sorunları gündemine alarak, koca-koca partilerin, kurumların yapamadığını yaptı; yoksulluğun sebebi olan zenginliğin oynaştığı yere, lüks otellerin önüne, insanlık sofrasını serdi. Kuşkusuz bu eylem memlekette yapılan en anlamlı iştir. Onlar kuma kavgası yapa dursun, vicdanlı, akıllı bildiğimiz İslamcı ağabeyler gıybet ve iftira silahını doğrulta dursun, bu sofradan yükselen söz, yani Allah’ın sözü bütün o sahte lakırdıları paramparça etmiştir. Sofra, camdan-metalik piyasa canavarının tatsız, özsüz, plastik mekanlarına ve anlayışına “Lehül mülk” balyozunu vurmuş; paylaşmanın, sevginin, emeğin ve adaletin sesini yükseltmiştir.
Bir dönem kapanıyor. İslamı kendi tekeline alıp kurtulmuşluk vehminin kibriyle, Allah’ın sözünü kendi vasat dünyalarından ibaret gören ve geri kalan herkesi dışlayan, ne olursa olsun iktidar olma,iktidarda ise ne pahasına olursa olsun iktidarı bırakmama hastalığına kapılarak kapitalizme boy abdesti aldıran anlayış devrini kapatmak üzeredir.
Ömrünü adalete adamış peygamberimizin Hilfu’l-Fudul yemininden haberleri yoktur sanki. ”Allah’a yemin ederiz ki Mekke’de ister bizden olsun ister yabancı, ister iyi olsun ister kötü, zulme uğrayanın hakkını geri alıncaya kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz…”
Peygamberimizin yaşamındaki diğer önemli metin olan Medine Vesikası da kimsenin kimliğine bakmadan ortak değerler etrafında farklı grupları birleştirmiştir. Adalet(hak-hukuk), maruf(ortak iyi), himaye(koruma), eman(güvenlik), dif’a(savunma), ümmet(sosyo-politik birlik), sulh(barış), zulme karşı çıkmak, herkesin dini kendine kavramları sözleşmenin temel umdeleridir.
Görülüyor ki peygamberimiz temel ölçü olarak adaleti, temel karşıtlık olarak da zulmü almıştır.
Oysa şimdi liberalizmi fıtrat bilen, eşitlik deyince çıldıran, ne demekse helal zenginlikten bahsedip duran, otoriteye itaati vaaz eden, zihni Kemalizm karşıtlığı ile sınırlı, Allah’ın sözünü parçalayan, ” mallar kimilerinin elinde dolanan bir devlet olmasın” ayetine ve adaleti emreden bir yığın ayete dayanarak mülk yığıcılığına karşı otel önüne umut sofrasını sererek çok zarif ve çok anlamlı bir eylem yapan Emek Ve Adalet Platformuna olmadık iftiraları atan “İslamsılık” peygamberimizin anlayışından ne kadar uzaktır.
Tebliğin önü açılıyor diyerek, iktidarın her yaptığını onaylayan, haksızlıkları görmeyen görene de saldıran, bu haliyle sömürüyü meşrulaştıran ağabeyler, sizin bu tebliğ Casper’den atılan işçiler, madende ölenler, taşeron zulmünde çalışanlar, kağıt toplayıcıları, Afrikalı göçmenler, asgari ücretle kölelik koşullarında yaşam mücadelesi verenler, borç yükü altında inleyen milyonlar için bir şey söylemiyor mu? Sahi sizin bu tebliğ ne işe yarıyor?
Şunu da eklemek lazım emek, yoksulluk, sendika, eşitlik,özgürlük vb. kavramlar solun tekelinde filan değildir. Allah’ın her şeyi kuşatan bilgisine dahildir. Ezilenler mücadelesi Sosyalizmden, Marks’tan epey öncedir. Herhalde İbrahim-Nemrut, Musa-Firavun, İsa-Roma, Muhammed-Kabe çetesi kavgasını bilirsiniz. Marks bize şimdinin firavun düzeni olan kapitalizmin şifrelerini anlatıyor, alternatif olmanın yolunun emeğin yanında olmakla mümkün olacağını söylüyor. Ve emeğin iktidarını savunmakla. Yani ezilenleri Firavun mülkünün varisleri kılmakla. Kapitalizm “İnsana emeğinden başkası yoktur” ayetinin aksine emeksiz kazancın; faizin, artı değer sömürüsünün, kumarın, borsanın, yeryüzü kaynaklarını emmenin ve tüm emek dışı kazançların düzenidir. Bu yüzden emek ve sermaye çelişkisinin belirleyici olduğu kapitalist düzene karşı olmak için emeğin yanında olmak zorunluluktur.
Emek ve Adalet, sadece israfa, tüketime karşı değil, “işçinden arttırma dişinden arttır” diyerek işin bam teline dokunmuş, bu bilinçle bence son yıllardaki en önemli eylemi yapmıştır.