Bu başlığı gören radikal bir feminist hemen şahsımı linç etmeye kalkacaktır. Başlığı görür görmez içeriği okumadan linç etme kültürü tüm radikal unsurlarda mevcuttur.
Ben Post-Coğrafya kitabımda feminizmi ve LGBT hareketini zulme uğradığı için destekleyici bir yazı yazdım. Evrim Ağacı’nda ise hem feminizm hem de LGBT bireylerini savundum. Her ne kadar aşırılıklar olsa da özellikle LGBT hareketine karşı geçmişten beri yapılan zulümler olmuştur. Ancak kitabımda militan olanların bu harekete zarar verdiklerini ve karşı tarafın nefretine sebep olduğundan da bahsettim. Bununla ilgili olarak Ali Şeriati’nin sözü olan “Bir fikri, düşünceyi kötülemek mi istiyorsun? Onu iyi savunma, kötü savun.” sözünü de paylaşmıştım. Hangi hareket, düşünce, ideoloji fark etmeksizin kötü savunma dış düşmandan daha tehlikelidir. Bunun en güzel örneği Müslümanlardır.
Feminizm hareketi giderek ülkemizde güçlenmektedir. Feminizm hareketi güçlendikçe bu insanlarda linç kültürü giderek yaygınlaşmaktadır. Feminizm ile ilgili en ufak bir eleştiri yapmak sizin sosyal medyada kolayca linç edilmenizi sağlar. Şu soruyu soralım: Feminizm eleştirilemez bir şey midir? Peki ben radikal feminizmi niçin eleştiriyorum? Çünkü feministler- istisnalar hariç- işi giderek erkek düşmanlığına vardırmaktadırlar. Feminist karşıtı ataerkil kurbanı insanlar ne kadar lümpen gözüküyorlarsa radikal feministlerde aynı şekilde lümpen gözüküyorlar.
Örneğin sosyal medyada “dünyayı kadınlar yönetmeli.” yazdığınızda birçok taraftar toplarsınız. Ancak kimse çıkıp şunu demez: “iyi ama bu ayrımcılık değil midir?” Tam tersine “dünyayı erkekler yönetmeli” derseniz linç yersiniz” Bana göre her ikisi de yanlıştır. Dünyayı yönetecekler erkek ve kadın kimliğiyle değil, adaleti gözeten kişiler yönetmesi gerekir. İlkini söylediğinizde tepki çekmezken ikincisinde linçe uğramanız adalet midir? Lütfen sağduyunuzla karar verin.
Bir başka örnek yine kadın cinayetleriyle ilgilidir. Maalesef kadın cinayetleri sadece ülkemize has bir durum değildir. Medya kuruluşları sürekli kadın cinayetlerini gündeme getirdiği için sürekli bu ön planda oluyor. Peki erkek cinayetleri yok mudur bu ülkede? Erkek cinayetleri kadın cinayetlerinden daha fazla olmaktadır. Peki bunlar niçin göze batmamaktadır? Çünkü medya bunu normalleştirmektedir. Ya da haber yapmamaktadır. Güçlü söylem feministlerin elinde olduğu için erkeklerde burada kurban gitmektedir. O kadar iğrenç hale gelindi ki bir kadın erkeği öldürdüğünde çoğunluk olayı araştırmadan “iyi olmuş” diyebilmektedir. Geçen bir haberde kadın, erkek polise “beni taciz etti” diye iftira attığını söylediği halde polis hem meslekten ihraç edildi hem de hapis cezası aldı. Bunu niye medya ön plana çıkarmadı? Çünkü medya gücüyle oluşturulan algı hakimlere kadar herkesi şuna yöneltti: Kadın hep haklıdır. Olaylara kadın ve erkek olarak değil de insan boyutuyla bakmamız gerekir.
Radikal feministler hep kadınların ezildiğini söylemektedir. Peki erkekler bu düzende ezilmiyor mu? Ataerkil kültür erkeğe cenneti sunarken kadına cehennemi mi yaşatıyor? Mekânda kurulan düzen erkeği de kadını da LGBT bireylerini de ezmektedir. Yani kadın ezilirken erkek cenneti yaşamamaktadır.
Ayrıca şu hususunda altını çizmek istiyorum: Kanun açısından ülkemizde kadın olmak erkek olmaktan daha avantajlıdır. Kadın bekar ise babasının emekli maaşını alır, erkek alamaz. Kadın askerlik yapmaz. Kadın erken emekli olur. Erkek ataerkil kültür gereği çalışmazsa dışlanır ama kadın çalışmazsa ev hanımı olur. Tüm ağır işlerde erkekler çalışır. Kadın evinde sorunlar yaşadığında kadın sığınma evleri vardır. Peki erkek sığınma evleri niçin yok? Sokaklarda yaşayan insanların çoğunluğunu erkekler oluşturuyor. Sanıldığı gibi ataerkil düzen şu modern çağlarda etkisini halen sürdürüyor. Radikal feministler emin olsunlar ki hiçbirimiz cenneti yaşamıyoruz.
Daha önceki yazılarımda da sıklıkla bahsettim Hatta İnsanın İsyanı kitabımın önsözünde şu yazıyor: “Gücü ellerine geçirmeden önce masum olanlar, gücü ellerine geçirdiklerinde zorba bir tahakküm aracına dönüşmektedir.”
Söylemlerle kendilerine haklı çıkarmaya çalışanlar karşı tarafı ezdiği ölçüde güçleniyor. Eğer ortada bir ezilmişlik varsa kendi çıkarları ölçüsünde değil, herkesin ölçüsünde hareket edilmelidir.
Ahmet Özkaya kimdir?
1993 yılı Kadıköy doğumludur. İlköğretim ve liseyi İstanbul’da tamamladı. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi coğrafya bölümünde bitirdikten sonra, Marmara Üniversitesi’nde Pedagojik formasyon eğitimi almıştır. Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü’nde tezli yüksek lisansa devam etmektedir. Post-Coğrafya kitabının yazarıdır. Ayrıca çeşitli dergilerde makaleler ve popüler bilim platformlarında yazılar yazmaktadır.