İrade- Potansiyel-İstidat
Şeyhin varlığın birliğine dair öğretileri, kişiye yaşamın tüm alanlarında etkin olabilmenin yollarını göstermektedir. Bu etkin olabilme hali kişinin varlıkla bütünleşip, hayat bulması demektir. Ortadoks sunniliğin kişiyi edilgenleştiren ihanetlerine karşı durmanın hem teorik hem de pratik yollarını bulup açmak, yani kişinin varlıkla bütünleşme hali hayatın içindeki özdeşlik halinin de pratik karşılığı olacaktır.
İhtiyar, bir mazhardan ortaya çıkan bir işi ortaya koyanı bilmektir, o işi yapıp yapmayacağını sanmak değildir. Çünkü işler Allah’ın isteğiyle ortaya çıkar, o istek de iç ve dış nedenler yüzünden aşamaların, örneklerin özü gereğidir. Bunlar birleşip toplanınca istek de gerçekleşir, isteğin gerçekleşmesi sonucu işler de olur.
Allah’ın varlığı ve iradesi zatının gerekliliğinden ibarettir.
Oysa insan dilersem yapmam sanır, bu böyle değildir. İşleri yapmak ta böyledir. İstersem yaparım sanır ki bu da yanlıştır. Öyleyse ihtiyar bir işin olup olmayacağını kavramaktır. Hayvanda birbiriyle çelişen işler görülür, onda ihtiyarın varlığını sanmak bir kuruntudur ancak. İşin doğrusu ihtiyar benden duyduğundur. Karganın çöplükte eşinmesi, geceleyin horozun ötmesi ve buna benzer işler bilgisizlerde, bu hayvanlarda ihtiyar bulunduğu sanısını uyandırır, bu doğru değildir. Aklı yetersiz kimse ister anlasın ister anlamasın, seziş( keşif) yoluyla bize verilen bilgi budur. (14)
İnsanda olan irade (ihtiyar) fiillerin, ortaya çıkan olayların, eylemlerin kaynağını bilip bilmemekle alakalı bir kavramdır. Bu bilme eylemi kişinin teslimiyetinin tarifidir, bu teslimiyet tüm fiillerin, sıfatların ve mevcudatın sahibinin tek varlık olan yüce Allah olduğunu bilerek yaşamayı gerektirir. Bu bilinçle yaşayan insan, nefsinin- içsel tutsaklıklarının ve şeytanın- dışsal etkilenmelerinin tuzaklarına düşmekten kurtulacak, kölelik zindanının kuşatmasının dışına çıkarak kurtuluşu bulacaktır. Kişinin erdemli, özgür, mutlu, huzurlu, insana yakışır bir hayat sürmeye dair irade göstermesi onu tüm sıkıntılarından kurtaracak ve ona cennetin kapılarını açacaktır. Nitekim bağımlılıklarından, bencil arzu ve ihtiraslarından, yaşama dair korku ve endişelerinden arınamamış olan kişi hayatı boyunca bu girdaptan kurtulmayacaktır.
Kelamcılar yüce Allah’ın dilediğini yaptığını söylerler. Bu sözlerden tanrı kâfirin küfrünü, zalimin zulmünü dilediği anlamı da çıkar. Dilediğini yapar demek küfrün de zulmün de onun dileğiyle oluştuğunu söylemektir. Kimileri de tanrı varlığı kendi özünü gerektirir (zatı ile vaciptir), onun varlığı, âlemin varlığından ayrıdır, ancak evrende tepkisi bulunur, dediler. Oysa bu iki yargı arasında ateşle su gibi bir ayrılık vardır. İki inanç ta köksüzdür, bilgisizlikten, anlayışsızlıktan ötürüdür. Tanrının isteği, dileği evrenin eğilimine (isti’dad’ına) göredir. “ dilediğini yapar, buyurduğunu geçerli kılar “ sözleri bir konuda ne isterse onu gerçekleştirir. İnançsızlık- Müslümanlık, zulüm-doğruluk gibi karşıtları taşta, ağaçta dilediğini ortaya çıkarır anlamına gelmez. Bundan anlaşılan şudur; Tanrı bir varlığın eğilimi neyse onu ister, onun eğilim göstermediğini istemez. Çünkü istek eğilimin özüne bağlıdır, evren bir bütün olarak özünün eğilimi gereği ortaya çıkmıştır. İstek özün eğilimine uygun düşme gereğindedir. Tanrının dileği ile nesnenin eğilimi arasında bir uyum vardır.
Allah bir şeyin her neye istidadı varsa onu diler ve işler, Allah istidadı olmayan şeyi ne diler nede işler, çünkü Allah’ın iradesi istidada uyucudur. Bütün yapılan işlerin zuhuru, yani görünmesi Allah’ın dilemesi iledir. İç ve dış bir takım sebeplerin toplanması ile meydana gelen mertebe ve suretler Allah’ın dileğinin zuhurunu gerektirir. Onun ardından da gereklik yoluyla fiiller denilen tüm işler hâsıl olur, ortaya çıkar. Bir araya toplanan sebepler ile meydana gelen her şey ilimde bilinmesinden ve bilinenlerin de imkânının bulunmasından ve Allah’ın “Tekvin” yani meydana getirme sıfatının kabul edilmesinden ibarettir. Bu sebeplerin bir araya gelmesi ile icat edilen sonuca ulaşılır. Ne zaman sebepler toplanırsa Allah’ın muradı zuhur eder. Allah yaptığı işlere mecbur değildir, sebepler bir araya gelince fiiller meydana gelir.
“…şüphesiz Allah dilediğini yapar” (Hac-18)
“…şüphesiz Allah ne dilerse onu hükmeder” (Maide-1)
“Biz bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman, ona sadece ol deriz o’da hemen oluverir.” (nahl-40)
“işte insandaki cüzi iradenin açıklaması budur, azarlanma ve takdir edilme gibi şeyler bunun üzerinde döner. Bu hal bütün hayvanlarda da vardır, yalnız onlarda işlerin icat edilmesi ve bırakılması gibi şeyler yoktur.
Bize lazım olan kazaya rıza göstermektir. Fakat günah ve suç mahiyetinde olanlara rıza lazım gelmez. Bir insanın kızgınlık halinde iken bir takım çirkin işleri istemeyerek yapması da bunun gibidir. O insanın kızgınlığı geçtikten sonra, o işlediklerinden hoşnut olmaz, pişman olur. İşte ihtiyar denen şeyin şuurdan, yani bilinçten ibaret olduğu anlaşılır. Şu halde kızgınlık halinde bilinç ve ihtiyar dediğimiz seçim yoktur. Fakat Cenab-ı Hak için gerek Celal ve gerek Cemal tecellisinde ihtiyar-seçim mevcuttur.” ( Nur-ul Arabi)
İnsan kimi zaman üzüntüye kapılır, bu üzüntünün neden dolayı olduğunu bilmez, bilse üzülmezdi. Oysa bunun bir nedeni vardır, onu gönlünde duyar, bundan dolayı üzülür. Bunu isteyerek dileyerek yapmaz. Yüce Allah daha iyi bilir. (25)
Yüce Allah’ın “onu düzene koyunca ve ona tininden-ruhundan üfürünce” demesi özel olarak bu aşamaya varınca anlamındadır. Daha açıkçası, nedenlerin maddede toplanması sonucu tin için bir takım işler başarma olanağı doğar, böylece “üfürmek” sözcüğü ile bir bağlantı kurulup bu olanak açıklanır. “üfürmek” sözcüğü günlük dildeki anlama gelmez. Burada yaşam bir birleştirme duyarlılığıdır, nitekim konuşmak, gülmekte öyledir.
Sonuç olarak insanla öteki diriler arasında varlığı oluşturan bileşim bakımından ayrılık vardır, bu ayrılık ta özde değildir. Bu öz, varlık aşamalarının her birinde özel bir nitelikte görünüş alanına çıkar. Bu da hayvan-beşer aşamasında ruh niteliğinde, insan varlığında ise konuşan öz-nefs’i natıka niteliğindedir. Bunlar birbirinden ayrı değildir, hayvan da hayvan olan öz neyse insanda da insan olan öz odur. Ayrılık sadece yetenek-potansiyel-istibdat bakımındandır. Gövdeden ayrılmayan töz işte bu yolla görünüş alanına çıkan tözdür. Bu töz görünüş alanına çıkınca bozulmaz, ancak görünüş alanına çıkan şey surettir, bozukluk surette olur, töz olduğu gibi kalır. Tözün oluşup görünüş alanında gerçekleşmesi için de kendisine bir suret (görüntü)gerekir. (32)
İşte burada sorumluluk ve insandaki ihtiyarın önemini anlıyoruz, Şeyh Bedreddin; kişinin hayvan-beşer(bedenin-nefsin arzu ve ihtirasları, güdülemesi ile yaşayan, iradesiz-cahil-müşrik) kölelik pozisyonundan sıyrılıp, konuşan öz-insan ( Yanılgılarından kurtulup aklı başına gelmiş, iradesi olan ile bütünleşmiş-Muvahhid ) Allah’a kul olma- özgürleşme mertebesine ulaşma imkânından bahseder. Bu imkân, dirilerin görünüş alanında suret (bedenlenme) ile varlığını ortaya çıkaran hakkı kavrayıp tikel varlık yanılgısından soyunması ile karşılık bulur ve emanet sahibine teslim edilmiş olur.
“Allah’ın ispat edilen sıfatları olan; Kudret– güç, İrade-isteme-dileme, İlim-bilgi, Hayat-yaşam, Semi-işitme-duyma, Basar– görme, Kelam-söyleme nitelikleri sende zahirdir, görünmektedir. Fakat sen ey insan; bunların Allah’ın olduğunu bilmezsin, sen bunları kendi cüz’i sıfatların sanır ve bu sıfatlarda kendinin Hak ile müşterek olduğuna inanırsın. Hâlbuki Cenab-ı Hak sana bu sıfatlarını kendisini tanıman için birer delil olarak emaneten ihsan etmiştir.” (Muhammed Nur’ul Arabi)
“Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: bu Allah’tandır – derler, bir kötülüğe uğrarlarsa bu, senin tarafındandır- derler. De ki hepsi Allah’tandır…
…Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da nefsindendir…” (Nisa- 78/79)
Karşılaştığımız tüm fiiller, olaylar- başımıza gelen her şey iyisiyle- kötüsüyle Allah’tandır. Görünen ve görünmeyen şeylerin tamamı hangi suret ile suretlenmiş olursa olsun hangi sıfat ile tanımlanırsa tanımlansın Allah’tan ayrı değildir. Allah’tan başka hiçbir mevcut yoktur. Bu gerçekliği görmezden gelmek hakikate perde olan nefsin zindanında tutsak kalmaktır. Tek mevcut olan yüce Allah zahire çıkışında belirdiği kişiliğiyle uyum içerisindedir. Bu uyuma dair yaklaşımdaki kavrayış ihtiyardır.
Bize düşen bir ipucu göstermek, dostlara düşende çalışmaktır. Sonsuz olan gönül evreni, dönemine göre bir yüz gösterir, aceleye gerek yok. Her yemişin bir çağı vardır, ancak iyice çalışmak, boş oturmamak gerekir. (33)
Zamanın ruhuna vurgu yapan şeyh, bu hakikatlerin anlaşılması ve açığa çıkmasının dönemsel olarak dil, yöntem, üslup vb. boyutlarıyla değişim gösterebileceğini ifade ederek şartların bir araya toplanacağı günde meyveye duracağını faydalı sonuçlarını vereceğini söylüyor. Sonsuzluk evreninde aceleye gerek yoktur. Bu hakikatleri kavrayan dostlar, ezeli ve ebedi olan varlığının farkındalığı ile umutsuzluğa düşmeden sabırla çalışıp çabalamalıdır.
Şeyhin varlığın birliğine dair öğretileri, kişiye yaşamın tüm alanlarında etkin olabilmenin yollarını göstermektedir. Bu etkin olabilme hali kişinin varlıkla bütünleşip, hayat bulması demektir. Ortadoks sunniliğin kişiyi edilgenleştiren ihanetlerine karşı durmanın hem teorik hem de pratik yollarını bulup açmak, yani kişinin varlıkla bütünleşme hali hayatın içindeki özdeşlik halinin de pratik karşılığı olacaktır.
Adların, niteliklerin, işlerin yeteneklere bağlı olduğunu, yetenekler olmayınca bun larında olmayacağını, yazgı sırrının buna dayalı olduğunu bilesin… (53)
Evrende güzel ve çirkin bir yanı bulunmayan bir nesne yoktur. Yüce Allah, insana yaptırmak istediği için o işin güzel yanını gösterir, insan da o işi yapar. Yine Allah, yaptırmak istemediği işin güzel olmayan yanını gösterir insan da o işi yapmaz. Durum olgunluk yollarında da, yolların nedenleri konusunda da böyledir. Allah, olgunluk aşamasına çıkarmak istediği kimseye oraya varan güzel yolları, nedenleri gösterir, kişi bunları yapar, karşıtlarını, iyi olmayanları, kötülükleri gösterir böylece kişi bunları yapmaktan sakınır ve dilediği yüce hedefe ulaşır. Örneğin Allah’ın adını sürekli anmak olgunluk aşamalarının nedenlerindendir, yüce Allah olgunluk aşamasına ulaştırmak istediği kişiye bu eylemin güzel yollarını gösterir, sevdirir, anmamanın kötülüğünü de gösterir ki kişi bu güzel olan eyleme meyleder. Dünya tutkularından, mülk edinme düşkünlüğünden, güç ve iktidar arzusundan sıyrılmak gibi başka olaylarda böyledir. Her olayda iki yönün bulunması şaşılacak bir durum değildir, çünkü Tanrının gücü her şeye yeter. Bunda da önemli bir neden var demektir. Evrende bulunan her kırıntıda karşıtlar toplu olarak vardır. Çünkü Tanrı cemal ve celal nitelikleriyle görünüş alanına çıkar. Her varlıkta görünen de odur, var olan da odur. Onda bütün niteliklerin izi vardır, suçlarla aşağılık işler de böyledir. (106)