Kürt sorununun çözümsüzlüğü dahil temel sıkıntıların giderilememesinin nedenlerini siyasette aramak zorundayız. Siyaset üzerindeki baskı ve vesayet kurumlarını tartışmak yada toplumun çözüme hazır olmadığı gerekçesinin arkasına sığınmak artık anlamını yitirmiştir. Türkiye toplumunun barış içinde ve insani koşullarda yaşayamıyor olmasının hesabının sorulacağı adres siyasettir.
Toplumun diğer parçaları nasılsa siyasetçide öyledir diyerek, işi sulandırmadan siyasetin üstlendiği rolün gereğini ele almalıyız. Sivil toplum, medya, toplumsal örgütler, aydınlar elbette bugün içinde bulunulan durumun suç ortağıdır. Ama onların sorumluluğunu doğru tanımlamak gerekir. Toplumsal beklentiyi doğru yansıtmak ve siyaset ile ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtmak açısından bir kapasite sorunu yaşandığı ortadadır. Bu yapısal durumun nelerden beslendiği, hangi örgütsel zaaflara dayandığı ayrıntısı ile ele alınmalıdır.
İktidara yönelik itirazı sadece konumlandığı pozisyonuna endeksli bir muhalefetin toplumsal güveni tesis etmesi düşünülemez. İktidar dinamikleri ile baş başa kaldığında kullandığı dil ile sokakta kullanılan dil bir biri ile taban tabana zıt hale gelmişse o ülkede bir muhalefet bunalımının olması kaçınılmazdır. Topluma yönelik siyaseti gerilim üzerinden yürütüp, iktidar aktörleri ile kapalı kapılar ardında uzlaşma arama eğilimi bu bunalımın en önemli sebebidir.
İktidarın gücünü muhalefetin zayıflığında arayan analizler bizzat toplum tarafından yapılırken muhalefet siyasetinin bunun farkında olmaması düşünülemez. Yani mevcut siyaset tarzı bizzat muhalefet aktörlerince içselleştirilmiş, normal görülmeye başlanmıştır.
Toplumsal örgütlenmenin politik zemini yeniden inşa edilmedikçe bu hastalıklı yapının aşılması söz konusu olamaz. Bugünkü ilişki tarzına kodlanmış davranışlarla yeni bir siyaset dinamiği kurgulanamaz.
Yaz aylarında yaşayacağımız hızlı gelişmeleri toplum lehine yönlendirecek bir muhalefet dinamiği oluşturulamazsa Türkiye tarihi fırsatların felakete dönüştüğü bir ülke haline gelir.