Büyük bir şehirde yaşadıysanız ya da halen yaşıyorsanız kaldırımda yürürken önünüzde yürüyen yavaş bir kişiye denk geldiğiniz zamanlarda er ya da geç öfkelenir ve onu geçmeye çalışırsınız. Bu durum aslında kişisel değil kültüreldir ve temelinde hayatın temposunu ve zamanın hızını algılama biçimiz ile ilgilidir.
Aslında sadece yayalar değil, yavaş sürücüler, yavaş internet, yavaş market kuyrukları, hepsi benzer bir duygu yaşamanıza neden olur. Hatta bu yazının açılışı bile sizin için biraz fazla uzun sürmüş olabilir. Asansör beklerken veya kırmızı ışıkta dururken iki dakika çok uzun gibi gelir. Bazen saniyeler bile insanı sinir eder, mesela önünüzdeki araba park yerine girerken fazla aheste davrandıysa içinizi bir rahatsızlık duygusunun kaplaması olasıdır.
Ancak sizin bu tepkiniz başka bir kültürden gelen kişi için geçerli olmayacaktır. Hepimiz ortak bir zamanı kullanıyor olsak da kültürel zaman anlayışı çeşitlilik göstermektedir. Çeşitli olayların meydana gelme hızları dünyada bölgeden bölgeye değişir. Yani aslında hayatın hızı hepimiz için aynı biçimde geçmemektedir.
Örneğin kimi ülkelerde otobüsler zaman çizelgesine göre değil, dolduğu zamana göre kalkar. Hindistan’da bir adam işini gücünü bırakıp bütün zamanını ruhsal aydınlanmaya ayırabilir. Üstelik bu durumu kimse garip karşılamaz. Ancak aynı tutumu Batı dünyasında gerçekleştirirseniz tembellikle eleştirilmeniz olasıdır. Batılılar, zamanını üretken geçirmeyen kişilere şüpheyle yaklaşır ve böyle bir yaşam tarzını onaylamazlar. Bunun sonucunda da çalışanlar meşgul görünmek için ellerinden geleni yapar.
Ne Kadar Geç Çok Geçtir?
Büyük bir şehirde ne kadar çabalarsak çabalayalım çoğu zaman bir randevuya zamanında yetişmek olanaksızdır. Fransa’da veya Kuzey İtalya’da yaşıyorsanız, 6 veya 7 dakika geç kalmak ‘temel olarak zamanında gelme’ kapsamına girmektedir. Orta Doğu, Afrika, Hindistan veya Güney Amerika gibi esnek zaman kültürüne sahip toplumlarda ise 9:15’in 9:45’ten çok az farkı var ve bunu herkes kabul etmektedir.
Genel tablo, sanayileşmiş toplumların teknolojik olarak daha az gelişmiş toplumlara kıyasla zamanı farklı bir biçimde gördüklerini ve yönettiklerini ortaya koyuyor. Şehirlerle kırsal kesimler, büyük şehirlerle küçük şehirler ve kuzey yarımküredeki ılıman bölgelerle daha tropikal bölgeler arasında farklılıklar görülüyor.
Peki bir yerin ya da kültürün hangi özellikleri onu diğerlerinden daha yavaş ya da hızlı yapar? Bu soruyu cevaplandırmak için, dünya genelinde otuz bir farklı ülkedeki yaşam temposunu karşılaştıran bir dizi çalışma yapıldı.
Zamanın hızı kültürden kültüre değişir
1990’larda yapılan deneyde, sosyal psikolog Robert Levine dünyanın dört bir yanından gelmiş olan öğrencilerine, kendi ülkelerinde başka şeylerin yanı sıra yürüme hızlarını ve postaneden pul alma sürelerini ölçmelerini istemişti. İlk deneyde rastgele seçilen yayaların ortalama yürüyüş hızları, altmış metrelik bir mesafe boyunca ölçülecekti.
Ölçümler şehrin ana caddelerinde en az iki noktada, genellikle sabah işe yetişme telaşı sırasında, havanın açık olduğu yaz günlerinde gerçekleşti. İkinci deney ise bir işi tamamlama süresi ile ilişkili idi. Bunun için de posta memurlarının standart bir pul talebini yerine getirme sürelerine bakılacaktı. Daha sonra deneylerden elde edilen veriler birleştirildi.
Bu deneylerden ve başka araştırmalardan yola çıkılarak dünyadaki kültürlerin tempolarını belirleyen beş temel faktör belirlenecekti. İnsanlar, canlı ekonomilere, yüksek sanayileşme oranlarına, geniş nüfusa ve daha serin iklimlere sahip olan, bireyciliğe doğru kültürel bir eğilim gösteren yerlerde daha hızlı hareket etmeye yatkındı.
Sonuçta en hızlı kültürlere sanayileşmiş kuzey ülkelerinin büyük şehirlerinde rastlandığı ortaya çıktı. Buralarda zamana ve dakikliğe büyük önem verilir ve insanlar daha hızlı bir tempoda yaşar. Bunun sonucunda çoğunlukla zaman baskısı altında olduklarını hisseder ve gecikmelerle başa çıkmakta zorlanırlar.
Diğer uç ise ekvator bölgesindeki ülkelerin kırsal kesimlerindeki kültürleri içerir. Buralarda insanlar daha az acele eder ve işler daha yavaş bir tempoyla yürür. Bölge halkının haftalık çalışma saati çok daha azdır. İnsanlar boş zamanlarını başkalarıyla birlikte, çay ya da kahve içip sohbet ederek geçirmeye daha eğilimlidir.
Zamanın hızını neden birbirimizden farklı algılıyoruz?
Hepimiz zamana endeksli canlılarız. Uzayla zamanın iç içe geçtiği bir evrende geliştik ve vücudumuz gezegenimizin hareketlerine uyum sağladı. Bedenlerimiz saati tahmin edecek şekilde gelişse de aynı şey bilinçli zihnimiz için geçerli değildir. Zaman algısı, zihnimizin öğrenmesi gereken bir şeydir ve bu durum yaşadığımız kültüre göre şekillenecektir. Bunun neticesi de farklı kültürlerin zaman hızını farklı algılaması olacaktır.
Binlerce yıl boyunca günün ne zaman başlayıp ne zaman bittiği, bir yılın kaç ay, hatta bir günün kaç saat olduğu konusunda görüş birliğine varılamamıştı. Teknoloji, toplumu kozmosun nesnel olarak ölçülebilir ritmiyle eşzamanlı tutmak için gelişti. Zamanın, saniyeler ile bile ölçülmesi gerektiği üzerine gelişen yeni algı, toplumda devrim yaratarak planlı programlı dünyayı oluşturdu.
Daha önce insanlar gün doğarken uyanır, kendi ihtiyaçlarının gerektirdiği programa göre çalışır, gece dinlenirlerdi. Oysa artık çalışma ritmini makineler ayarlıyordu. Sistemin işleyişi mesaiye aynı anda başlayıp çalışmayı aynı anda bırakan insanlara bağlıydı.