Tarihi okumak için çeşitli paradigmalardan yararlanmak mümkündür. Marx, tarihi sınıf savaşından ibaret görür. Ali Şeriati, Marksist tarih görüşünü benimser ve onun önemini vurgular. Çünkü tarihe baktığımızda iki sınıf karşımıza çıkar: İktidarı ellerinde bulunduranlar yani yönetenler. İyi ve kötünün birbirine olan zıtlığı gibi birde bunun tam zıttın da yer alan yönetilenler. Tarihi bu perspektiften okuduğumuzda göreceğimiz en önemli olgu ekonomiden başka bir şey olmayacaktır. Burada asıl amaç ise güce ulaşmaktır. Ekonomi ise bu güce ulaşmak için en etkili bir aracı olmaktadır. Şeriati’nin niçin bir Müslüman olarak Marksist tarihe önem verdiği burada ortaya çıkar. Çünkü o, Kur’an’a baktığında gördüğü şey güç eleştirisidir. Kur’an’da anlatılan kıssaları teolojik meseleler açısından yorumlarsak işin içinden çıkılamayacağının farkındadır. Kıssaların en çok vurguladığı hususlardan biriside, güç ve ona ulaşmak için en güçlü aracı olan ekonomidir.
Kur’an’da 1400 yıl önce insanı sarsıcı bir ayet var: “Biz yeryüzünde ezilenleri önderler yapmak istiyoruz” Kur’an’a bakıldığında iki sınıf ağırlıklı olarak yer alır. Ezenler ve ezilenler. Kur’an’ın ezilenlerin tarafında yer aldığı açıkça ortadadır. Marx’tan önce de, Kur’an kıssaları tarihi ekonomik açıdan okuduğu için önceliği ekonomidir. Güç sadece ekonomik açıya indirgenemez. Nitekim günümüz sosyal bilimlerinde Marksizm bu açıdan indirgemecilikle eleştirilir. Ancak tarihte gördüğümüz gerçeklik ekonomik savaşımla elde edilen güçten başka bir şey olmadığı gibi, günümüzde de değişen bir değişiklik yok. Paran varsa yükseklere çıkarsın; yoksa aşağılara iner ve ezilirsin. Bu açıdan Kur’an ve Marksizm arasında teolojik meseleler dışında çok bir fark görmüyorum. Kur’an cennet der, Marksizm ise komünizm der. Kur’an yoksul, darda kalan, yetim, kimsesiz ve sokaklarda yaşayan ifadelerini kullanırken, Marksizm’de bu proleterya olur. Kur’an garip gurabaların yanında yer aldığını açıkça söylerken Marksizm proleteryanın yanındadır. En nihayetinde Kur’an’ın nihai hedefi sınıfsız toplumdur. “Tanrı’dan başka ilah yoktur” demekte bunun sloganıdır. Tek otorite ancak insanı aşkın bir güç olan Allah’tır. Ve Allah ezilenin yanındadır. Marksizm’de bireyselcilikten ziyade kolektiflik önemlidir. Ekonomik determinizmde insanın dışında seyreden bir güçtür. Tıpkı Allah nasıl insan için nihai hedef olarak yeryüzünde bir cennet kurmak istiyorsa, ekonomik determinizmde yeryüzünde cennete götürecek bireyi aşkın bir güç olmaktadır.
Kur’an şöyle der: “Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını, isteyenler, ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye takdir etti.” İnsanlar doğada yaşarlarken mal ve mülk sorunları yoktu. Ne zaman ki yerleşik hayata geçtiklerinde şeytan yani insanın içindeki kötülük baskın gelerek sınır, sınıf, ezen ve ezileni ortaya çıkardı. Kur’an buna din dilinde bu eşitsizliklerin kökenini anlatmak için şeytan der. Doğada insanlar sınırsız ve sınıfsız bir cennette yaşarken, kötülüğün yerleşik hayatla ortaya çıkması, günümüze kadar gelen en büyük sorunumuz olan ekonomik eşitsizliklerin temelin, ortaya çıkarttı. Kur’an’ın şeytan dediği kötülüğe; Marksizm, kapitalizm diyecektir. Bir tarafta gökdelenler ve AVM’ler, diğer taraftan sokakta kâğıt toplayan ve henüz 18 yaşına varmamış olan ergen bir genç ya da Kur’an’ın ifadesiyle kimsesizleri görünce şeytan veya kapitalizme karşı savaşmak aynı zamanda iyiliğin yani cennetin, kötülüğe yani cehenneme karşı savaşı olmaktadır.
Kur’an insanın doğasının güce meyilli olduğunu bildiği için sarp yokuşu aşamayanlardan bahsetmektedir. Çünkü o sarp yokuşu aşmak güce değil, ezilenin yanında yer almayı gerektir Bir devrim niteliğinde olan Beled suresinde ayetler şunlardır:
6-“Yığınla mal harcadım” diyor.
- Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?
8,9,10. Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu göstermedik mi?
- Fakat o, sarp yokuşa atılmadı.
- Sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin?
- Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır.
14,15,16. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu yardım etmektir.
Bu dünyada ezilenlerin yanında yer almak bakımından bizimle bir Marksist arasında ince bir çizgi vardır: Pratik ve praksise bakmalıyız. Teolojik konularda anlaşamayabiliriz. Nasıl ki renkler çeşit çeşitse, farklı farklı milletler varsa, farklı fikirlerin olması da son derece doğaldır. Biz bunları Kur’an ifadesiyle zenginlik olarak görürüz. Teolojik konuları yine tartışalım ama topu taca atmadan, ana konuyu ıskalamadan. Ana konu ise bizzat praksis ile ilgilidir. Öyleyse önce bu sorunların çözümü gerçekleşmeden yapılan her tartışma boşa kürek çekmekten öteye geçmez. Halk nazarında oyalama taktiğinden öteye geçmez. Afyonlaştırarak uyuşturur, oyalar.
Kur’an’ı okurken bir kutsal kitap gibi değil, herhangi bir kitap gibi okumak afyonlaştırıcı etkiden bizi kurtaracaktır. Çünkü kutsal olarak bakılan bir anlayış içerisinde tabii olarak afyonlaşmış olursunuz. Müslümanlar olarak pratiğe ve praksise gelmek mi istiyorsunuz? Kur’an’ı sosyal tefsir etmelisiniz. İşte pratik ve praksisin çözümü buradadır.