Suriye iki türlü izolasyonla karşı karşıya. İlki Arap ülkeleri cenahında, diğeri ise uluslararası arenada olan bir izolasyon söz konusu. Suriye’ye karşı, bu iki cihetten, boğucu bir ekonomik abluka uygulanmaktadır. Halk intifadasını son on aydır kanlı güvenlik çözümü ile bastırmaya çalışan devlet ne yazık ki başarısız oldu. Tabi kesin olan bir diğer nokta ise muhaliflerinin durumlarının da günlük gülistanlık olmadığı. Bu durum yönetimi biraz olsun rahatlatmaktadır. (Gevşemesini sağlayan demiyoruz çünkü; yönetimin değişmesi hedefleri devam etmekte ve belki yeni yılda daha da artacaktır.)
Suriye’de demokratik bir değişimin olması için çabalayan Arap Birliği , Suriye Yönetimi’nin gözlemciler hususunda kendi şartlarını Arap Birliği’ne dayattığı için kafası karışmış durumda. Arap Birliği Suriye’nin protokol değişikliği taleplerini kabul etmesi, gözlemcilerin işlevlerinin içeriğini yine Suriye’nin dayatmalarıyla değiştirmesi sebebiyle, bir yandan içeride ve dışarıdaki protestocular Arap Birliğime lanet okudular. Diğer taraftan Suriye yönetimi ise, Arap Birliği ve gözlemcilerine karşı güvensizlik ve şüpheyle yaklaşmaktadır.
Arap Dışişleri Bakanları, gözlemcileri Truva atı mesabesine koyarak, Suriye Yönetimi kalesini içten fethedeceğini, itiraz ve manevra surlarını yıkacağını hedeflemekteydi. Ama, gözlemciler Şam’ ulaştıktan sonra Suriye hakkında uydu kanallarında çıkan tablolardan farklılık gösteren tablolar sunmaya başladılar. Bundan dolayı gözlemci heyet hakkında şüphelenilmeye başlandı.
Gönderilen heyetin başkanı Sudanlı Ali Dabi’nin geçmişi tarandı. Kendisinin Darfur halkına karşı insan hakları ihlalinde bulunduğu, General Ömer Beşir’in komutanlığını yaptığı Sudan’ı Kurtarma Devrimi’ne katıldığını kaydedildi.
General Ali Dabi İsveçli değil. Kendisi bir çok Arap arkadaşı ve meslektaşı gibi yönetimleri askeri darbelerle ele geçiren kurumlara intisap etmektedir. Sonra, kendisi ne Amerika ne de Birleşmiş Millet’ler tarafından seçilmişti. Kendisi Arap Birliği’ne bağlı Dışişleri Bakanlığı Komisyonu tarafından ve Suriye konusunda uzmanlar tarafından seçildi. Seçim yüzde yüz Arap tercihiydi. Eğer bu tercih yanlış bir tercih ise bu ne adamın, ne de devletinin kabahatidir. Bilakis kabahat bu görev için kendisini seçenlerindir.
Gözlemci heyet Humus’a, Hama’ya ve Suriye’de bulunan bir çok sıcak noktaya gitti. Vatandaşlarla ya da kendileriyle buluşulmaya izin verilen kişilerle bir araya geldiler. O halde neden heyet başkanı daha henüz görevinin başına getirildiği anda saldırılara maruz kalmaktadır.
Mantık “Heyetin gezilerini tamamlaması için kesinlikle bitmesini ve Arap Dışişleri Bakanlarına raporların sunulması gerektiğini bildirmektedir.” demekte. Daha sonra meselenin adil olduğu ya da olmadığı hususunda karar verilebilir. Bir şeyleri önceden tahmin etmeye kalkışmak, acele hüküm verilmesi ve erken hüküm vermek hatta heyetin çekilmesini istemek kesinlikle doğru bir üslup değildir.
Biz ve bizim dışımızda bir çok kişi Suriye’nin gözlemci ve medya mensuplarının ülkedeki olayları yakından takip etmesine izin vermediği hususunda yazdı. Yönetimin uzatmalarının, yan çizmelerinin ardından, heyet Suriye’ye gittiğinde, özellikle içerideki muhalifler bu heyetin görevinin hakikatleri ortaya çıkarmak değil de yönetimi devirmek ve halkı yönetimin baskı ve zulmünden korumak olarak algıladılar. Çoğu emekli olan ve sayısı altmışı geçmeyen bu insanlar, nasıl onları koruyup yönetimi devirebilirdi ki?!
Açıkçası Arap Birliği resmi yönetimi ve özellikle eski takım, Suriye halkına ve intifadasına karşı çok büyük bir suç işledi. Suriyeliler artık yönetimden kurtulacaklarının yakın olduğunu temenni ederken, tahminleri boşa gitti ve güvendiklere dağlara kar yağdı. Hayal ettikleri o koca dağ yok oldu ve yerine şuan var ve yok arası bir şey konumunda olan “Sefil Gözlemci Grup” adında bir fare geldi.
Komşu ülke Türkiye konumu ve nüfuz alanı sebebiyle Suriye meselesinde en etkin ülke durumunda. Halep başta olmak üzere Suriye’nin bazı bölgelerinde etkin. Türkiye son zamanlarda suskunluğu ve onun faydalarını idrak etmiş durumda. Türkiye Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun coşkusunu, yılmaksızın Arap Dışişleri Bakanları toplantılarına katılımını yakından takip edenler, Suriye’de rejimin devrilmesinin bırakın 9 ayı 9 hafta bile sürmeyeceği intibasına kapılmıştı.
Suriye yönetiminde hala çözülme yaşanmadı. Katar Prensesi Şeyha Moza’nın başkanlığındaki Qatar Foundation’un yaptığı araştırmalara göre Suriye yönetimini içeride destekleyenlerin sayısı % 55′i geçmektedir. ( Bu verinin yönetim tarafından uydurulduğu düşünülmemesi için özellikle kaynak belirtildi.)
Suriye muhalefeti saflarında ciddi bir ayrışma söz konusu. Muhalefetin en belirgin iki tarafı olan Ulusal konsey ve Ulusal Koordinasyon’un uzlaşıp anlaşma imzası atmasının üzerinden 24 saat geçmeden bir yandan iki taraf arasında ihtilaf çıkarken, diğer yandan “yabancı müdahale” hususunda çok farklı bakış açılarına sahip olmalarından dolayı Ulusal Konsey’in kendi arasında ciddi ayrılıklar çıktı.
Ulusal Konsey’de bir grup, metinde bulunan “dış müdahalenin reddedilmesi” ile ilgili maddeyi kabul etmemekte ve Libya senaryosunun Suriye’de de gerçekleşmesini arzulamaktalar.
Uzlaşı anlaşmasını imzalayan Ulusal Konsey Başkanı Burhan Galyun, NATO’nun dış müdahalede bulunma ihtimaline karşı muhalif bir tutum takınmasıyla şerefli bir tercih yaptı. Kendisi bir yandan yabancı müdahalenin Suriye’nin geleceğini ne kadar tehlike altına sokacağını , diğer yandan ise Libya ve Suriye’nin asla kıyaslanamayacak iki farklı model olduğunu anlamasının ardından böyle bir tutum sergiledi. Burhan Galyun bu kararının ardından kendisine çok sert eleştiriler getiren Konsey’deki arkadaşları ve ortakları, bu kararın aslında Suriye meselesini yakın takip eden Arap Dışişleri Bakanları tarafından alındığını unutuyorlar.
Suriye halkı Birleşmiş Milletlerin yeni oyununun kurbanıdır ve bunun ağır bedelini kanı, güvenliği ve istikrarı ile ödeyecek. Suriye halkı bölgedeki en büyük baskı mekanizmasına karşı aylarca direndi. Onuru, hürriyeti için 5000 kadar şehit verdi ve hala vermeye devam ediyor.
Bu halk ne yönetim tarafından, ne yönetimin dostları olan Araplar, ne de komşu Türkler tarafından kendilerine karşı bu kötü muameleyi asla hak etmiyor. Türkler, Suriye yönetiminin kendilerine Kürt ayaklanması kartını çıkarması, 30′a yakın Türk malına gümrük vergisi koyması, serbest ticaret anlaşmalarını fes etmesi, ve iki ülke arasında ekonomik serbestiliği iptal etmesinin ardından geri adım attılar.
Suriye yönetimi bu zaferlerin ardından çok derin bir mutluluk yaşıyor. Ama bu zaferlerin hepsi geçici ve kısa vadeli. Boğucu abluka acı meyvelerini vermeye başladı. Sadece Suriye içinde değil, en büyük destekçi ve komşu İran da bundan payını aldı. Başkan Obama İran Merkez Bankası’na uygulanan yaptırımları imzaladı. Hangi devlet ya da şirket İran’la iş birliği yaparsa cezalandırılacak. Buna paralel olarak Avrupa’nın da İran’dan petrol ithal edilmesini yasaklaması tahmin ediliyor. Bunların hepsi bir savaş mesabesinde. Irak halkını 13 seneden daha fazla aç kalmasına sebep olan Irak senaryosunun tekrarı diyebiliriz.
İşin üzücü tarafı, kanlı güvenlik çözümünü destekleyenler krizin artık bitme noktasına geldiğini iddia etmesi. Artık gösteriler sadece Humus şehri ile sınırlı kalmaya başladı. Bundan dolayı öldürme yöntemine devam etmeleri ve yakın zamanda hiç bir reformu gerçekleştirilmemesi gerektiği kanısındalar. Bu çıkarım çok sığ olmakla beraber çok yıkıcı bir çıkarım. Ne içerideki ne de dışarıdaki şartların iyi değerlendirilmeden yapılmasıyla varılmış bir çıkarım.
Arap Birliği, uzlaşı ve gözlemci protokol vesilesiyle Suriye yönetimine can simidini uzattı. Bu uzlaşı muhaliflerin çoğunu kızdırdı. Çünkü hayal ettikleri gibi Arap Birliği yönetimin düşmesi değil de, diyalog, akıtılan kanların durması, sokaklardan tankların çekilmesi, tutukların serbest bırakılmasını talep etti. Yönetimin bu talepleri yerine getirmemesi krizin uluslararası arenaya çekilmesine sebep olabilir. Bu da Suriye yönetiminin düşmesini isteyen ülkelerin, yönetimin başarı elde etmesinin ileride doğuracağı sonuçlardan korkarak, yönetimin düşmesini sağlamasına sebep olabilir. Aynı zamanda yönetimi istemeyen ülkeler kendisini patlatmaya hazır olan cemaat ve gruplara para ve silah yardımında bulunup, ülkenin yıllarca hatta on yıllarca istikrarını sarsacak bir mezhep savaşı yaratabilir.
Duygusal ve ateşli sözlerden uzak durup, mantığımızla yazıyoruz. Çünkü biz Suriye’yi seviyoruz ve ülkenin kan gölüne dönmesini istemiyoruz. Arap ve İslam tarihinde çok şerefli bir rol sahibi olan bu halkın yönetim tarafından uğratıldığı zillet ve aşağılamayı unutmamız ya da unutmuş gibi gözükmemiz mümkün değildir. Bu zilleti sadece durdurmakla yetinilmemeli, onlarca yıldır bu zilleti kolayca yaşatanlar hesaba çekilmelidir.
Kanlı, mezhepsel ve bölgesel bir savaş için seçilmiş bir bölgedeyiz. Suriye bu savaşın kalbi yani merkezi ya da sadece bir bölümün ekseni olabilir. Yönetim dış komplolardan bahsediyor. O halde, kendisi bununla yüzleşmek için girişimlerde bulunabilir ve Suriye halkı için yönetimden feragat edebilir. Ama yönetim sessizce diğer şıkka tutunmaktadır. Maalesef yönetimin ortaya attığı tek girişim öldürmek daha çok öldürmekten başka bir şey değildir.
*Al Qods Al Arabi Gazetesi’nin başyazarı
**Abdulbari Atvan’ın “Suriye Halkı, Rejim Ve Arap Birliği’nin Kurbanı” başlıklı yazısı, Ümit Yıldırım tarafından israhaber için tercüme edildi.