Yine çocuk vurdular. Yine kahırlı bir utanmayla alazlandı insan kalmaya çalışanların yüzü. Ve elbette derhal başladı utanma yetisini kaybetmişkalabalıkların pervasız gevezeliği. On yaşında, kafası gaz fişeği ile vurularak kırılmış olan Mehmet hayatta kalma kavgası veriyordu bu sırada. Asgari insanlık vicdanı susmayı gerektirir; susmayı ve utanmayı toprağa karışan çocuk kanından. Fakat utanmadığı gibi susmuyor da töresi çocuk öldürmek olan kutsal devletin yılmaz savunucuları. Peki, konuşalım o halde.
Bir çocuğun hayatı söz konusuyken konuşacaksanız önce dilinizi temizlemeniz gerekir insanlık namına. O el kadar çocuğun kafatasını parçalayan “başına isabet eden cisim” değil, “gaz fişeği”, örneğin. “İsabet etmek” ise tesadüfi bir olay değil kasıtlı bir eylemin sonucudur. Bu sonuç, eylemi gerçekleştiren için arzu edilendir zaten. Böylesi vahşice bir hareketin sonucunda kanlar içinde toprağa düşen çocuğa da “yaralandı” denmez, “vuruldu” denir. İstanbul’da kalabalık olmalarıyla övündüğün seçim mitinglerine katılan kadın, yaşlı ve çocukları gösterip “demokrasi şöleni” diye gerinirken, Silvan’da mitingde vurulmuş çocuğun siyasete alet edildiğini söylemek ise dünyanın bütün kara parçalarında ve her dilde arsızlıktır. Utanmazların mazlumlara saygı duyması görülmüş şey değil, arsızdan saygı görmek mide de bulandırır üstelik, yokluğuna ancak şükredilir.
Duruma göre “onaylamama”, “kınama”, “lanetleme” gibi dozlarla servis edilebilen, iktidar lafazanları tarafından, steril bir duyarlılık gösterme aracı olarak hazır paketlerde bekletilip yeri geldiğinde muktedir aklayıcısı olarak kullanılan “polis şiddeti” açıklamaları da vicdan sahibi her insan için başkaları adına utanma sebebi olmalı. Bahsedilen şey, uygulayıcısının iktidar olduğu devlet terörüdür çünkü. Polis, nihayetinde iktidarın elindeki bir aygıttır. Dolayısıyla bu aygıtı kullanan, kahramanlaştıran, cinayetlerini meşru görerek geçiştiren iktidara ve liderine methiyeler düzerken bir yandan da “kahrolsun polis şiddeti” açıklamaları yapmak hiçbir şiddeti kahredemeyeceği gibi eylemin sahibini de zalim alkışlayan bir fırsatçı ya da şuursuz olmaktan kurtaramaz.
Reisinin, çocuğu öldürülmüş anaların yasına bile saygı göstermeyip zehir kusan ağzından çıkanlara, sevgi ve merhamet dolu tefsirler yazmak için şekilden şekle girenler de sözlerine polis şiddetini kınadıklarını söyleyerek başlıyorlar. Aslında “O da çok üzülüyor” imalı yapış yapış cümleleriyle, kâh “destan yazdılar” taltifinin, içlerinde çocuk öldürmekten pek de imtina etmeyecek olanların mebzul miktarda bulunduğu bir gruba, nasıl bir hadsizlik vereceğini tahmin edememiş bir devlet adamını mazur görüyor; kâh “eli kanlı” olarak nitelenmekten ne denli müteessir olduğundan dem vuruyorlar. “Şiddete meyyali vallahi dertten” diyecek bir tanesi diye ödümüz patlayacak oluyor. Ne var ki “polis şiddeti çok kötü” fonuyla üzerimize boca ettikleri bu fütursuz açıklamalar bize alçaklığın yanı sıra budalalığın da çocuklara kıyanlara ait olabilecek bir özellik olduğunu işaret ediyor; fazlasını değil. Bizim sözümüze tefsir yazacak kimse yok elbette. Çaresiz kalıyoruz bu aymazlık karşısında. Milan Kundera bile en fazla bir parça tercüman olur duygularımıza; ahmaklığı sorgular da bu vicdansızlığa söylenecek söz onda da yoktur:
“Tahta çıkmış bir budala sırf budala olduğu için tüm sorumluluklarından arınmış mıdır?”
Peki ya ferman vereni kutsayıp katili lanetleyenler toprağa dökülen çocuk kanlarının vebalinden azâde midir?