Barış konusunu sadece çatışmasızlık ortamının devamı olarak algılamakta ısrar edenler son günlerde yaşanan gelişmelerle ilgili şaşkınlıklarını dile getiriyorlar. Sanki sorunlar çözülmüş ve her şey güllük gülistanlıkmış gibi “şimdi neden bu olaylar başladı” sorusunu kamuoyunun gündemine taşıyorlar.
Yargısal operasyonlar devam ederken cezaevlerinde ölümcül hastalar için bile adım atma ihtiyacı hissedilmezken, nasıl bir uzlaşma ve barış beklentisi içerisine sürüklendiğimizi sorgulamamız gerekiyor. Elbette kalıcı ve gerçekçi bir barışı her şart altında savunmalıyız. Ancak devletin politikalarında köklü bir değişim yada en azından yüzleşme iradesi bile söz konusu değilken barış nasıl gerçekleştirilebilir.
Toplumu psikolojik harp teknikleri ile yönlendirenler, ortada bir sorun yokken, “teröristlerin” sorun çıkarttığı algısı üzerinde düşünmemizi istiyorlar. Çoğu medya organının da katkısı ile güçlenen bu algı, son günlerde artan ölümleri izah etmekte zorlanmaktadır.
Özellikle İsrail ile yaşanan gerilim üzerinden “taşeron” göndermesi yapan Başbakan imalı biçimde çatışmaların artmasını İsrail desteğine bağlıyor. Türkiye hükümetleri, askeri hatta yatırımcısı ile on yıllardır İsrail ile ilişkilerini en üst düzeyde devam ettirirken şimdi kendisi ile çatışmaya giren herkesi İsrail işbirlikçisi olmakla suçluyor. Bir yandan “heron” uçaklarının kullanılıp kullanılamadığı tartışması yapılırken öbür yanda PKK üzerinden İsrail tartışması yapmak oldukça ironik bir tabloyu gözler önüne koyuyor.
Ergenekon ile bağlantılı davalarda her gün yeni tahliyeler gerçekleşiyor. Bu yargılama sürecinin sağlıklı işlemediği yönünde itirazda bulunan herkesi Ergenekonculukla suçlayanlar, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranmayı tercih ediyorlar. Bir taraftan Kürt siyasetçilerini keyfi tutuklamalarla cezaevinde bekletenler, diğer yandan Ergenekon davası ile bir denge tesis ettiklerini düşünüyorlardı. Dahası neredeyse Ergenekon konusunda yapılan operasyonlarla, KCK operasyonları eş zamanlı yürütülerek toplumun zihin dünyası da bu yönde inşa edilmek isteniyordu.
Devlet adına işlenen tüm suçları Ergenekon’a yıkıp devletin itibarını kurtarmaya çalışanlar adaletin gerçekleşmesini ötelemekten başka bir iş yapmıyorlar. Adaleti tesis etmeden özgürlükleri güvence altına almadan barışın gerçekleşeceğini sanmak sadece kendini kandırmaktır. “Silahlar susmadıkça adalet de özgürlük de olmaz” anlayışı sorumluluktan kaçma eğilimidir. Elbette silahların susacağı koşullar geliştirilerek gerçek bir adalet ve özgürlük ortamı kurulabilir. Ancak hak ve özgürlükleri silah bırakma koşuluna bağlamak, pazarlık konusu yapmak vahim bir politik tutumdur.
Türkiye devleti bu tutumunda ısrar ettikçe barış için daha çok bedel ödemeye devam edeceğiz.