Kur’an’ı Kerim’i anlamaya çalışırken, bazı kuralların yerine getirilmesi gerekliliği vardır. Bunlardan birisi, ayetlerin sure içindeki ve diğer surelerdeki ayetlerle olan bağlantı ve ilişkilerinin kurulmasıdır. Bu bağlamda çok sayıda ve değişik biçimlerde örnek çalışma yapılabilir. Bu yazıda, salât merkezli iki ayette geçen kavramların anlamlarından hareketle iki insan tipi üzerinde durulacaktır/tartışılacaktır: iki yüzlü gafil dindarlar/münafıklar ve gerçek Müslümanlar/hakiki müminler. Kavramlarımızdan biri Maun suresinin beşinci ayetinde geçen “sahun”, diğeri de Mü’minun suresinin ikinci ayetinde geçen “haşiun” dur.
“Yazıklar olsun o musallilere! Ki onlar, salâtlarından gafildirler.” (Maun 107/4,5) ayetlerini okuyup değerlendiren, Enes b. Malik ve Ata b. Dinar diyorlar ki: “Allah’a şükrederim ki O, –fi salâtihim sahun değil de, -an salâtihim sahun- buyurdu. Yani biz salâtlarda unuturuz, ama salâtlarımızdan gafil değiliz. Onun için münafıklardan sayılmayacağız…” (İbn Kesîr, Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri, 15. cilt, Maun Suresi, çevirenler: Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedrettin Çetiner, Çağrı yayınları, 1987-İstanbul).
“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir, Onlar ki salâtlarında huşu içindedirler”(Müminun 23/1, 2). Bu ayet okunup incelendiğinde nerede ise tam tamına Maun suresindeki “Yazıklar olsun o musallilere! Ki onlar, salâtlarından gafildirler.” Ayetlerinin zıddı bir anlamla yüklü olduğu görülür. Maun suresinde “fi salâtihim sahun değil de, -an salâtihim sahun” ifadesinin geçtiğine şükredilirken, Müminun Suresindeki ayette “fi salâtihim” geçiyor, çok ilginç değil mi? İşte Kur’an’ı Kerim, böyle açıklayan ve açıklanmış bir kitaptır. “An salâtihim sahun” ifadesinin tersine, “fi salatihim haşiun”… “An salâtihim sahun” dan olmak yanlış, “fi salatihim haşiun” dan olmak, doğru bir duruş; başka bir deyişle, ilkinden olmak kendine yazık etmek, ikincisinden olmak ise felaha ermek/kurtulmak demektir. Bu nasıl oluyor?
Şimdi, “sahun/sehiv” ve “haşiun/haşyet” kavramlarının Türkçe anlamlarına bakalım, sonra da Maun suresinin tamamı ile Müminun suresinin ilk beş ayeti üzerinde karşılaştırmalı bir değerlendirme yapalım.
Sahun/sehiv: Bir şeye önem vermeyip gaflet etmek; öneminden habersiz olmak; aldırış etmemek; dikkatsizlik; ciddi bir şekilde üzerinde durmamak; yanılgı, çok yanlış; gaflet içinde olmak; düşünce, ihtiyat ve tedbir azlığının ya da az uyanık olmanın neticesinde vuku bulan hata…
Huşu/Haşyet: Boyun eğmek, itaat etmek; sükûnet, emniyet ve huzur içinde olmak; korku ve korku ile korkmak, ürkmek; içten saygı göstermek; sesi kısmak, yere bakmak, gözü sağa sola bakmaktan alıkoymak; içtenlikle, en derin anlamıyla ve canı gönülden Allah’a yönelmek; çok derin bir saygı ile karışık bir şekilde korkmak (Bu daha çok, kendisinden haşyet, korku duyulan şeyle ilgili bir bilgi sahibi olunduğunda olur); Allah bilgi ve bilincini içinde taşıyarak, O’nu, yüreklerde duyup düşünmektir.
Maun Suresi’nin meali:
1-Gördün mü dini yalanlayanı?
2-İşte odur, yetimi şiddetle azarlayıp kovan,
3-Aciz, zavallı yoksulun doyurulmasına ön ayak olmayan.
4-Yazıklar olsun o musallilere!
5-Ki onlar, salâtlarından gafildirler.
6-İşte onlar, birbirlerine gösteriş yaparlar.
7-Ve onlar, en küçük yardımı esirger ve engellerler.
Müminun suresinin ilk beş ayetinin meali:
1-Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,
2-Onlar ki, salâtlarında huşu/bilinçli, saygılı ve uyanıklık içindedirler
3-Ve onlar gereksiz ve yararsız işlerden kendileri uzak durdukları gibi, başkalarının da böyle işler yapmalarını engellemeye çalışırlar(olumsuz söz ve yaramaz işlere karşı dururlar).
4-Ve onlar, arınmak için her şeyleri ile faaliyettedirler.
5-Ve onlar, namuslarını korurlar.
Sahun ve haşiun kavramlarının anlamlarını incelediğimizde, yukarıda da değindiğimiz gibi, birincinin olumsuz ve yanlış, ikincinin ise olumlu ve doğru bir duruşu anlattığını görüyoruz. Buna bağlı olarak, iki surenin buraya aldığımız ayetlerine baktığımızda; münafık ve mümin insanların farkları da ortaya çıkıyor.
Salâtlarından gafil/sahun olanların Dini yalanlayan; yetimi şiddetle azarlayıp kovan; aciz ve zavallı yoksulun doyurulmasına ön ayak olmayan; kendilerine yazık eden; birbirlerine gösteriş yapan; en küçük yardımı bile yapmayan ve yapanları da engelleyen kimseler olduğunu açık ve net bir şekilde anlıyoruz.
Salâtlarında bilinçli ve uyanıklık/haşyet içinde olanların kurtuluşa ermiş; gereksiz ve yararsız işlerden kendileri uzak durdukları gibi, başkalarının da böyle işler yapmalarını engellemeye çalışanlar(olumsuz söz ve yaramaz işlere karşı duranlar); arınmak için her şeyleri ile faaliyette olan(gerekeni yapan)lar; namuslarını koruyan kimseler olduğunu aynı şekilde görmüş oluyoruz. Bu noktada unutulmaması gereken bir husus var; Maun Suresinde anlatılan ve kınanıp azarlanan insanlar, musalli/namaz kılan zengin kimselerdir. Günümüz algılaması ile; zengin dindarlar ya da tam yerinde ve adlandırmayla; abdestli kapitalistler… Dünyanın her yerinde ve her dönemde çokça bulunurlar ve genellikle de yönetenlere yakın dururlar. Lütfen! Etrafınıza dikkatlice bir bakar mısınız?
Mü’minun Suresinin “Onlar ki, salâtlarında huşu/bilinçli ve uyanıklık içindedirler.” ayetindeki “huşu/haşyet” kelimesine bazı meallerde verilen anlamları buraya aldıktan sonra, bu kelime üzerinden birkaç söz söylemek istiyorum; “korku ve titreme içinde (R. İ. Eliaçık)”, “saygılıdırlar (S.Ateş)”, “Huşua riayet ederler (Z. Kazıcı-N. Taylan)”, “derin bir ürperti ve tevazu içinde (M. İslamoğlu)”, “huşu içinde (diyanet)”, “Huşuludurlar(Elmalılı)”, “Alçak gönüllü ve duyarlılık içinde (M. Esed’inki böyle çevrilmiş)”, “huşu içinde (A. Bulaç)”, “huşu üzeredirler (Ö. R. Doğrul) “huşua riayetkârdırlar (H.B. Çantay)”
Salâtın ikame edilmesi sırasında bilinçli, uyanık ve ciddi olmak elbette çok önemli ve gereklidir. Ancak, salât sırasında bir askerin esas duruşta durduğu gibi durmak, sürmekte olan hayata dair bir şeyi düşünmemek ve aklından geçirmemek de yaşayan bir insan için pratikte mümkün değildir. Bu bağlamda, “Ey iman edenler! Siz sekr halindeyken (ne dediğinizi bilmiyorken/kendinizle aklınız arasına engel olarak girmiş bir ruh haliniz varken) salâta yaklaşmayın. …” (Nisa 4/43). Ayetini yeniden düşünmemiz gerekiyor. Çünkü kişinin salâtında ne dediğini bilmesi çok önemli, sekr hali ile sehiv hali, insanı salâtında kendi haline ve rahat bırakmıyor, onun huşusunu bozuyor. O halde huşu hali, bu olumsuz iki hale baskın çıkmalı, onları yenmelidir.
Mevcut algılama ve uygulamadaki namaz kılma sırasında, başka bir şey düşünmemek, kendini tamamen namaza vermek de olası bir şey değildir. Örneğin; öğle ve ikindi namazlarında(bilinçli olarak “salât” demiyorum) hoca içinden okurken cemaat ne yapacak? O anda aklı durmuyor/donmuyor ki, illâ ki bir şeyler düşünür; düşünceleri(aklından geçenler) olumlu da olabilir, olumsuz da. Aynı şekilde, bütün namazlarda kendi kendine sessiz okumalarda da aynı şey olacaktır. Bunlardan daha vahim olanı ise, sesli okusa bile anlamını bilmediği sözleri okurken, kendi anlam dünyasında çeşitli hayalleri onun peşini bırakmayacak ve gene bir şeyler düşünecektir. Çünkü anlamını bilmeden söylediği sözler; sürekli tekrar sonunda otomatik bir hal almış refleks seslerinden başka bir şey olmayacağından, doğal yapısı gereği işleyen sistemdeki kodları aşamayacaktır…
Salât ve huşu konusunda şunları da eklemekte yarar var; salât günün belli vakitlerinde yerine getirilen bir menasık olmanın yanında, öncesi ve sonrası da olan bir eylemdir. Öncesinde beden organlarımızdan bazılarının yıkanması ve mesh edilmesi vardır. Sonrasında ise, salât sırasında yapılan okumalar doğrultusunda, söz ve eylemlerin gözden geçirilmesi, eksik ve yanlışların düzeltilerek salâttaki huşu ile ulaşılan anlama uygun söylem ve eylemlerle dosdoğru yola (sıratı müstakime) girme ve sürekli o yolda Allah ile yürüme gereği vardır. Örneğin; salâttan önce yalan konuşan, salâttan sonra konuşmayacak; hırsızlık yapan bir daha yapmayacak; dedikodu eden bir daha etmeyecek; cimri olup pintilik eden salâttan sonra, bu tutumundan vazgeçip elindekilerden infak edecek; İnsan haklarına tecavüz etmeyecek; insan öldürmeyecek; tabiattaki hiçbir varlığa zarar vermeyecek; ilim, cihat ve diğer hayırlı işlerde başka Müslümanlarla yarışa girecek; yaşadığı toplumda/ülkede adaletsizliklerin yapılmasına ve her türlü zulme karşı mücadele edecek; yaşadığı ülkenin esenlik, barış ve adalet diyarı (Daru’s-selâm) olması için çaba gösterecek; toplumda doğruluk, iyilik, güzellik ve yeryüzünün imarı için çalışanları destekleyecek/onlara salât edecek.
Salâtta huşu aşamasına ulaşıldıktan sonra, Allah’ın Elçi’sine salât edilmesi/desteklenmesi olayı şu şekilde gözler önüne gelebilmeli (vicdani bilinç alanında canlandırılabilmeli)dir: Elçi (s) bulunduğu ortamda insanlara kendileri için hayırlı olacak bir şeyler anlatıyor, fakat insanların çoğu karşı çıkıp O’nu konuşturmak istemiyorlar. İşte o anda topluluğun içinden biri/birileri çıkıp “Ey insanlar! Allah’ın Elçisi doğru söylüyor, ben de O’nun gibi düşünüyorum ve O’nu bütün çalışmalarında her şeyimle destekliyorum.” Diye haykırıyor. Başka bir ortamda Elçi(s), “Ey insanlar! Aramızda fakir kimseler, köleler, ezilenler, evlenme çağına gelip evlenemeyenler var, onlar için bir şeyler yapmalıyız” dediğinde, biri/birileri öne fırlayıp ben şu işleri yapabilirim diyor ve yapıyor. Salâtından gafil değil de, onda huşu içinde olanların Elçi’yi (s) desteklemeleri işte budur.
Şimdi aramızda Resul ve Nebi anlamında Allah’ın bir Elçisi yok, o halde salâtu selâm kime ve nasıl yapılacak? Bir kere baştan şunu söyleyelim; dört duvar arasında saat sarkacı gibi sağa-sola ya da ileri- geri sallanarak, koro ve nakarat halinde, bağıra çağıra söylenenlerin resullere salâtu selâm etmekle (ya da müminlerin birbirlerini desteklemeleriyle) hiçbir ilgisi yoktur. Öyle ise yapılacak olan; Allah’ın resullerinin yaptıklarını yapmaya çalışmak, onların davalarını hayatımızda sürdürmek… İşte onları (aslında birbirimizi/kendimizi), desteklemek böyle olur. Bütün bunlar; bunları sembolize eden ritüellerle salâtın ikame edilmesinden sonra, salâtın hayat içinde süren yansımaları olması durumunda salât haşyet makamında etkisini gösteriyor denilebilir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; salâtında haşiun olan ile salâtından sahun olan insanların aralarındaki en önemli farklardan birisi de, “maun” ve “zekât” ile ilgili tutum ve davranışlarıdır. Münafık zengin dindar kapitalistler küçücük bir yardımı (maun) kendileri yapmazlar/yamıyorlar ve yapanları da engellemeye çalışırlar/ çalışıyorlar. Buna karşılık gerçek anlamda inanıp salâtlarında huşu içinde olan müminler, kendi arınmaları ve toplum için hayırlı olacak her türlü işler için, bütün sahip oldukları ile faaliyette oldukları gibi, zekâtları (kendi arınmasına ve başkalarına yararı olacak her şey) da kendileri ile birlikte faaliyettedir. “Ve onlar, arınmak için her şeyleri ile faaliyettedirler.”
Salâtından gaflette olmanın panzehiri, salâtında huşu içinde olmaktır. Yani, salâttan sehvin ilacı, salâtta haşyettir.
Hoşça (huşu içinde) kalınız…