Kravatlı, lacivert takım elbiseli ve apoletli adamlar saf tutmuşlar; önlerinde bir masa ve o masanın üzerine konulmuş ay yıldızlı bayrağa sarılmış bir tabut.
Saf tutan erkek cemaatin yan tarafında ay yıldızlı bayrağa sarılmış tabutun içindekinin annesi, kız kardeşi ve nişanlısı gözyaşları döküyorlar.
Merasim bitiyor, defin yapılıyor. Saf tutan lacivert takım kravatlı ve apoletli beyler villalarının, ofislerinin yolunu tutuyorlar. Gittikleri villalarında sevgililerine, eşlerine, çocuklarına sarılıyorlar, onları öpüyorlar.
O erkek korosunun içindeki ceketi buruşmuş birkaç erkek o cenazedeki kadınlarla birlikte gözyaşları içinde tek gözlü evlerine doğru yol alıyorlar. Gittikleri tek gözlü evlerinde ağızlarını bıçak açmıyor. Oğullarının, babalarının anıları var evin her yanında.
Ateş yüreklerini yakıyor. Şehidin nişanlısı evinin yolunu tutarken göz göze geldikleri günü düşünüyor. İlk el ele tuttukları günü anımsıyor. Sonra nişan kurdelesinin kesildiği anı… Gözyaşları hıçkırıklara dönüşüyor. Odasının kapısını kapatıyor. Sıcak yaz gününde uzandığı yatağında üşüyor. Midesi bulanıyor, başı ağrıyor. Hıçkırıktan, gözyaşıdan, acıdan kalbi sanki göğsünü yırtıp çıkacak…
Şehidin babasının boynu bükük, gözü yaşlı… Buruşmuş ceketi üzerinde salonun kanepesine çöküyor. Karşıda tv sehpasının üzerinde oğlunun ilk askere giderken çektiği yüzü gülen fotoğrafına bakıyor. Oğluyla göz göze geliyor. Onu ilk kucağına aldığı günü düşünüyor. Sonra okula başladığı gün… Askere uğurlaması… Bir an o kapıdan çıkıp gelecek sanıyor. Onun ölümüne inanmak istemiyor. Kanepede öyle oturuyor.
Lacivert takım elbiseli adam çocuklarıyla akşam yemeğinden sonra terasta kahve yudumluyor. Hepsinin yüzü gülüyor. Oğlunun tatilde bir kızla tanışmalarını ve yaşadıklarını dinliyor. Baba mutlu. Odasına çekiliyor. Çekilmeden oğluna iyi geceler diliyor, ona sarılıyor. Eşi gelip yanına uzanıyor. Eşinin yüzünü okşuyor, onu öpüyor. Sarılıyor…
Kız tek gözlü evin önüne çıkıyor. Tan ağarıyor. Saçları dağınık. Hala ağlıyor. Asla el ele tutuşamayacak, öpemeyecek… Aynı odada uyuyamayacak, sarılamayacak… Nefessiz kalıyor.
Baba aynı kanepede hiç kımıldamadan tv sehpasına bakıyor. Oğlu hala orada ona bakıyor. O oğluna bakıyor.
Bu binlerce hikaye de sürüp gitti. 20 Temmuz 2015’ten bu yana aynı hikayeyi her gün yaşıyoruz…
Ve lacivert takım elbiseli, kravatlı adamlar “Vatan için gerekirse daha çok bedel ödeyeceğiz” nakaratını tekrarlıyorlar. Etraflarındaki soytarı takımı ise onları alkışlıyor.
“Ne mutlu şehitlik şerbeti içenlere” diyorlar. Rahatlar. Sabah ayrıldıkları villalarında çocuklarına sarılarak ayrıldılar ve akşam çocuklarıyla aynı sofrada olacaklar.
Bir şehit yakını çıkıp dese ki, “Neden hep benim gibi fakir-fukaranın çocuğuna nasip oluyor bu şerbet?
Davutoğlu, Erdoğan ve bütün bu lacivert takım elbiseli kravatlı zevat ne yanıt verirler sizce?
Ateş düştüğü yeri yakıyor.
Ve özenle inceleyin, dikkatle izleyin 90’lı yılların celladı Güreş, Ağar, Çiller’in tek bir çocuğu şehitlik şerbeti içti mi?
Özenle araştırın, inceleyip didikleyin o cellatların bir komşusu, bir yakını şehitlik şerbeti içti mi, o vatan için hiç feda oldu mu?
Ve biraz daha açılıp bakın o cellatların tekinin bir arkadaşının bir dostunun çocuğuna şehitlik şerbeti nasip oldu mu?
Ve onların herhangi bir dostunun, arkadaşının yakınına bu övgülere mazhar şehitlik yaklaştı mı?
Aynı araştırmayı savaş borazanı gibi söylevler çeken Davutoğlu, Erdoğan ve şakşakçıları içinde yapın, sonuç değişmeyecektir.
Savaşa karar verenlerin tek bir yakını cephede olsa emin olun ki o savaş kararı çıkmaz!
Ve bir ölü kutsayıcılığıdır gidiyor!
Çocukları şehitlik şerbeti içenler, vatana beden ödeyenler çıkıp deseler ki “herkes bu vatandan yediği kadar bedelini versin!”
İktidar soytarıları tutturmuşlar bir şehitlik şerbeti tekerlemesi! Mikrofonu her eline alan “Allah bana da şehitlik şerbetini nasip etsin” demekte.
“Allah bütün bu savaş soytarılarına bu şehitlik şerbetini tattırsın” demek geliyor içimden!