Acaba İslamiyette savaş ne için var?
Çokça iddia edildiği gibi Kur’an, yeryüzünde herkes Müslüman oluncaya kadar ve inanmayanlar da nerede bulunurlarsa orada öldürülünceye kadar savaşmayı, cihat etmeyi, Müslümanlığı yeryüzünde yaymayı mı emrediyor?
Bununla ilgili Kur’an-ı Kerim’de ayetler mi var?
Öyle olduğu söyleniyor. Hayır, bunlar kesinlikle doğru değil. Bunlar Kur’an-ı Kerim’e çok yabancı iddialardır. Doğru Kur’an-ı Kerim’de savaş ayetleri var ama savaşı bitirmek için. Evet doğru, Kur’an-ı Kerim’de kölelikle ilgili, cariyelikle ilgili ayetler var ama köleliği ve cariyeliği bitirmek için. Çünkü Kur’an, kabile savaşlarının çokça yaygın olduğu, kabileler arası sorunların çözümü için sadece savaşın görüldüğü, kılıçların konuştuğu, güçlülerin bastırıp toplumsal hayata egemen olduğu bir çağda, bir zamanda, bir iklimde, bir şehirde doğmuştur. Şehrin neredeyse yarısından fazlasının köle ve cariye olduğu, kadınların aşağılandığı, insan yerine konulmadığı bir toplumda Kur’an-ı Kerim doğmuştur. Haliyle diğer birçok konuda olduğu gibi Kur’an’da savaş konusundan da bahsediliyor. Mekke dönemi ayetlerinde hiç savaştan bahsedilmez. Medine’ye gelince ‘’Kendilerine zulm edilenlere ve kendilerine savaş açılanlara savaşmaları konusunda izin verildi’’diye Hac suresindeki ayetler gelir. Kur’an’da savaşa izin verilmiştir, asla emredilmemiştir. Savaşa izin vermekten kasıt, kendini savunmaya izin vermek demektir. Yani Kur’an-ı Kerim demiştir ki; ‘’Kendinizi savunmak için elinize silah alabilirsiniz.’’ Bunun dışında hiçbir şekilde herhangi bir yere saldırmak, fethetmek, ele geçirmek, dünyayı Müslüman yapmak için cihat etmek, İslam’ı yeryüzüne yaymak, bu esnada inanmayanları öldürüp kendilerini köle, karı ve kızlarını cariye yapmak, haraca bağlamak vs. kesinlikle söz konusu değildir.
Peki böyle söylüyorsun da bu fıkıh, hadis kitaplarında, tarihte Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar döneminde olanlara ne diyeceksin? Hala olanlara ne diyeceksin? diyebilirsiniz. Kerbela’dan sonra İslamiyet bitmiştir. İslam tarihindeki uygulamaları sanki gerçek İslam’ın gereğiymiş gibi itham etmenin bir anlamı yoktur. Onların hiçbiri din değildir, onların hiçbirisi İslam’ın dünyaya getirdiği şeyler değildir, hepsi tarihsel uygulamalardır. O dönemin Müslümanlarının Kur’an’dan anladıklarıdır. Kendi gelenekleri, fetihçi arzuları, işgal hırsları, haraç coşkusu, ele geçirme sevdaları ile Kur’an’ı birleştirmeleri ve Kur’an ayetlerini bunlara alet etmektir. Başka da bir şey değildir.
Kur’an’da savaş ayetleri var ama savaşı durdurmak ve ortadan kaldırmak için dedim. Bunun birkaç kanıtını size aktaracağım. Kur’an-ı Kerim’de savaşla ilgili ayetlere baktığımız zaman örneğin Bakara Suresinin 190-196. ayetlerini okursanız arada atlama olmaksızın tamamen savaştan bahseder. Size savaş açılmadıkça, size saldırılmadıkça, sizi yurtlarınızdan sürmedikçe, size zulmedilmekçe ibaresi geçmeden hiçbir savaş ayeti geçmez. Herhangi bir savaş ayetini açın, mutlaka öncesinde veya sonrasında veya hemen ayetin başında, ‘’onlar size saldırmadıkça, onlar sizi yurtlarınızdan çıkarmadıkça’’ gibi şart edatı olmadan savaştan bahsedilmez. Savaş şartlıdır ve o şart saldırıya uğramaktır. Saldırıya uğrandığı takdirde cevap verilecektir. Çağdaş askeri literatürde buna öz savunma, yani kendini savunma denir. Kendini savunma esnasında da ölme, yaralama veya öldürme olabilir.
Bu çerçeveden baktığımızda, Peygamber Medine’ye geliyor, 10 bin nüfuslu Medine’de, Medine Sözleşmesi imzalanıyor. 4 bin 500 Yahudi, 4 bin gayrimüslim, bin 500 tane de müslüman var. Bunlarla beraber bir toplum kurulmak isteniyor. Bugünkü tabirlerle adil, eşitlikçi, özgürlükçü, paylaşımcı, demokratik bir toplum kurulmak isteniyor. O gün bunlara başka şeyler deniyordu ama bugün, o yapılanları biz bu kelimelerle ifade ediyoruz. Uygulama, niyet ve kast aslında aynıdır.
Mesela demokratik ne demek? Yönetime toplumu katmak demek. Bir ülkede toplum ne kadar yönetime katılıyorsa, devlette, kamu hayatında, yönetimde ne kadar fazla söz sahibi oluyorsa, o kadar demokratik demektir. Peygamber Medine’de tüm toplumu yönetime katmak istemiş. Kabilelerle Medine Sözleşmesi imzalamış. Kendisini lider olarak değil; hakem olarak konumlandırılmış. Sorunları beraber çözeceğiz demiş. Medine Sözleşmesinde İslam ve Kur’an kelimeleri geçmemekte. Dört yerde Allah, hemen hemen her cümlede adalet, maruf ile ortak iyi, herkes dininde serbesttir, difa/ savunma kavramları geçmekte. Bu da gösteriyor ki hakikaten herkese ait bir toplum, herkesin kendini ifade ettiği, çoğulcu bir yönetim kurulmak istenmiş. Ancak rahat vermemişler.
Medine 10 yıl boyunca 63 kez saldırıya uğramış. Bunların 27 tanesine Peygamber bizatihi katılmış. Uhud’da da Peygamberin dişi kırılmış, sendelemiş, yaralanmış, öldü şayiası bile yayılmış.
Peygamberin savaşlarından kısa birer ikişer cümlelik örnekler aktarmak istiyorum.
Bedir Savaşı, Mekkeli müşriklerin Müslümanların Mekke’de kalan mallarına el koyması, bunları Şam pazarlarında satıp silahla paraya çevirmesi sonra Medine üzerine yürüyüp Peygamber ve arkadaşlarını öldürme kastıyla Mekke’den harekete geçmeleri ile başlamıştır. Peygamber de küçük seriyyeler, küçük askeri birlikler, timler oluşturarak Medine civarındaki bütün saldırı hareketlerini, daha şehre saldırmadan toplandıkları yerde, silahları hazırladıkları yerde, geri püskürtme amacıyla öz savunma birlikleri oluşturmuştur. Bunlara seriyyeler diyoruz. Amaç Medine’yi savunmaktır. Bunların en büyüğü Bedir’de gerçekleşti ve Bedir’de müşrikler yani Medine’ye saldıranlar daha şehre girdirilmeden yenildiler.
Bir yıl geçtikten sonra iyice intikam hırsı ile dolu olarak tekrar toparlandılar. Bu sefer direk Medine’nin yakınlarına Uhud denilen yere kadar geldiler. Uhud denilen yerde yapılan saldırı püskürtülmek istendi. Peygamber ‘’Şehir savunması mı yapalım, saha savunması mı yapalım?’’ diye sordu. Arkadaşlarının büyük bir çoğunluğu ‘’Saha savunması yapalım’’ dediler. O da şehirden çıktı ve Medine’den yaklaşık 7-8 kilometre ileride olan Uhud denilen yerde saldırgan düşman birlikleri ile karşılaştılar. Peygamber ve arkadaşları ikinci savaşta yenildiler. Hamza gibi büyük sahabeler orada öldü. Müşriklerin intikam alma hırsı ile yaptıkları bu saldırıda yaklaşık 72 kişi öldü.
Uhud Savaşında henüz alkol yasaklanmamıştı. Peygamberin arkadaşları o gece alkol almışlardı. İpin ucunu biraz kaçırmış olmalılar ki sabaha sendelediler, savaşamadılar, laf söz dinlemediler, ganimetin peşine koştular. Ve sarhoşluk içerisinde olanların yüzde 70’e yakını sabahki savaşta öldü. Bundan iki yıl sonra da içkiyi yasaklayan, daha doğrusu sarhoş olmayı yasaklayan ayetler geldi. Bu ikisi farklıdır. Bunu ayrı bir konuda değerlendireceğim.
Sonra Hendek Savaşı oldu. Adı üzerinde hendek, Peygamber Medine’nin etrafına hendekler kazdı. Bu sefer daha büyük bir ordu ile saldırdılar. Yaklaşık 10 bin kişilik kabileler koalisyonu güçleri saldırıyordu. Ahzap hizipler, gruplar, kabileler birliği demektir. Kur’an-ı Kerim’de Hendek Savaşı’nı anlatan uzun surenin ismidir. Bu kez değişik bir şey oldu Hendek Savaşında. Aslına Hendek Savaşı değil, Hendek Savunması. Çünkü savaş olmamıştı, savaş olmadan geri dönüp gittiler. Yaklaşık iki ay beklediler. Hendekleri aşamayınca, kum fırtınasına uğradılar ve açık havada yiyecek ve içecekleri bitti. Soğuk ve olumsuz hava şartlarına da dayanamadılar ve dönüp gittiler.
Bu birliklerin başını Kureyş çekiyordu. İşin ilginç tarafı Medine’de Peygamberle Medine Sözleşmesi imzalayan ve Medine’yi beraber savunacağız diye söz vermiş olan yaklaşık 18 Yahudi Kabilesi vardı. Bunlardan üç tanesi anlaşmayı tek yanlı bozup ihanet ettiler. Saldırganlarla işbirliği yaptılar ve Beni Nadir Yahudileri hem Hendek saldırısına parasal destek verdiler, hem kabilelerden para ile asker topladılar. Müşriklerle işbirliği yapıp Hendek’i geçip, Peygamber ve arkadaşlarını yok etme, öldürme ve Medine’nin sokaklarında sallandırma planına destek oldular. Aynı şekilde Medine’nin arka taraflarında oturan Beni Kurayza Yahudilerine, arka tarafı siz tutun dendi. Hendek kazılmıştı ve kadınlar, çocuklar da o tarafa doğru yönlendirildi. Ama Beni Kurayza kabilesi saldırganlarla işbirliği yaptı. Kapıları aralayıp Hendek’ten düşman birliklerini içeri almak istediler. Onlar da arkadan dolanıp gelen grupla Peygamber ve arkadaşlarını araya sıkıştırmayı, kadınları, çocukları esir edip hepsini öldürmeyi ve hendeklere doldurmayı düşündüler.
Hendek başarısız olunca Peygamber hiç vakit kaybetmeden, Beni Kureyza oğullarının yanına gitti. ‘’Kapıları neden açmayı düşündünüz? Biz Hendek’te düşmana karşı savaşırken, siz niye onlarla anlaşma yaptınız? Oysa Medine’yi beraber savunacaktık. Bunu neden çiğnediniz?’’ dedi. Aralarından hakem seçildi. ‘’Tevrat’a göre bunun hükmü nedir?’’ diye soruldu. ‘’İdamdır’’ dediler. Anlaşmaları yapıp müşriklerle görüşme yapan, saldırganları bu işlere kışkırtan, onlara biz arkadan dalıp vuracağız diye söz veren ve Kureyza ahalisini buna kışkırtan elebaşlarından üç tanesi idam edildi. Sanıldığı gibi 600 ila 900 arası Beni Kureyza Kabilesine mensup kişiler katledilmiş değildir, bu tamamen yalandır.
Sonra Peygamber, Nadiroğullarının olduğu yere yani Hayber’e gitti. Onlara ‘’Bunu neden yaptınız? Anlaştığımız halde neden Mekkeli müşrik saldırganlara para desteği sağladınız? Niye kabilelerden paralı asker topladığınız? Medine’ye neden saldırdınız? Saldırganlara niye katıldınız? Bunun hesabını vereceksiniz.’’ dedi. Peygamber Hayber’e, anlaşmayı bozdukları ve düşmanla neden işbirliği yaptıklarının hesabını sormak için gitti ve onlar da bu durumu kabul ettiler. Orada zengin Nadir oğullarından oturanlar vardı. Suçlarını kabul eden Nadiroğulları, hurmalıklarının yarısını Müslümanlara vermeyi kabul ettiler. Peygamber de tazminat olarak verilen hurmalıkların üçte birisini misafirlere, üçte birisini kadınlara, üçte birini de yoksullara vermek üzerepaylaştırdı. Buna Fedek Arazisi gelirleri denilir. İhanet etmelerinin bedeli olarak bu şekilde tazminat ödediler.
Sonra Mute Savaşı… Saldırı hazırlığı içinde olan Gatafan Kabilelerinin bulunduğu yere doğru yapıldı.
Tebük seferi Bizans’ın Medine’yi işgal planı üzerine yapıldı. Bizanslılar Medine’yi işgal etmek istediler. Medine’de ve Mekke’de bulunan rahiplerle, din adamları ile işbirliği yaptılar. Onlar Medine’ye Bizanslıları çağırdı. ‘’Gelin Medine’yi işgal edin, biz de sizin valiniz olalım, sizin adınıza Medine’yi yönetelim’ Muhammed ve arkadaşlarını da kılıçtan geçirelim’’ dediler. Onun için Bizans saraylarında ağırlandılar ve bu planı yürürlüğe koymaya kalktılar. Bunu haber alan Peygamber 30 bin kişiyle Şam yakınlarındaki Tebük’a kadar, Bizans’a meydan okuyan bir yürüyüşe çıktı. Onlarla Medine’nin uzağında Şam’a yakın yerlerde karşılaşıp açık arazide savaşmayı göze aldı. Fakat Bizans’ın Suriye kolonisi Medine’ye işgal planından vazgeçti. Vazgeçince Peygamberle beraber yolan çıkan 30 bin kişi de geri döndü.
Bir yıl sonra tekrar Medine’ye gelinmek üzere Hudeybiye’de müşriklerle anlaşma imzalandı.
Peygamberin ana savaşları bunlardır. Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mute, Tebük… Hepsi de saldırı hazırlığı içinde olan kabilelerin toplanma yerine doğru yapılmıştır. Yani Peygamber Medine’ye gelip, durduk yere etraftaki kabileleri haraca bağlamak için, kendine cariye, köle ve kadın toplamak için hiçbir yere sefer düzenlemiş değildir. Fetih ve cihad hareketlerine çıkmamıştır.
Fetih, barış süreci demektir. Silahların sustuğu döneme Kur’an-ı Kerim fetih diyor. Fetih, ülke ele geçirmek demek değildir. Kur’an amuda kaldırılıp her şey tersine çevrildiği için bütün kavramlar da alt üst edilmiştir. Peygamberin bütün savaşları öz savunmadır. Oluşturduğu birlikler öz savunma birlikleridir. Bütün amaç Medine’de kurulmakta olan adil, eşitlikçi, özgürlükçü, paylaşımcı, demokratik toplumu savunmaktır.
Peygamberi bugünkü IŞİD’çilerin lideri gibi, sahabeyi de bugünkü IŞİD’çiler gibi oraya buraya saldıran, Ezidileri, Müslüman olmayanları, Süryanileri öldüren, kadınlarını, kızlarını cariye yapan, ellerini zincirlerle bağlayıp pazarlarda satan biri gibi göstermek insafsızlıktır . Bu IŞİD’çilerin Kur’an’la ve Peygamberle hiçbir alakası yoktur. İyi ve kötüyü birbirine karıştırırsanız çarpıtma çok kolay olur. Sanki Kur’an ayetlerinde böyle söyleniyormuş, sanki Peygamber bunları yapmış gibi bir hava vererek kendi hırslarını meşrulaştırmak istiyorlar. Oysa olay hiç de öyle değildir.