Sosyal medya paylaşımlarında ara sıra gördüğüm üzücü bir fenomen vardı: Parayla tez hazırlayanlar. Düşünün ki bir kişi para vererek master veya doktora tezini parayla yazdırmış olsun. Sonra ona diploma verilsin ve o diplomanın verdiği hak ve yetkileri, yetkisi olmadan uygulamış olsun. Binlerce kişi paralar vererek tez yazdırdı ve hak etmediği diplomaları aldı. Peki YÖK neredeydi bunlar olurken? YÖK bununla ilgili yeni harekete geçti ve neler yapılıyor bilmiyoruz. Binlerce kişi parayla tez yazdırıp hak etmediği yerlere geçerken binlercesi de gece gündüz yazarak hak ettiği yere geçemedi.
Master ve doktora yapmak için dil şartı henüz yeni bir meseledir. Asgari düzeyde de olsa dil bilmeyen binlerce kişi akademisyen oldu. Doğru düzgün makalesi olmayan hatta daha beteri makalesi olmayan, olsa da atıfı olmayan binler akademisyen oldu. Dr. sıfatını almış ve bir tane bile atıfı olmayan binlerce kişi acaba kendilerinden utanıyorlar mı? Prof. olup fazla atıfı olmayan, çöp dergilerde yayın yapan kişiler, ancak her yerde cahil kişilere ben doktorum, ben Prof’um diyerek ya da kitaplarının başına bu unvanları koyarak hava atmasını bildiler. Bir tane akıllı çıkarda ona şu soruyu sormaz: Kaç adet atıfınız ve uluslararası dergilerde yayınınız var? Dediğinde o kişi kıpkırmızı olur ve susar.
Kalite o kadar aşağılara düştü ki yazı yazmayı bilmeyen master veya doktora yapıyor. Geçmişte lisans bitirmek çok önemliydi. Ve gerçekten lisans yapanlar çok nitelikli olarak mezun olurlardı. Hangi bölümü bitirirse bitirsin nasıl araştırma yapılacağını, problemlere nasıl yaklaşılacağını vs. bilirdi. Şimdi bunu master ve doktorada -istisnalar hariç tutuyorum- bulmak güçleşti.
Bana göre masterdan başlamak üzere en azından ulusal bir dergide yayın yapmak ve en azından 3 atıf almak zorunlu olmalı. Bu masterda 3 atıf, doktorada ise 6 atıf olabilir. Eğer bu ağır gelirse sadece şaibeli olmayan ulusal bir dergide 3 yayını olmalı.
Eğer bu ve buna benzer önlemler alınmazsa, vasat altı insanlar ancak vasat altı kişiler yetiştirir. Birileri de Doktor ve Proflarımız arttı diye övünür. Böyle bir ortamda eğitim olmaz. Her şey çöplüğe dönüşür.
Bizde Osmanlıdan beri gelen kötü gelenek vardır: Üniversitelerin memur yetiştirme misyonu. Ne zamanki üniversiteye bir gelir kapısı olarak bakılırsa orada çöplük vardır, kalite yoktur, misyon yoktur, kanalizasyonlar vardır. Üniversitelerin kuruluş amacı meslek kazandırmak değildir sadece. Üniversitelerin temel misyonu bilgiden önce bilinç kazandırmalıdır.
Elbette her şey üniversiteden ibaret değil. Bizim ülkemizde eğitim denilince sadece dört duvar anlaşıldı. Oysaki eğitim bitmeyen bir süreçtir ve eğitim her yerde olabilir. Bu, televizyondan internete kadar eğitim geniş halk kitlelerine verilebilirdi. Ama halkın seviyesi aşağı olduğundan aptalca diziler halkı oyalıp duruyor. İletişim teknolojisi eğitim için her yere kurulan ve esnafa para kazandırmaktan öteye geçmeyen çöp üniversitelerden bile daha faydalı olabilirdi. Peki niçin olmadı veya olmuyor? Çünkü o Anadolu’dan gelen bir mantık var: Her şeye para gözüyle bakma mantığı. Eğer işin ucunda para yoksa geniş halk kitlesi boş iş olarak görüyor. Nitekim eğitimde paraya dönüştürülmedi mi? Okuyan kişi mesleği ne kadar sevdiğinden ziyade ne kadar çok para kazanırım mantığı yapıyor. Oysaki sevdiğiniz işi yaparsanız zaten gelir de peşinden gelir. Benim iddiam şudur: Para mantığıyla yapılan hiçbir işten hayır gelmez. Büyük dâhilere bakın, Newton ve Einstein’a; hangisi yaptığı işi para için yaptı?
Günümüzde televizyon ekranlarında -istisnalar hariç- akademiden olanların tartışmalarını izlerken şu soruyu soruyorum: Bunlar nasıl akademisyen olmuş? Kimisi ırkçı, kimisi ötekileştirici, kimisi güç neredeyse orda, kimisi halen sosyal darwinizmi savunuyor, rezalet, sefalet, cehalet.
Eğitim en genel anlamıyla insanın kendi tabiatını keşfetmesi ve dünyaya dar penceren değil geniş bir açıdan bakmasını sağlayan bir faaliyettir. Eğitim ne para için yapılır ne de bitmek tükenmek bilmeyen unvan yarışı için…
Üniversitelere akademisyen alırken kesinlikle şartlar olabildiğince zorlaştırılmalıdır. Makalesi olmayan, en azından özgün bir şeyler vermeyen, kitap yazamayan ya da üşenen, ders vermekten başka bir icraatı olmayan, derste hayat hikayesini anlatan, 70 yaşına gelmesine rağmen boş bir hayat geçiren nicelerini eleyin gitsin.
Üniversiteye ihtiyaç yok. Günümüzde mühendisten çok ara meslek elemanı ihtiyacı artıyor. Adım başı mühendis kaynıyor ama koca bir hiç. Almanya gibi ara meslek elemanına önem verilmesi gerekir. Bir fabrikaya 5 mühendis yeterken 50 tane ara meslek elemanı gerekir. Almanya’da üniversite ancak potansiyeli olanlar tarafından okunur. Kişinin yeteneğine göre bir eğitim verilmesi öncelenir. Bizde ise hep mühendis olmak doktor olmak yüceltildiği için ara meslek istenmiyor. Oysaki günümüzde mühendise değil kaliteli marangozlara hatta su tesisatçılarına daha çok ihtiyacımız var.
Bu işi severek yapacak, para için yazmayacak, aktif, dinamik, girişken, öğrencilerini düşünmeye sevk edecek kişilere ihtiyacımız var. Donuk, dogma, ruhsuz kişilere değil…
Ahmet Özkaya kimdir?
1993 yılı Kadıköy doğumludur. İlköğretim ve liseyi İstanbul’da tamamladı. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi coğrafya bölümünde bitirdikten sonra, Marmara Üniversitesi’nde Pedagojik formasyon eğitimi almıştır. Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü’nde tezli yüksek lisansa devam etmektedir. Post-Coğrafya ve İnsanın İsyanı kitaplarının yazarıdır. Ayrıca çeşitli dergilerde makaleler ve popüler bilim platformlarında yazılar yazmaktadır.