ABD’de başlayan gösteriler Avrupa’ya yayılıyor. Halkın sokağa çıkarak bir şey elde edebileceğine inanmayanlar her türlü toplumsal muhalefeti “Batı oyunu” olarak yorumlamayı tercih ediyorlar. Acaba batıda gerçekleşen eylemleri kimin oyunundan ibaret görecekler.
Bizde Tahrir olmaz çünkü, seçim var, siyasi partiler var, meclis var diyenler ABD’de başlayan gösterilerde “gerçek demokrasi” talebini nereye oturtacaklar. İngiltere’de meclis altı yüz yıldır var, ABD için de onun yarısına yakın bir tarihten söz edebilirsiniz. Demek ki demokrasi bunlardan ibaret değilmiş. Birde ezilen, sömürülen halkın kandırılıp, oyalanması gerekiyor. Parlamentolar, seçimler, partiler bu işlevi göremez hale gelince, yani halk demokratik kurum ve işleyişe müdahale edince sihir bozuluyor.
Demokrasi oyunu güçlünün haklı gibi gözükmeyi becerme sanatına dönüşünce kriz kaçınılmaz hale geliyor.
Batı’da temsili demokrasi krizinin gelip dayandığı noktayı şimdilik bir kenara bırakalım.
Türkiye siyasetinde de temel sorunlarla ilgili yaklaşım bunun kötü bir örneğini yansıtmaktadır. Anayasa yapım sürecinin Kürt sorununun çözümüne katkı sunma imkanlarını bir parça irdelemeye çalışalım.
Terörle mücadele kapsamında siyasal kadroların tutuklanması süreci son sürat devam ederken, Blok milletvekillerinin anayasa sürecine katkı sunma çabaları uzun süre mümkün olabilir mi ? Yerel yöneticisi kalmamış bir partinin mecliste temsili demokratik çözüm kanallarında ısrar biçiminde yorumlanabilir mi ?
Pek mümkün gözükmemekle birlikte diyelim ki bu anayasa sürecinin sonunda daha iyi bir metinde uzlaşma sağlanmış olsun. Bu pratikte ne tür olumlu sonuçlar doğuracak ve gerçek hayata nasıl, ne zaman ve ne ölçüde yansıyacak ?
Artık herkes çok iyi bilmeli ki Türk siyasetinin Kürt sorununun siyasal çözümüne yönelik iki alternatifi bulunmaktadır. Ya muhatapsız demokratikleşme ya da tasfiye amaçlı müzakere.
Bu yaklaşım anayasa hazırlık sürecine de aynen yansıyacaktır. BDP sürecin içinde tutulabildiği taktirde içerik de en aza razı etme, yok tersi söz konusu olur ve BDP’siz yola devam edilirse biraz daha fazlasını vermeyi göze alarak, büyük tepkileri ve kopuşu durdurmaya çalışma.
Hatırlayacağınızı sandığım bir telefon firmasının reklam fragmanında ki “sen mi kurtaracaksın memleketi selo” sloganı Türkiye sivil toplum ve siyaset dünyasının ruh halini çok iyi yansıtıyor. Yüce meclisin anayasa yapımına katkıda bulunmak için can atan bir demokrasi cephesinden söz edebiliriz. Sendikalar, insan hakları savunucuları meclis üzerinde toplumsal baskı kurarak demokratik anayasa hazırlığına katkı sunmak, sürece böylece müdahil olmaya çalışmak yerine meclise akıl verme yolunu tercih ediyorlar. Elbette lobi yöntemi de hafife alınmamalıdır. Ama üzerinde özgürlükler lehinde etkin bir toplumsal baskı hissetmeyen iktidarların egemenliğini neden paylaşmayı tercih edeceğini izah etmek son derece güçtür. Mevcut meclisin, henüz küçük bir iç tüzük değişikliğini beceremeyip, vekillerin kıyafet özgürlüğünü sağlayamadığını bile kimse görmek istemiyor.
Toplumsal zeminde özgürlük mücadelesini örmek çoğuna zor, zahmetli hatta imkansız bir iş gibi gözüküyor. Herkes parlamentoya danışma hizmeti sunarak demokratikleşme sürecini kolay yoldan tamamlamayı tercih ediyor.
Batı dünyası, temsili demokrasiye dayalı meclis, partiler ve seçim mekanizmalarının anlamını yitirmeye başladığı bir döneme giriyor. Bu kanallar artık temel krizleri çözmeye yetmiyor.
Benzer bir sürecin bize yansıması, Osmanlıya matbaanın geç girişi gibi bir hikayeye benziyor. El yazmasından geçinenlerin matbaayı kafir icadı ilan edip direnç göstermesi gibi, siyaseti meslek edinen profesyoneller de doğrudan demokrasi tartışmalarını hayali, fantastik buluyorlar.
Yeni anayasayı ancak kurucu iradeyi yansıtacak bir meclisin yapabileceğini anladığımızda, oldukça geç ve iş işten geçmiş olacak. Dahası, anayasa meclisini tutarlı,kararlı ve ısrarlı savunmanın, anayasa tartışmalarının içeriğini tartışmaktan daha hayati olduğunu fark ettiğimizde Türkiye’nin en az bir yılı daha havanda su dövülerek tüketilmiş olacak.