Saddam Hüseyin, Kürt Köylerinin bombalanışının bir yıldönümünde, bir devlet töreninde Kürt üniforması giymekte….” Thomas H. Eriksen’nin “Kültür Terörizmi” adlı kitabını okuyor olmam ile Türkçe Olimpiyatlarının Bingöl’deki gösterimi aynı zamana denk gelince, Türkçe Olimpiyatlarına dair yapılacak en uygun tanımlamanın “Kültür Terörizmi” olacağına kanaat getirdim.
Biliyorum, birçoğunuz yine kızacaksınız, beni hakzılık ile itham edeceksiniz ama Türkçe Olimpiyatlarının Kürtlerin yaşadığı yerde yapılması ile Saddam Hüseyin’in Kürt köylerinin bombalanışının yıldönümünde Kürt ünifrorması giymesi arasında temel anlayış olarak çok fazla bir fark yok.
Üstelik son olarak Türkçe Olimpiyatları yapılan Bingöl’de konuşulan Zazaca’nın, yıllardır süregelen bir anlayış ile yok olma sürecini yaşadığı bu zaman diliminde, Türkçenin yüceliğini, bizlere nispet yaparcasına ve bizlerle alay edercesine, bizim yerel kıyafetlerimizle gözümüze sokmanız Kültür Terörizmi ile birlikte faşiszm’in en açık örneğidir.
Türkiye Cumhuriyeti, 80 yıldır bütün enstrümanları ile Kürtlerin ve Türk olmayan diğer bütün ötekilerin kültürünü asimile etmek için her türlü yolu denedikten sonra bugün bu işlevini Türkçe Olimpiyatları ve Şefkat Tepe gibi diziler ile sürdürmesi, ahlaki ve insani olmadığı gibi aynı zamanda bir Kültür Terörizmi’dir.
Bunu yaparken Ahlakı, İmanı ve İslam’ı araç olarak kullanması, utanmanın unutulması, vicdanın vicdansızlaşması ve ahlakın ahlaksızlaşmasından başka bir şey olamaz.
Şefkat Tepe ve benzer dizilerde gördüğümüz şey, Kürtler arasında sınıfsal bir ayrım yapmadan, kendi dünyanızı baz alarak, Kürtlerin, iyi Kürtler ve kötü Kürtler diye bir ayrıma tabi tutulması Kültür Terörizmin bir başka örneğini oluşturmaktadır.
Köyün en güzel kızının çok iyi Türkçe konuşması ve Komutanın sevigilisi rölünü alması da ayrı bir devaju.
Afrikadan getirdiğiniz ve toplam cüssesinin ağırlığı 5 kilo olmayan bir çocuğun İstiklal Marşını ezbere okumasını izlerken vicdanınız nasıl sızlamıyor, bununla ruhunuzda nasıl tatmin yaşayabilir ve nasıl gurur duyulabilirsiniz gerçekten anlamış değilim.
Üstelik Bediüzzaman ile evrensel bir nitelik değer kazanan Nur misyonunun bu şekilde ulusal bir hale gelmesi de üzüntü verici.
Şunu da merak etmiyor değilim; Bütün dünya Türkçe konuşunca, Türkler, nasıl bir ruh tatmini yaşayacak merak ediyorum doğrusu.
Türkçe Olimpiyatları aynı zamanda Gülen Hareketi’nin temelini oluşturan İslami anlayıştan ekonomik anlayışa ve milliyetçiliğe evrilmesidir. Dindar Türklerin içinde bulundukları bu milliyetçilik çıkmazını sorgulaması zaruretinin de bir göstergesidir ayrıca.
Zazaca’nın, Kurmanci’nin ve diğer dillerin durumu ortadayken, Başbakanlıktan ayrılan özel bütçe ile bu ve buna benzer organizasyonların yapılmasını toplumsal eşitliğin ruhuna aykırı buluyor ve asla kabul edilir bulmuyorum.
Biliyorum bu yapılanların hesabını bu dünya da sormak gibi bir gücüm ve kudretim yok. Onun için tüyü bitmemiş yetimin hakkı ile yaptığınız bunca şovenist hastalıklı şovlarınızı alkışlayanları ve size bunun hesabını sormak için ağzınıza pelesenk ettiğiniz mahkeme-i kübra da bekliyor olacağım
Türkçe Olimpiyalarına dair çok sözüm var ama ben bunlar ile yetineceğim şimdilik.
TAKSİM…
Taksim konusunda sergilediğim tutumdan dolayı yoğun bir eleştiri alıyorum. Hatta birçok eleştiri haddi aşarak, bütün İslami enstrümanları kendi tekellerine almışlar gibi safımı belli edip tövbe etme davetine kadar vardı.
Öncelikle şunu açıkça ortaya koymamız gerekiyor; Taksimde yaşananlar, bir Müslüman ve gayri Müslüman çatışması değildir.
Taksim de yaşananlar, Hükümet ve hükümetin uygulamarından rahatsız olan toplumun bir kesimin çatışmadır.
Bu olayı değerlendirirken herkesin kendi siyasal çizgisiden yaklaşması kabul edilebilir bir gerçek ama olaya İslami bir yaklaşımla yaklaşıp toplumu dindar ve dinsiz diye kutuplaşamaya götürülmesi asla kabul edilemez.
Toplumu yaşanan gerçeklikten uzaklaştırmak adına bilgi kirliği yapıp sözlerine başlarken “efenim ilk 3 gün haklıydılar” ama deyip sonrasında uzun ve anlamsız cümleler kuranları samimiyetsiz buluyorum.
Üç günden sonra ki tavırlar karşısında haklı olmak istiyorsanız, ilk üç günkü haklı gördüğünüz talepleri yerine getirin o zaman sizinle birlikte sonrasını konuşalım.
Onun dışında kimse kusura bakmasın, haksızlık üzerine kurmaya çalıştığınız haklı dünyanıza boşuna ortak aramayın, insani ve İslami olmayan bu anlayış karşısında sadece güçlü ve müktedir olduğunuzdan dalayı sizinle böyle bir ortaklık kuramayız.
Unutmayın genel anlamda bu insanlar (marjinal grupları bu haklılığı değersiz kılmaz) bir ekmek talebi, çıkar veya sınıf çatışması için değil tamamen kendi yaşam alanları ile ilgili haklı ve insanı taleplerini dile getiriyorlar.
Sizin sonradan olayı marjinal hale getirip toplumsal kutuplaşmaya dönüştürmeniz de bu haklılığı değerleri değersiz kılmaz.
Yıllardır bu ülkenin etrafı üç deniz ve dört düşmanla çevrili deyip yaratılan paranoyalar bitmemişken şimdi ise kendinizin bile inanmadığınız faiz lobisi gibi sanal düşmanlar yaratmanızı tarihe havale ediyrum.
Maden bu düşmanlar 10 yıldır üç ağacın kesilmesini bekliyordu ve siz de bunları biliyorsunuz, o zaman haklı talepleri için meydanlara çıkan bu insanların taleplerini karşılayın o sözünüzü ettiğiniz düşmanlarımızda avuçlarını yalasınlar.
Bu yapamazsınız çünkü sanal düşmanlarla yaratacağınız bu kutuplaşma ile %50 oy oranızı koruyacağınızı çok iyi biliyorsunuz. Sorunların, kutuplaşmanın bittiği ve sorgulanmanın başladığı bir zeminde bu oy oranını alamayacağınızı sizinle birlikte hepimiz çok iyi biliyoruz.
Sözün kısası, günlerdir taksimde ve diğer illerde eylem yapan bu topluluğun; Topçu Kışlası, 3.köprüye Yavuz isminin verilmesi ve Gezi Parkına dair talepleri haklı görüyorum ve onları kendilerini ifade etmeleri için her türlü desteği sunmaktan çekinmediğimi tekrar ifade ediyorum.
Aynı zaman da ülkenin her tarafına yayılan polis terörünü ve şiddetle kınıyorum. Şunu da unutmamak gerekiyor; Geçmişte bugünkü iktidar mensuplarını beyoğlunda karakollarda sabaha kadar işkence yapan yine bu polislerdir.
Dolayısıyla kurumlar kimsenin yari değil sadece iktidarın yaridir. Bu vesileyle kurumların demokratikleşmesi ve hukukun tarafsız ve bağımsız hale gelmesi, kurumların her dönem de ve herkes için eşit hale gelmesi için yeniden kendimizi sorgulamamız gerekiyor.
Evet, bu insanların çoğu ile kültürel, siyasi, psikolojik, etnik, inançsal ve sosyolojik ortak bir noktam yok ama bu ortak noktalarımızın olmayışı bu insanların haklı taleplerini görmezden gelmeme asla sebep olamaz.
Sayın Başbakanımızın da yurdışındaki tıplantılarında sık sık dile getirdiği Voltaire’in “Düşüncelerinize karşıyım ancak onları savunma hakkınızı korumak için ölmeye hazırım” sözü ile hepinizi selamlıyorum.
M.Fatih Çiçek
Ufkumuz.com