Sosyal medyada bir fotoğraf gördüm. Bir evin içerisinde çekilmiş bir fotoğraftı. Fotoğraf, Boğaz manzaralıydı ve Boğaz tüm ihtişamıyla görünebiliyordu. Fotoğraftaki kişi yabancıydı. Fotoğrafı görür görmez aklıma şu soru geldi: İstanbul kaç milyon asgari ücretli, bir kere bacak bacak üstüne atarak, geçim sıkıntısı derdinden uzak şu Boğaz’ın keyfini çıkarmıştır. Sonra şu sorular peş peşe aklıma geldi: Acaba İstanbul’da yaşadığı halde Boğaz’ı gezmeyen kişiler var mıdır? Acaba tarihi yarımada da içerisinde tarihi eserleri gezemeyen ne kadar vatandaşımız var? Binlerce kilometre öteden gelenler İstanbul’un doya doya tadını çıkarırken, en güzel restoranlarda yemekler yerken, yüzbinlerce insan İstanbul’da yaşamasına rağmen bunların kaçını yapabilmiştir? Bizim paramızın 10 katı değerde parası olan turistler doya doya buranın tadını çıkarıyorlar. Milyonlarca asgari ücretli kötü şartlarda, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken yaşanan bunca çelişkiler bir insan olarak benim zoruma gidiyor.
Eskiden karma ekonomi modeli varken en azından bu kadar çelişki yoktu. Serbest piyasa ekonomisine geçilince güçlü gücüne güç kattı. Ezilen ise daha da ezildi. Çünkü bu model “güçlü olan kazanır” matığıyla işliyor. Olan hep garibana oluyor. Nerede görülmüş güçlünün ezildiği! Nerede görülmüş ezilenin bir gün rahat nefes aldığı? Neoliberal politikaların ezilenin kanını emdiği, onu giderek zayıflattığı şu dönemde vatandaş Boğaz’ın tadını nasıl çıkarsın! Kiramı nasıl öderim, yol parası nasıl bulurum, borçlarımı nasıl öderim gibi sorulardan nasıl rahat nefes alsın!
Olan hep garibana oluyor. Hele hele artık şu post truth çağında işler daha da kötüye gidiyor. Artık okumak, bilgili olmakta yetmiyor. Para her şeyi satın aldığı için okumasanız da olur. Torpilliyseniz okuyanın yerini kolayca alabilirsiniz. Torpilli olmak için ise paranın gücü gerekiyor. Değişen bir şey yok. Düzen hep aynı. Ama düzen daha kötüye gidiyor. Önceden okuyarak kendi emeğiyle insanlar hak ettiği yerlere gelebiliyordu. Adaletsizlikler olsa bile yine de emeğe önem veriliyordu. Bilgi kutsanıyor ve niteliğe bakılıyordu. Önce para yerine önce adalet şiarı hakimdi. Ama şimdi her şey tersine gidiyor. Özellikle okuyan gençlere soralım, kaçı geleceğinden umutlu? Okuyarak hak ettiği değeri alacağına kaç öğrenci inanıyor? İnanmıyor! Adaletin hakkıyla uygulanmadığı bir toplumda belirsizlik ortaya çıkar. Bu belirsizlik gelecek kaygısını besler. Duyun bu insanların yardım çığlığını! İntiharlar giderek artarken bir şeyler yapın bu insanlar için.
Foucault “bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada kimse yok demektir” diyerek günümüzü özellikle sosyal medyayı güzel özetliyor. Şu adaletsizlikler, liyakatsizlikler, torpiller, eşitsizlikler karşısında herkese sanki uyuşturucu iğne vurularak aynı özneler olması hedeflenmiş gibi bir hava hakim. Heryer kapkaranlık.
Adaletsizliğe karşı tepki bile sosyal medyada şova dönüşmüş durumda. Sanki yapılan bunca haksızlıklar normalmiş gibi karşılanıyor. Sanki bir süre sonra alışılıyor, normalleştiriliyor. Bir süre tepki veren sonrasında alıştırılıyor.
Yazılacak, konuşulacak çok şey var fakat boğazım düğümleniyor. Neresinden başladığımızı, nereye geldiğimizi ve nereye doğru gittiğimizi nasıl anlatabileceğimi düşünmekten boğazım düğümlendi. Aklım almıyor. Tüm bunca çelişkiler görülse bile verilen tepkinin sığlığına aklım almıyor. Ülkemizde insanları uykusundan uyandıracak, fikir savaşçıları yetiştirecek bir aydın olmaması, aydınların güç neredeyse bukalemun gibi renk değiştirmesi, acılar, çelişkiler bataklığında gündemin boş işlerle meşgul olması, 7 milyon asgari ücretlinin sırtından birileri milyar dolar kazanıp keyif sürmesi, biri yerken birinin bakması, nitelikliler işsizken niteliksizlerin başa getirilmesi, adaletin dudaklarda mırıltı haline gelmesini aklım almıyor.
Niçin böyle bir düzende yaşıyoruz? Niçin her şey kötüye gidiyor? Niçin çelişkiler giderek büyüyor?
Soracağım çok soru var ama cevap veren var mıdır bilmiyorum!
Yok mudur ezilenin yardım çığlığına yetişen, şu çelişkilerden bizi kurtaran!
Olan hep garibana oluyor.
İsyan etmek istiyorum.
Şu bataklıkta gür sesle bağırarak hakikatin bu olmadığı haykırmak istiyorum. Ama sesimiz kısılıyor. Ali Şeriati’nin dediği gibi “Bazen diyorum ki feryad edeyim, yine görüyorum ki sesim kısılmış”
Hakikati haykırmak için daha gür sesli yarınlara, bir umutla…