Rojava ve Türkiye cezaevleri iki ayrı konu gibi gözükebilir. Şeklen öyledir. En azından esas itibarı ile birisi dış politika konusu diğeri adalet bakanlığının mevzusu gibi gözükür. Oysa her iki alanda yaşananların asıl sorumlusunu başka bir yerde aramalıyız.
Evet Rojava’da her gün katledilen sivillerin ölümünden biz, hepimiz, bu ülkede yaşayan herkes sorumludur. Tıpkı ölüm haberleri beklenen hasta mahkumların durumundan sorumlu olduğumuz gibi.
Bu değerlendirmemizden Türkiye devletinin sorumluluğunu görmezlikten gelme eğilimi çıkartmak yerine, kendi sorumluluğumuzla yüzleşmenin çok daha belirleyici ve anlamlı olduğunu görmeliyiz.
Ülkelerin siyasetini yöneticiler belirler ama onu şekillendiren, etkileyen, yönlendiren toplumsal dinamikler vardır. Ülkeler işgal edildiğinde yada askeri müdahale gerçekleştiğinde bile toplumsal tepkiler tümüyle göz ardı edilemez.
Türkiye’nin Suriye politikası ciddi bir manevra ile karşı karşıya bulunmaktadır. Muhalifler ile mevcut yönetim arasındaki denge farklı bir noktaya doğru kaymakta ve Türk dışişleri de bu durumu dikkate alan bir manevra arayışına girmektedir. Suriyeli Kürtlere yönelik tutum da bu manevranın bir parçasıdır. Önce hafife alınan ama şimdi hesaba katılmak, muhatap alınmak zorunda kalınan bir iradeden söz ediyoruz.
Ne yazık ki bu yavaş seyreden değişime rağmen yoğun çatışma ortamı devam etmekte ve her gün onlarca masum sivil hayatını kaybetmektedir. Bu seyri durdurabilecek yegane güç sınırın bu tarafında yaşayanlardır. Türkiye muhafazakarları , solcuları sınırın hemen ötesinde olup bitene seyirci kalmamalı tutarlı bir barışçı politika için aktif müdahil olmalıdır. Ancak bu duyarlılığın ülke genelinde karşılık bulabilmesi için bütün farklı siyasal aidiyetleri ile Kürtlerin acil tavır geliştirmesi gerekir. Basın açıklaması yapma yada ilgililere yönelik lobi çalışmasının ötesinde etkin bir toplumsal tepki geliştirilemezse kayıplar verilmeye devam edecektir.
Cezaevlerindeki hasta tutukluların hali de bu tablodan farksızdır. Sadece insan hakları örgütlerinin duyarlılığı ile çözülemeyecek hayati bir durumdan söz ediyoruz. Çözüm sürecinin akıbetine dair yüksek perdeden analiz yapanlar yeterince dikkate almasa da Türkiye’nin barış sürecinde sergileyeceği tavrın göstergesi cezaevleri politikasıdır. İktidar açısından güç yetmeyecek hiçbir durum olmadığı gibi insani yaklaşıma karşı duracak bir toplumsal tabandan da söz edilemez.
Ne sandık hesabı ne başka hesaplar bu ayıbı örtmeye yetmez.